Yine Eskiyecek Yeni Bir Yıl

Okur da bekler, beklenildiğini bildiği için yazar da kendini baskı altında tutar. İnsanların duygularını harekete geçiren şey, içinde bulunduğu zaman parçasıdır. Varsayın ki bayram zamanıdır; işte o zaman algısı, ziyaret duygusuna sebep olur

 

 

SAMİ GÜNAL

Dünyayı kalemle çözümlemeye çalışanlarda “yazma sancısı” denen bir hâl vardır. Gelir kapıya dayanırsa iyi! Her zaman hazır olmaz ki! Gelmeyen o anlar sancıdır işte. En sancılı olunan zaman ise özel günler yazısını doğurma anlarıdır. Bürokrat kökenli bir yazar, “Okur mu bekler, yazar mı kendisini baskı altında tutar, bir türlü çözebilmiş değilim şu özel gün yazılarını.” diyordu.

Aslında her ikisidir. Okur da bekler, beklenildiğini bildiği için yazar da kendini baskı altında tutar. İnsanların duygularını harekete geçiren şey, içinde bulunduğu zaman parçasıdır. Varsayın ki bayram zamanıdır; işte o zaman algısı, ziyaret duygusuna sebep olur.

Kişisel tarih açısından birey için önem taşıyan özel günler aslında pek azdır. Doğum günüdür, evlilik günüdür bir de yılbaşı günüdür. Birinde varoluşuna sevinir, diğerinde yeni bir dünyaya girmenin muhasebesine tutuşur. Sonuç, yazı tura kesinliğinde ya sevinç ya hüzündür. Yılbaşının telaş yaratan sevinciyse yeniliklere hazırlanılmasındandır. Bireyin yeniye özlemi vardır. Oysaki “yeni” de eninde sonunda bugünkü öff pöff, dediğin “eski” olacaktır.

Özdemir Asaf’ın buna denk gelen bir sözü var:

“Eskiyecek her şeye ‘yeni’ derler.”

İki kitap dosyası hazırlamanın dışında benim için her şeyin eksildiği, eskidiği bir yıl oldu. Aslında tüm ülke için hatta dünya için böyle oldu ama insan öncelikle kendi içindeki sancıyı duyar. Ey muhterem okuyucular, bilmem ki sizin için nasıl oldu? Eskittiğiniz yıl sizlere zor geldi mi

Amerikalı yazarın fantastik romanında yazdığı üzere “Doğmak ve ölmek kolaydı, zor olan hayatın kendisiydi.” öyle değil mi? İnsanın insana sevinç katması zor oldu artık. Kimseden beklemeyin. Sevinciniz, zor olanın (yani hayat) içinde başardıklarınız kadardır.

Tek başınasınız! Sizi güçlü kılan saygınlığınız olacaktır. Bilge insan İlhan Selçuk’un söylediği üzere “İnsan, bir ömür kendi heykelini yontar.” değil mi? Saygınlığınızın derecesini ölçmek için şöyle bir geri çekilip o ana kadar yonttuğunuz heykelinizin üzerinde bıraktığınız çapakların azlığına çokluğuna bakacaksınız. Aman ha az olsun!

Ahlak içre erdem şiarınız olsun! O şiar ki sizi “İncinsen de incitme!” diyen Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli’ye vardıracaktır. Erdem ve ahlak bir araya gelmişken yeni yılda kendimize çizeceğimiz kılavuza denk düşecek kıssadan bir hisseyi alalım:

Su, ateş ve ahlak dost olup birlikte zaman geçirmeye başlamışlar. Çevrede dolaşırlarken kaybolurlarsa birbirlerini nasıl bulabileceklerini sorgulamaya başlarlar.

Suya sorarlar:

“Kaybolursan seni nasıl bulacağız?”

“Nerede bir şırıltı duyarsanız beni orada bulabilirsiniz.” diye cevap verir su.

Ateşe sormuşlar:

“Seni kaybedersek ne yapalım?”

“Duman gördüğünüz her yerde ben varım.” diye yanıtlamış ateş.

Sıra ahlaka gelmiş. Onun cevabı oldukça düşündürücü:

“Beni kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız!”

Bilirim sizlerde bir eksiklik yoktur. Belki de bu kıssayı kendim için anlattım. Zira bu sene olağanüstü yoğunlukta ahlaksızlıklar ve vefasızlıklar gördüm.

Derler ki vefasızlık öldürür. En azından beni öldürür. Kendimi bilirim ki it canı taşıyan biriyim, o nedenle ölmedim. Kararmayın bana bakıp da! Yaşam sevincinizi yitirirseniz üzülürüm!

Hani yeni yılda sıhhat, bereket, yaşam sevinci dilemez misiniz birbirinize? Koronadan kaynaklı yaşama sarılma anekdotları anlatayım size.

İngiltere’de ilk aşılama yaptıranlardan birisi de 90 yaşındaki Margaret adlı bir kadındır. Hastane çıkışında söylediği söz, yaşama sevincinin biyolojik saatten ayrı bir şey olduğu bilincini aşılayan cinsten:

“Şimdi artık ileriye bakabilirim!”

Yine 91 yaşındaki Martin, korona tedavisinden çıkarken hastane kapısında der ki:

“Bu kadar yaşadıktan sonra ölmenin ne gereği var?”

Bir de adı gerçekten William Shakespeare olan bir vatandaş varmış. 81 yaşındaki bu İngiliz vatandaşının aşıdan sonraki ilk sözü şu olur:

“Bu, hayatımızın geri kalan kısmında büyük değişiklikler yapabilir.”

Yılbaşının olmazsa olmaz ritüeli olan mey faslıyla hoş seda içinde bitirelim yazımızı. E fazlası zarardır, manasında saklı ders de sıkıştırmış olalım.

Üç sincap, ağacın en üst dalında yan yana oturup çiftliğin mutfağından arakladıkları üzüm suyunu elden ele dolaştırıp içiyorlarmış. Maymun ise onları karşı ağaçtan dikkatle izliyormuş!

Üçüncü sincap kafayı bulunca ağaçtan düşmüş. Maymun hemen onun yerine geçmiş. Fakat sıra maymuna gelince şişe tekrar başa dönüyormuş!

Maymun sorar:

“Neden sıra bana gelince, vermiyorsunuz?”

Baştaki sincap:

“Sen artık içme! Demin düştün, baksana şimdi de maymuna dönmüşsün, sana yok!”

Bencağızı merak eden olmaz. Kendi kendime yol göstereyim. Pandemi dolayısıyla iki yılbaşıdır aksatmıştım. Geleneksel ritüelimiz bozulmasın diye yılbaşı yemeği için Nişantaşı taraflarına çıkacağım. Sabah yine geleneksel 1 Ocak sinemamıza gideceğim.

Bu geceye mahsus sigara ve alkolle bir araya gelmek istiyorum. Zira ikisiyle de küsüm.

Tek tek kutlayamam! Hasılıkelam dimağımda ne kadar iyilik varsa üstünüze boca olsun!

 

paylaşmanız için