Yoldaş Pançuni ile Anadolu Sosyalistlerinin Satirik Hali

Üzücü olan, bu yapıtı rastlantı sonucu bulduğum Osmanlıca bir nüshadan 1998 yılında büyük heyecanla günümüz harflerine çevirmeye çalışırken, adı geçen köylerdeki yaşayanlara anlattığımda pek umursamadılar. Kimi de bu köylerde yüz yıllardır yaşadıklarını buralarda hiç başka milletlerden insan olmadığını ileri sürdü

 

 

 AV. CEM BAYINDIR

Osmanlı aydınları içerisinde önemli bir ad olan Yervant Odyan 1869-1926 yılları arasında yaşamış ve gülmece ya da taşlama alanında önemli yapıtlar vermiş bir sanatçıdır.  

Odyan’ın 1911 tarihli Abdülhamid ve Sherlock Holmes kitabı dev boyutlu ve olağanüstü bir klasiktir. Kitabında dünyaca tanınmış dedektif Sherlock Holmes ile polisiye roman tutkunu II. Abdülhamid’i yan yana  getiren Odyan’ın dili eski olsa da inanılmaz bir akıcılıkta.

II. Abdülhamid’in gizli hafiyelerinin kuşkulu ölümleri üzerine, padişah da canını tehdit altında görmüş, ölümleri araştırması için Sherlock Holmes’i İstanbul’a göreve çağırmıştır. O günleri son derece yetkin bir anlatımla aktaran Yedvant Odyan’ın bir başka ilgi çekici yapıtı da Yoldaş Pançuni adlı romanıdır. Roman 1908’de bir Hınçak saldırısına kurban giden yazar Arpian Arpiryan anısına adanmış bir üçleme olup 1909 yılında basıldığında olağanüstü ilgi görür.

Kitaptaki olaylar özünde Zalbar (Dzabılvar) köyünde geçer ve Pançuni’nin mektuplarından oluşur. Roman kahramanı Pançuni 1875 tarihinde Trabzon’da doğmuştur. Annesinin ölümüyle sürekli keçi sütü ile bakılan bebek Pançuni ilkokuldan başlayarak nutuk çekmeyi seven ve inat biridir. Öyle ki beş kere beşin elli olduğuna inanmayan arkadaşının kafasını kırmayı bile göze alacak derece de inatçıdır.

Babasının, onun ailenin başına bela olacağına ilişkin düşünceleri varsa da o devrimci olmaya karar kılar. Babasının da ölümüyle kalan mirası tüketen Pançuni, yüksek gelirli ağabeyinin desteğiyle Marsilya’daki ticaret okuluna gitse de, orada kalmayıp Cenevre’ye geçmiş ve sosyalist düşüncedeki Avrupalı gençlerin gözde okulu Sosyal Bilimler Fakültesine kaydolmuştur.

Bu okula da düzenli gitmediği için atılan Pançuni, 1895 yılındaki azınlık olaylarında ağabeyinin tüm servetini yitirmesiyle tümden beş parasız kalacaktır. İçini döktüğü bir arkadaşının önerisiyle artık yolunu çizecek ve “profesyonel bir devrimci” olacaktır.

İlk görevi Bulgaristan, Yunanistan, Mısır, İran ve en son da Kafkasya’ya geçip buralarda çete üyeleri bulup bunları Osmanlı topraklarına göndermek olacaktır. “Biz zangoçlara benzeriz. Çan çalarak insanları davet eder, kiliseye sokar kendimiz dışarıda kalırız. Ne asil bir fedakârlık.”

İran sınırındayken Türkiye’de Meşrutiyet ilan edildiğini duyan Pançuni, artık özgürlüğün ilan edilmesiyle devrime gerek kalmadığını düşünerek üzülecekse de asıl görevi şimdi başlayacaktır. Birkaç hafta sonra Ermenice gazetelerde, partililerinin çılgınca İstanbul’a akın ettiklerini ve özgürlüğü onların getirdiğini öğrenince kendisi de heyecan duyarak bir göktaşı gibi İstanbul’a düşer.

Pançuni semtleri dolaşarak on konferans verse de kulakların artık ondan bıkmaya başladığını düşünerek İstanbul’dan ziyade taşrayı uyandırmak, aydınlatmak, dönüştürmek gerektiğine karar verir ve önce Arapgir’e oradan da Zalbar köyüne geçer.

Yukarıda da belirttiğim gibi kitap mektuplardan oluşmuştur. “Sevgili Yoldaşlar” diye başlayan ve aslında üst bir makama rapor niteliğindeki bu mektuplar taşlama (hiciv) sanatının doruk noktasını oluşturur. Genellikle “ bana acele biraz para gönder” biçiminde de biten mektuplarda köy ortamının sosyalist çalışma koşulları için hiç de uygun olmadığı görülür ve Pançuni’nin aradığı sınıfsal yapıdan eser yoktur ve köy yaşamının gerçekliği ile düşüncelerini hiç uyuşmadığı ortaya çıkar ama kahramanımız ısrarcıdır.

Zalbar burjuvazisini temsil eden Res Serko, doğal düşmanı olaması gerekenlerce bile sevilip sayılmakta, ırgatlar, yoksul köylüler sınıf bilinciyle davranmamakta ve uyarılara kulak bile asmamaktadırlar.

Zalbar köyünün işçi sınıfının temsilcisi ise Nalbant Mıgo’dur. Mıgo bile, Serko’nun eşeğinin nalı düştüğünde “ genel grev” ilan edip imtiyazlı sınıfları sarsması gerektiği halde eşeği nallamayı kabul etmektedir.

Zalbar köyünün sosyalizm alanında derin bir cehalet içinde olduğunu gören ve bir türlü sınıf bilincini veremeyen Pançuni, köylülere kapitalizmin işlediği suçlar, işçi sendikalarının gerekliliği, proletaryanın talepleri gibi konuları anlatsa da kimsenin umrunda bile olmaz.  

Ermenistan’ın Odyan anısına çıkardığı, yaşlılığını ve gençliğini gösteren pul

 

Köyün delisi Deli Avo’yu sosyalist olmaya ikna eden ve bu hareket içinde ona önemli rol veren Pançuni ardından ırgat Vartan’ı da gözüne kestirir ve Karl Marks Kulübü de kurarak üye toplama koyulur.

Başarısızlıklar sonunda büyük bir miting ile sosyalizmi gerçekleştireceğini düşünen Pançuni, “Zalbar Emekçi Sınıfı”, “Dünyanın Bütün İşçileri” ile başlayıp “Yaşasın 1 Mayıs” ile biten bildiri kaleme alıp halkı eyleme davet eder ancak kilise duvarına astığı bildiriyi kimse okuyamaz, çünkü Zalbar köyü, papazı da dahil okuma yazma bilen tek kişinin bile olmadığı bir köydür. Üstüne üstlük bildiriyi kocakarı Maro’nun keçisi yemiştir.

Ermeni devrimci partilerini ve onların sosyalist ideolojilerini yeren ve taşlayan yapıtın ikinci kitabı “Van’da” üçüncü kitabı ise “Sürgünde” adlarındadır. Yervant Odyan da devimci düşünceye sahip ve özgürlüklerden yanadır, ancak roman uzun yıllar basılmamış, görmezden gelinmiş ve bilinçsizce değerlendirmelerle sosyalizmi aşağılayıcı bir yapıt olarak görülmüştür. Türkçeye çevrilmesi ise 20 yıl kadar öncedir.  

1910’ların Türkiyesi’ni inanılmaz güzel anlatan Odyan’ın yapıtı uzun yıllar kurgu sanılmış ve Zalbar diye bir köyü varlığı bile tartışılmışsa da yapıtın 2000’li yıllarda Türkçeye çevrilmesiyle tüm bu anlatılanların gerçekte var oldukları anlaşılmıştır.    

Yapıtta Şepik, Gırani, Maşgerd, Komraş, Vahşen gibi yörenin köylerine, insanlarına da değinen yazar geçmişe de bir iz tutuyor.    

Verant Odyan’ın Pançuni – Bir Zalbar Görevi – Sosyalistlere mektuplar kitabının 1922 yılında İzmir’de Fransızca baskısı

Yazarın katıksız bir Ermeni köyü dediği Zalbar şu an Bahadırlar adıyla Ağın’a bağlı bir köy. Vahşen ve Gırani de öyle, öteki köyler de Çemişgezek ve Arapgir köyleri. Şu an buralarda tek bir azınlık bile yok.

Üzücü olan ben bu yapıtı rastlantı sonucu bulduğum Osmanlıca bir nüshadan 1998 yılında büyük heyecanla günümüz harflerine çevirmeye çalışırken, bu köylerden olan kişilere anlattığımda pek umursamadılar. Kimi de bu köylerde yüz yıllardır yaşadıklarını buralarda hiç başka milletlerden insan olmadığını ileri sürdü.

Ne olursa olsun bu topraklarda bir zamanlar gülmecenin en büyük ustalarından biri Yervant Odyan geçti, geçerken de bizim yörelerden de söz etti ve Anadolu insanına büyük bir miras bıraktı.    

 

paylaşmanız için

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*