19 Mayıs’tan 10 Kasım’a Mustafa Kemal’in oy oranı

Sivas Kongresi günlerinde bir gece sabaha karşı Mustafa Kemal, arkadaşı Mazhar Müfit’e kurtuluştan sonra Cumhuriyet’i ilan edeceğini, halifeliği kaldırıp laikliği getireceğini, kıyafet, harf, takvim devrimi yapacağını, kadınlara seçme seçilme hakkı vereceğini, modern eğitime geçeceğini vb. not ettirmişti. Ben dahil birçoğumuz Mustafa Kemal’in bu hedeflerini dikensiz gül bahçesinde yürür gibi birkaç günde, güle oynaya hayata geçirdiğini sanırdık.

KÖKSAL ÇİFTÇİ

Seçimler biter bitmez “oy oranı” üzerinden lider eleştirme yarışına girmeden önce yakın tarihimize göz atalım ve Mustafa Kemal o oy oranıyla neleri nasıl başarmış, hatırlayalım.

Hemen her çalışmasını hayranlıkla izlerim Yavuz Turgul’un. Öne çıkan ve beni derinden etkileyen filmi ise “Av Mevsimi”dir. Filmin deli dolu Laz komiseri tiplemesini Cem Yılmaz canlandırmaktadır. İzleyenler mutlaka anımsar, bir sahnede Cem Yılmaz, mekanında alnına silah dayadığı zanlıyı bağıra çağıra sorgulamaktadır. Hava gergindir, zanlının koruması paniğe kapılır ve onu karnından vurur. Duvara dayanarak yere yığılan Cem Yılmaz, ölmeden az önce güvenlik kamerasına bakarak eliyle gizemli bir işaret yapar. Mesai arkadaşları defalarca izlerler o kameranın görüntülerini, ama bir sonuca varamazlar. Sonunda işareti fark eden ve çözen, Cem Yılmaz’ın amiri rolündeki Şener Şen olur:

“Sizlere ‘Bakış açınızı değiştirin’ derken bu işareti ben yaparım, hatırladınız mı?”

Bakış açısı değiştirilir ve amir rolündeki Şener Şen, kısa süre içinde cinayeti çözer.

Ödünsüz Yürümek mi, Süreci Doğru Yönetmek mi?

Sivas Kongresi günlerinde Mazhar Müfit’e not ettirdiklerinden biliyoruz,[1] Erzurum’a geldiğinde Mustafa Kemal’in kafasında Cumhuriyet ilan etmek, saltanatı ve halifeliği kaldırıp laikliği getirmek, Latin harflerine geçmek, tekke ve zaviyeleri kapatmak, modern ve karma eğitimi yerleştirmek, kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermek vb. zaten vardı. Bu projeleri gerçekleştirmek için Anadolu’daki güç birliği yapmak zorunda olacağı kişiler toprak ağalarından, din adamlarından, tüccarlardan, hukukçulardan, öğretmenlerden, gazetecilerden, ve Fevzi Paşa, İsmet Paşa gibi cephede bile vakit namazlarını aksatmayan askerlerden oluşmaktaydı. Gerçek şu ki bu insanların tamamına yakını -kongre başlar başlamaz ısrarla Saray’a saygı telgrafı çektirmişlerdi çünkü- hem dindar hem de Halife ve Padişah’a sıkı sıkıya bağlıydılar.

Solda Sivas Kongresi için seçilen delegelerden bazıları, sağda kongreyi açan Erzurum Kadısı Hoca Raif Efendi.

Mustafa Kemal, mevcut kadronun duyarlılıklarını önemsedi, inanç ve beklentilerini polemik konusu yapmadı, “Fikirlerimden asla ‘ödün’ vermem!” tavrı içine ise hiç girmedi. Enerjisini ilkin, sınırlarını Mondros Mütarekesi’nin çizdiği, bizim de Misak-ı Milli adı ile bildiğimiz sözleşmeyi yadsımak yerine hem ülke kongrelerinde hem de uluslararası alanda yasallaştırmaya, girişilen hukuksuz işgale karşı Mütareke’de sınırları belirlenen vatan toprağının savunulması için sınıf ve inanç farkı gözetmeksizin her ülke insanının omuz omuza vererek silaha sarılmasını sağlama gibi yaşamsal önceliklere harcadı.

Kısacası devrimleri zamana yaydı, aklın, mantığın gereklerini yerine getirdi.

Aşağıda da görülecektir, Erzurum Kongresi’nden Mustafa Kemal’in ölümüne dek geçen süre içinde yukarıda kimlikleriyle anılan kadronun inanç ve sınıf yapısında hiçbir değişiklik olmamıştır. Konu hakkında yetkin olanlar bilir, Büyük Millet Meclisi’nin en ön sıralarını -Erzurum, Sivas kongrelerinde olduğu gibi- her zaman hacılar, hocalar, toprak sahipleri, tüccarlar, hatta tarikat şeyhleri ve benzerleri işgal etmişlerdir.

Mustafa Kemal; ödünsüzlüğü, kavgayı, gereksiz polemiği değil, süreci doğru yönetmeyi seçti ve şartlar olgunlaştıkça sözü edilen bu “tutucu” kadroya Cumhuriyet’in ilanını, halifeliğin ve padişahlığın kaldırılmasını, laikliğin kabulünü, kadınlara seçme ve seçilme hakkını ve aklınıza gelebilecek tüm diğer devrimlerini iradelerini örselemeden onaylattı, yasalaştırdı. Bununla da bizlere süreci doğru yönetmenin taviz vermek anlamına gelmediğini uygulamalı olarak öğretti.

Aşağıya olayların dökümünü yapıyor, Mustafa Kemal’in oy oranının hesaplanmasını da -konuya herkes farklı duyarlılıkla yaklaşacağından- sizlere bırakıyorum.

Erzurum Kongresi Günleri

  1. Mustafa Kemal Padişah’a Bağlılık Telgrafı Çekiyor

Yıl 1919’dur. Erzurum Kongresi’ni Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Hoca Raif Efendi açar. Delegelerin mesleki kimliği ve yüzdeleri şöyledir: “19 toprak sahibi, 15 idareci, 13 din adamı, 11 asker, 9 tüccar, 7 hukukçu, 7 eğitimci, 7 gazeteci, 2 sağlıkçı ve teknik eleman.”[2] Toprak sahiplerinin, din adamlarının, tüccarların ezici çoğunluğu teşkil ettiği bu dernek kongresine, programında laiklik, hilafeti kaldırmak, harf devrimi yapmak, tekke ve zaviyeleri kapatmak, medrese eğitimini kaldırıp karma eğitimi getirmek olan Mustafa Kemal de son anda katılmıştır.

Buna karşın Mustafa Kemal “3 olumsuz ve 4 çekimser oya karşılık 38 oyla Erzurum Kongresi başkanlığına seçilir.”[3] Peki bu nasıl başarılmıştır? Başarılmıştır, çünkü -yukarıda da söyledik- Mustafa Kemal, öncelikleri olan bir liderdir. O anki önceliği, bölgesel kurtuluş fikrinde olan kongre üyelerine Misak-ı Milli’nin önemini kavratmak, farklı bölgelerle ortak mücadele yöntemini benimsetmek ve vatanın ancak topyekun bir savaşla kurtarılabileceği gerçeğine inandırmaktır. Cepheyi geniş tutar, öyle ki bu birliktelikte eğer isterse Padişah’a da yer vardır.

Nitekim Erzurum Kongresi delegeleri kapanıştan önce Padişah’a bağlılık telgrafı çekilmesini isterler. Başkan Mustafa Kemal de bu isteği olumlu karşılar, çoğunluk kararına uyar, Saray’a “Dersaadet’e Atabe-i Felek-mertebe-i Cenab-ı Hilafetpenahiye” hitabıyla başlayıp “Sevgili Padişahımız” cümlesiyle biten bir telgraf çektirir.[4]

Sürecin ilk meyvesi, 23 Temmuz 1919’da Kongrenin Vilâyât-ı Şarkiyye Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliyye Cemiyetinin Erzurum şubesi ile Trabzon Muhâfaza-i Hukuk-ı Milliyye Cemiyeti birleştirerek Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adında yeni bir cemiyet kurulması, ikinci meyvesi ise Mustafa Kemal’in bu cemiyete başkan seçilmesidir.

  1. b) Sivas’a Gidecek Temsilcilerin Arasında Tarikat Şeyhi de Var

7 Ağustos 1919. Erzurum Kongresi’nin son günü. Oylama yapılır ve Sivas Kongresi’ni organize edecek delegeler seçilir. Dikkatinizi çekmek isterim, bunlardan Rauf Bey dahil hiçbiri Mustafa Kemal’le aynı fikirde olan insanlar değillerdir:

“Bu Temsil Heyeti’ne şu zatlar seçilmiştir: Mustafa Kemal: Eski asker, Rauf: Eski Bahriye Nâzırı (manda yanlısı, emekli bahriyeli), Raif, Eski Erzurum Mebusu (din adamı), İzzet: Eski Trabzon Mebusu, Servet: Eski Trabzon Mebusu, Şeyh Fevzi: Erzincan Nakşibendî Şeyhi, Bekir Sami: Eski Beyrut Valisi (manda yanlısı, Sivas’ta katıldı), Sadullah: Eski Bitlis Mebusu, Hacı Musa: (Mutki Aşiret Reisi).”[5]

Solda Mustafa Kemal, Nakşibendi Şeyhi Fevzi Efendi ve Sivas Kadısı Hasbi Efendi ile, sağda Mukti Aşireti Reisi Hacı Musa.

Pek çoğunuzun, kurtuluş savaşı başlatmak için kendini ateşe atmış Mustafa Kemal’in bir din adamıyla, bir Nakşibendi şeyhiyle, bir Mutki Aşireti Reisi ile yan yana gelmiş olmasına anlam veremediğini, hatta kabullenemediğini gözlemlerime dayanarak tahmin ediyorum. Z Kuşağ,ı bu paradoksu “Hayaller Angelina Jolie, gerçekler …” argo söylemiyle açıklamaktadır.

Oy oranını tahmin etmeyi sizlere bırakıyorum.

Sivas Kongresi Günleri

  1. Üyelerin Ezici Çoğunluğu Manda İstiyor

Mustafa Kemal, asıl karabasan günlerini Sivas Kongresi sürecinde yaşar. Bir ara tahminime göre oy oranı %1’lere kadar iner. Amerikan Mandası istendiği günlerdir o günler. Karakol Cemiyeti bir yandan, Reddi İlhak Cemiyetleri bir yandan,[6] Halide Edip bir yandan telgraf yağmuruna tutarlar Mustafa Kemal’i. Tek başınadır. En acısı da en güvendiği kişiden, Albay İsmet’ten (İsmet İnönü) aldığı telgraflardır.

Albay İsmet’in o günkü ruh halini şöyle anlatır Karabekir:

“Pek eski ve pek samimi arkadaşım İsmet çok bedbindi.

-Gördün mü Kazım? Her şey mahvoldu. Vaktiyle gördüğümüz gibi sürüklediler ve bitirdiler. Derdin ki batıracaklar ve hayatımızla biz didişeceğiz. Fakat benim hiçbir ümidim kalmadı. Ben kararımı sana söyleyeyim mi Kazım. Köylü olalım. Askerlikten istifa edelim. Senin kaç liran var. Birleşelim Kazım Ağa, İsmet Ağa olalım. Çiftçilikle hayatımızı sürükleyelim.”[7] 

  1. b) Albay İsmet (İnönü) Bile Manda Konusunda Israrlı

Osmanlı, Almanya, Avusturya-Macaristan üçlüsünün yenemediği İngiltere’yi tek başımıza ve karnını doyurmakta zorlanan köylülerle yenmemizin olanaksız olduğuna inanan Albay İsmet’in Sivas’a, Kongre Başkanı olan Mustafa Kemal’e iletilmesi ricasıyla yazdığı uzun telgraf metninde şu ibareler vardır:

“İstanbul’da bir müddetten beri hangi mandayı arzu etmeliyiz diye faalane cereyanlar vardır. … Ekseriyet diye ifade olunabilecek bir kitle de (yahut benim tanıdıklarımın ekseriyeti) Amerikan mandasını, parçalanmış bir Türkiye’yi toptan deruhte etmek üzere tercih ediyorlar.”[8]

Karabekir de Mustafa Kemal ile aynı görüşte değildir. O bir türlü, Amerikan Mandası’nı mı seçmeli, Sovyet himayesine mi sığınmalı ikileminden çıkamamıştır henüz.

Uzun müzakereler sonucunda Genel Kurula “Misak-ı Milli” gibi yaşamsal öneme sahip konuları içeren on maddelik kararlar aldırmayı başarır Mustafa Kemal. Bunun bedeli de ikinci ve beşinci maddedeki: “yüce hilafet ve saltanat makamının korunması” ifadesi olur. Çünkü bunlar olmadan Genel Kurulun diğer maddelere onay vermeyeceği herkesçe bilinmektedir.

Kısacası Sivas Kongresi’nde, tam bağımsızlık ilkesini Mustafa Kemal’den başka neredeyse savunan kimse kalmamıştır.

Oy oranını tahmin etmeyi sizlere bırakıyorum.

Büyük Millet Meclisi’nin Kurulduğu Günler

  1. Büyük Millet Meclisi Dini Ritüellerle Açılıyor

Mustafa Kemal Büyük Millet Meclisi’nin açılış programının Sivas’ta ortaya çıkan gerçeklik göz önünde tutularak oluşturulmasını ister. 21 Nisan 1920 tarihli Genel Kurmay arşivinde sözü edilen programın güncellenmiş halinin ikinci maddesi şöyledir:

“2- Vatanın istiklali, yüce Hilafet makamının ve Saltanatın kurtarılması gibi en mühim ve hayati görevleri yerine getirecek Büyük Millet Meclisi’nin açılışını Cuma gününe denk getirerek Cuma gününün kutsallığından yararlanılacak, açılıştan önce bütün Sayın Milletvekilleriyle Hacı Bayram-ı Veli Cami-i Şerifi’nde Cuma namazı kılınacak, Kur’an’ın nurlarından ve salavat-ı şeriflerden feyz alınacaktır. Namazdan sonra sakal-ı şerif ve Kutsal Sancak taşınarak Meclis’e gidilecektir. Özel Daire’ye varmadan dualar eşliğinde kurbanlar kesilecektir.”

Birinci Meclis, Mustafa Kemal önderliğinde tüm dini ritüeller uygulanarak açılıyor.

Bu ve benzeri Genel Kurul duyarlılıklarına özen göstererek “Amerikan Mandası” belasını güç bela savuşturmuştur Mustafa Kemal. Ne var ki bambaşka bir sorunla karşı karşıyadır şimdi. O sorun, Meclis üyelerinin ezici çoğunluğunun -ki bunların yarısını komünistler, diğer yarısını ise dindarlar oluşturmaktadırlar- “Kurtuluş komünizmdedir, Bolşevik olduğumuzu ilan edelim, muzaffer Sovyetlere tabi olalım!” fikriyle baskı kurma sorunudur. Açıkça söylememiştir kuşkusuz, ama Mustafa Kemal bu “Bolşevik” sorununu sanki “Amerikan Mandası” ile eş tutar gibidir.

  1. Mustafa Kemal: Komünizme Evet, Bolşevizm’e Hayır!

Şu bilinmelidir ki Mustafa Kemal Sovyet Rusya ile ilişkilerin hiçbir zaman, hiçbir gerekçeyle bozulmasından, kopmasından yana olmamıştır. Öyle ki süreç içinde iki ülke arasında -Kars, Ardahan gibi kentlerin istenmesi benzeri- ağır sorunlar yaşanmasına karşın gene de bu tavrını değiştirmemiş, hatta ölünceye dek bütün Sovyet yönetimleriyle dost kalmayı sürdürmüştür.

Öte yandan Mustafa Kemal’e göre Bolşevik olmak komünist olmakla aynı şey değildir.

Eğer 1920’lerde yaşıyorsanız ve devlet yönetimi tercihinizi Bolşeviklikten yana kullanmak istiyorsanız, üyesi olacağınız Komintern’in emrine girmeniz ve onun sizin için hazırladığı programı uygulamayı tartışmaksızın kabul etmeniz gerekiyordu.

Mustafa Kemal işte bu nedenle “komünizme evet, bolşevizme hayır” demişti.

  1. Sovyetler Komünist Mustafa Kemal’i Küçük Burjuva İlan Ediyor

Önce Mustafa Kemal’in Hakimiyet-i Milliye başyazılarına göz atalım ve komünizm hakkındaki düşündüklerini görelim. Diyor ki Mustafa Kemal:

“Hakimiyet-i Milliye tanzimatçı ruhlu taklit komünizmin değil, Türk ve Anadolu sosyal yapısının istediği hakiki ve feyyaz bir komünizmin savunuculuğunu yapmayı, Türkiye’yi hakiki bir selamete çıkarmak işinin esası ve temeli addeder.”[9]

“Madem ki bu gayeyi temin edecek vasıtaların en iyisinin komünizm olduğu muhakkaktır, Hakimiyet-i Milliye tabii ki onun en hararetli savunucusudur.”[10]

“Anadolu’da Rusya’daki tarzda haşin ve kanlı bir proletarya diktatörlüğü tesisine lüzum kalmaksızın komünizm meydana çıkacak ve belki de imha (iç çatışma) için sarf olunan kuvvetler ihyaya tahsis edileceği için, Anadolu komünizmi daha feyyaz, daha bereketli neticelere doğru gidecektir.”[11]

Ülkeye özgü bu komünizm anlayışını dönemin Sovyet yöneticileri Lenin’in kurucu önderi olduğu III. Enternasyonal’e, yani diğer adıyla Komintern’e başkaldırı gibi algıladılar, Mustafa Kemal’i komünistler listesinden çıkarıp proletarya diktatörlüğünü reddeden antiemperyalist küçük burjuva devrimcisi ilan ettiler. TKP gibi Komintern üyesi olmuş ya da İştirakiyun Fırkası gibi üyelik umudunu henüz yitirmemiş tüm Türk komünist örgütler de bu tanımlamayı sorgulamaksızın içselleştirdiler.

  1. Meclis Üyelerinin Neredeyse Tamamı Bolşevik Olmak İstiyor

Gelelim Mustafa Kemal’i en çok uğraştıran, hırpalayan “Bolşevik olalım!” isteklerine. Daha ikna edici olacağını düşündüğümden konuyu araya girmeden, genel kabul görmüş kaynaklardan alıntılar yaparak vermek istiyorum:

  • Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi:

Yıl 1920. Yunan Ordusu’nun Sakarya üzerinden ilerlediği, başkentin Ankara’dan Sivas’a taşınmasının gündeme getirildiği günlerdir o günler.

“O günlerde Aydınlı Sarı Hüseyinoğlu Ahmet Bey, arkadaşı Yunus Nadi Abalıoğlu’na şöyle yazar: Yunanın kovulması uğruna, vicdanen inanmadığım Bolşevikliğin memleketimizde egemen olmasına ve bütün mal mülkümüzden bize zerre kalmamasına razıyım.”[12]

“Anadolu’daki en tutucu ve gerici çevrelerde bile, Bolşevikler bir kurtarıcı olarak gözükmeye başlar?”[13]

“1920 baharında, Bolşevik kuvvetleri Kafkasya’ya doğru ilerlerken ‘ünlü milliyetçi’ Hamdullah Suphi, Bolşevik olunmasını ve Kızıl Ordu desteğine dayanılmasını ileri sürer ve bu görüş Meclis’te rağbet görür.”[14]

  • Falih Rıfkı Atay, Çankaya:

“Gümrü Antlaşmasını yaptık. Ermenistan’ın Bolşevikliği de sağlanmış olduğu için Lenin, Mustafa Kemal’e dostça ve tutarca bir telgraf çekti. Menşevik Gürcistan elindeki Ardahan, Artvin, Ahıska ve Batum’u almıştık. … Bu zaferle Ankara’nın itibarı kadar Rus sevgisi de artmıştı. Bir hayli milletvekili rejimin hâlâ komünistlikte ayarlanmamasından şikayetçi idiler. ‘Ne bekliyoruz? Niçin komünizmle halka yeni bir ruh aşılamıyoruz? Hangi mal, hangi servet kaldı ki korkalım?’ diyorlardı.”[15]

Solda TKP’si üyeliğe kabul edilmeyen Mustafa Kemal, ortada Komintern toplantısı, sağda TKP’si üye alınan Mustafa Suphi.
  • Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet:

“Kazım Karabekir Paşa ile görüşen Eski Zor Mutasarrıfı Salih Zeki yoldaş, şu hususları bildiriyordu: ‘Varlığımızı korumak ancak Bolşevikliği kabulle mümkündür.’”[16]

“Meclisin 28 Nisan günlü toplantısında:

“Hamdullah Suphi Bey (Antalya): …İman ediyorum ki memleketimizdeki istilacı hain kuvvetleri kovmak için bizim en tabii yardımcımız gelen Bolşevik kuvvetleridir.[17]

“Besim Atalay Bey (Kütahya): Büyük Peygamberimiz diyor ki; dini ve müslümanlığı, ondan olmayan bir takım insanlar sağlayacak ve pekiştirecek. İşte Allah o kuvveti bize gönderiyor. Biz Bolşeviklere yaklaştıkça şeriata daha fazla yaklaşıyoruz.”[18] (s 269)

“Kuvayı Seyyare Komutanı (Çerkez) Ethem Bey ‘Bolşevizm cihanı istila edecektir. Biz onu layık olduğu hisle karşılayıp kabul edersek memleket herhalde mesut olacaktır’ diyordu.”[19] (s 288)

“Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey: ‘Ben Bolşevizm akımına karşı değilim. … Bolşeviklerin güttükleri amaçlar insancıldır. … Bizim dinimizdeki hükümler de zaten bunu emreder.  Dinimizde bu vardır.’”[20]

“Tunalı Hilmi Bey (Bolu): İnanınız ki, ben eskiden beri Bolşeviklikten yanayım. (Gülüşmeler, alkışlar)”[21]

“Refik Koraltan Bey: Oradan (Bolşevik Yeşil Ordu’dan) bir el uzatılıyorsa neden tutmayalım.”[22]

“(Vekil) Vakkas Ferit Bey, Meclis binasının karşısındaki Belediye Bahçesi’nde masa masa dolaşarak komünizm lehine konuşmalar yapıyor, komünizmin tek kurtuluş yolu olduğuna onları inandırmaya çalışıyordu. … Komünizm işareti sayılan kırmızı renk moda olmuştu. Çok kimse kalpaklarına kırmızı işaret, boyunlarına kırmızı kıravat takıyordu. Manisa Mebusu (Çerkez Ethem’in abisi) Reşit Bey her yerde, açıkça komünizm lehine konuşuyor, Denizli Mebusu Hakkı Behiç Bey milli mücadeleyi kazanmanın ancak Bolşevizm ile mümkün olabileceğini tekrarlıyordu. ”[23]

Bu kadarla yetinelim. Fazlası tekrar olur çünkü.

Anayasa Yapma Günleri

Anımsayınız, Sivas Kongresi günlerinde bir gece sabaha karşı Mustafa Kemal, arkadaşı Mazhar Müfit’e kurtuluştan sonra Cumhuriyet’i ilan edeceğini, halifeliği kaldırıp laikliği getireceğini, kıyafet, harf, takvim devrimi yapacağını, kadınlara seçme seçilme hakkı vereceğini, modern eğitime geçeceğini vb. not ettirmişti.

Ben dahil birçoğumuz Mustafa Kemal’in bu hedeflerini dikensiz gül bahçesinde yürür gibi birkaç günde, güle oynaya hayata geçirdiğini sanırdık.

Meğer kazın ayağı öyle değilmiş; işte iki örnek:

1- Padişah, halife olarak -Sivas Kongresi’nde alınan karar gereği- tahtında hâlâ oturduğundan Mustafa Kemal, 1921 Anayasası’na “Türkiye Devleti” ibaresini ancak koydurabilmişti. Sabırla bekledi. Vahdettin İngiliz gemisine binip gitti, Meclis çoğunluğu son umut bu kez de 19 Kasım 1922’de Abdülmecit’i halife seçmeyi tercih etti. Ancak halifelik sürecinde Abdülmecit’in emperyalistlerle sıcak ilişkiye geçmesi, kendini Meclis’in üstünde görmesi ve bazı vekillerin bu yeni halifeye bağlılık göstermesi en tutucu vekillerin bile direncini kırdı. Beklediği gün nihayet gelmişti, Mustafa Kemal’in yönlendirmesiyle 3 Mart 1924 günü teklif verildi, -itiraz edecek yalnızca bir milletvekili kalmıştı artık- hilafet ve saltanat kaldırıldı. Üç yıllık gergin bekleyişin sonunda Mustafa Kemal, “laiklik” ilkesini 1924 Anayasası’na sonunda koydurmayı başardı.

2- Mustafa Kemal, kadınlara seçme ve seçilme hakkının kurtuluşun ilk gününden beri anayasaya konmasını istiyordu. Taraftarı öyle azdı ki mecliste, reddedileceğinden emin olduğu için 1921 anayasası yapılırken adını bile anmadı bu yasanın. 1924 Anayasası yapılırken umutlanmıştı, “her kadın, erkek Türk, seçme seçilme hakkına sahiptir” ibaresini içeren bir yasa önerisi hazırlattı. Ne var ki Meclis Genel Kurulunun ezici çoğunluğu gene onun karşısında oy kullandı ve tasarıyı “her erkek Türk” ibaresi olarak yasalaştırdı. Vazgeçmedi. “Gericiliğe asla ‘ödün’ vermem!” tavrını da takınmadı. Tam 10 yıl bekledi. Süreci her zaman yaptığı gibi doğru yönetti, 1934’te de amacına ulaştı. Bu da işte o başarının belgesi:

“Madde 10.- (1924’deki Özgün hali) On sekiz yaşını ikmal eden her erkek Türk mebusan intihabına iştirak etmek hakkını haizdir.

Madde 10.- (Değişik: 5/12/1934 – 2599 S. Kanun/md. 1) Yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçmek hakkını haizdir.

Madde 11.- (1924’deki Özgün hali) Otuz yaşını ikmal eden her erkek Türk, mebus intihap edilmek salâhiyetini haizdir.

Madde 11.- (Değişik: 5/12/1934 – 2599 S. Kanun/md. 1) Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçilebilir.”[24]

Mustafa Kemal kadınlara seçme ve seçilme hakkı verebilmek için 10 yıl beklemişti.

Sonuç olarak:

Yalnızca kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi konusundaki tutumu bile bizim  gerçek Mustafa Kemal’i tanımamız için yeterlidir. Unutmayın, o bir süper kahraman değildir!

Yukarıdaki örneklerden anlıyoruz ki Mustafa Kemal’in Meclisteki oy oranı çoğunlukla %50’nin üstünde olmamış. Gerçek bu iken nasıl olmuştur da bu insan kavga dövüş etmeden aklındaki devrimleri Meclisin ezici çoğunluğunu oluşturan muhaliflerine tek tek onaylatmış, yasalaştırmıştır?

Ben bunu şu ilkelere bağlıyorum:

Bir: Geniş kitlelerin inancını ve siyasi görüşünü küçümsememiş, onları bundan ötürü kınamamış ve ne kadar -hilafeti kurtarmak, padişahı kurtarmak türünden- kabul edilemez yapıda olursa olsun topluca aldıkları kararlara -kuşkusuz itiraz etmiş ama- içtenlikle uymuş. Bunu, davaya ihanet etmek, fikrinden ödün vermek olarak görmemiş.

İki: Süreci zamana yayarak doğru yönetmiş.

Üç: Hepsinden önemlisi, psikolojik üstünlüğü asla kaybetmemiş.

Naçizane önerim şudur: Siz de bakış açınızı benim gibi değiştirin, Mustafa Kemal’inkine uyumlu hale getirin, hep birlikte kazanalım!


[1] Mazhan Müfit Kansu, Atatürk’le Beraber I, s 130-132 arası, TTK, 1997

[2] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, s 1, TTK, 1994

[3] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, s 1, TTK, 1994

[4] Kazım Karabekir. İstiklal Harbimiz 1, s 92-93, YKY, 2008

[5] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam 2, s 112, Tekin, 1999

[6] Doğan Avcıoğlu: “İlhakı Red Heyet-i Milliyesi kurulu üyelerinin bulduğu çare, işgalin Yunanistan tarafından değil de Amerika, Fransa, İngiltere ya da İtalya gibi devletler tarafından yapılmasıdır.”, Milli Kurtuluş Tarihi 1, s 19, Tekin, 1977

[7] Karabekir. İstiklal Harbimiz 1, s 6

[8] Karabekir. İstiklal Harbimiz 1, s 63

[9] Hadiye Bolluk, Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi,  s 84, “Cereyanlar”, Kaynak, 2003

[10] Bolluk,”Cereyanlar”, s 86

[11] Bolluk, “İki Komünizm”, s 90

[12] Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 2, s 429

[13] Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 2, s 430

[14] Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 2, s 432

[15] Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, s 41-42, Yeni Gün, 1999

[16] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, s 283, İş Bankası, 2021

[17] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, s 269, İş Bankası, 2021

[18] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, s 269, İş Bankası, 2021

[19] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, s 288, İş Bankası, 2021

[20] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, s 289-290, İş Bankası, 2021

[21] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, s 272, İş Bankası, 2021

[22] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, s 277, İş Bankası, 2021

[23] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, s 278-279, İş Bankası, 2021; F. Kandemir, Atatürk’ün Kurduğu Komünist Partisi, s 21, 1965

[24] https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1924-anayasasi/