Börtü Böceğin, Cümle Canların Sevgisiyle Coşkun Olan Bir Bekir

Engin hümanizmasıyla tabiat içindeki insanı, börtüsü böceğiyle, kedisi köpeğiyle cümle canlı cansız âlemi sarıp sarmalayan, güzel yurdunu cumhuriyet gelinliğiyle giyindirme yolunda bir ömür harcayan ustanın son sözleri vefasızlık üzerine mi olmalıydı?

 

 

SAMİ GÜNAL

Şairler, hayatın anlamı için çok gerekli insanlardır. Hayatın güzelliği, şairlerin yanılma olasılığının düşüklüğü üzerine kurulur. Şair der ki bekleyin çocuklar, handiyse düşlerinizdeki o motorları süreceğiz maviliklere…

Şairin yanılma olasılığını küçük tutacak olursak hayatın güzelliğine büyükçe inanacağız demektir. Romantizme elbette inanacağız! İnanmaya devam edeceğiz etmesine de kelimelerle kurulan efendilik cumhuriyetindeki o ulvi hayaller örgütlü cehaletin tahakkümü altında paramparça şimdilerde!

Aldın bir avuç dolusu kelimeyi tutuyorsun öylesine! Elinden alacak olan mı var; savur kâğıt üzerine. Gördün ki yeşilden sarıya evrilen başağa sarılmış buğday çokluğu gibi birbirlerine benzeşmekteler. Onlara bir tat vermek gerek! Bir başlarına kifayetsiz bile olsalar sözcükleri tatlı kılan şey, bir ustanın dimağından çıkan komutlu diziliş hâlleridir.

O en naif komutların cömert ustalarından birisinin adı, kelimelerin efendisi olan Bekir Coşkun idi.

Kelimelerin efendisi, sanki son demlerini çektiğini bilir gibi:

“Yazı bilmem / Yazarım, yazı bilmem / Bu yaz böyle geçti / Gelecek yazı bilmem”

Yaşamla ölüm arasındaki mesafeyi “şiir metresi”yle ölçümlerken dünya bu ya, meğerse dost kavramı içine giren zevatlar, o malum “vefa”nın bir semt adından ibaret olduğunu ona da öğretmişler bedenini saran o ağır acılar içindeyken. Olmaz şeylere alıştık da bu kadarını da beklemezdim hiç!

Engin hümanizmasıyla tabiat içindeki insanı, börtüsü böceğiyle, kedisi köpeğiyle cümle canlı cansız âlemi sarıp sarmalayan, güzel yurdunu cumhuriyet gelinliğiyle giyindirme yolunda bir ömür harcayan ustanın son sözleri vefasızlık üzerine mi olmalıydı?

“Bazen diyorum ki iyi ki hasta olmuşum. Bir şarkı var ya hani:

‘Ben yoruldum hayat, gelme üstüme / Gözümden gönlümden düşen düşene’

Ne kadar doğru bir lafmış, dedim. Çevremden döküldü insanlar; bu gitti dediler. Çünkü bu hastalıktan yakasını kurtaran çok az… Bir an baktım çevreme şoklar geçirdim. En yakın bildiğim dostlar kayboldular. Ama gerçek dostlarımı o zaman anladım. Bunların başında Emin Çölaşan gelir.”

Sonunda gitti işte!

20. Asır’da ölüm acısının -kahırlı bir dille- ancak bir yıl süreceği sitemine duran şairin naif yanılgısına inanıp avunmak isterdim. Asır 21’inciye geldi. Şairin yanılgısının eksiltilmiş hâline bile razıyken gerçek odur ki insan daha ölmeden unutulurmuş.

Benimkisi çocukluktan kalma bir yaradır. Nerde, ne zaman gerçeğe çıra olan bir aydının ışığı sönüverse topyekûn içimin yangını yekinir. Değil ki çocukluğumdaki o darağaçlarını, büyümüşken bile yıkmaya gücüm yetmedi haksız yere icat edilen zindan kapılarını.

O korkunç çocukluk günlerinden çıktım da yüzüm mü güldü? Savcı Doğan Öz’den, Tanilli’nin yarım bırakılışından, Bedrettin Cömertlerin o fotoğraftaki yüzükoyun yok edilişlerinden bu yana yüreğim çokça burkulur benim! Hem de olur olmaz çağrışımlarda bile burkulur.

Şu iki üstteki paragraflarım birer yazı sanatı yerleştirmesi değildir. Tam içtenliklidir. Çocukluktan bu yana derinden yanarak büyüdü bu can. Hokkabazken bile yanıyorumdur zira hep canlıdır yaram. Cümle âlem yangınlarımı örtülerim. Aksi takdirde divane demelerinden korkarım.

O motorlar, o maviliklere, insanları döke döke mi sürülecekti? Döke döke insansız kurulan düzenin adı “yurt yeri” olmaz; olsa olsa boş ütopya olurdu, o da işe yaramaz.

Kızılca doğan yaz güneşlerini, kızıl batışına kadar seyreylediği Cunda’sındaki “yaz” mevsimini “kelimelerin ustası” efendiliği içerisinde “Yazarım yazı bilmem” diye cinas sanatına tabi tutan; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ünün emaneti olan “kimsesizlerin kimsesi” o ulu cumhuriyet idealinin yılmaz savunucusu; çağdaşlıktan yana olan herkesin “abisi” Bekir Coşkun, vefayı bilen bilmeyen dostları arasındaki son geçidini sonbaharda yapacağını imgelermiş de bizler inanmazmışız.

“Komşunun radyosunda her sene bu mevsimde durmadan çalan yine o hüzzam şarkı var:

‘Böyle mi esecekti bu mevsimde bu rüzgâr / Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar’”

Ne ki ustanın Pako’sudur (köpeği) vefalıdır; ne ki insanız vefa esastır! Yeniden yeniden yanılıp yanılıp yine de dost bildiklerine nedense her daim inanır olan bendeniz, Pako kadar bile olamayan dostlar arasına bıraktığı saflığını istemese de kökünden dinamitledi bile.

 

 

paylaşmanız için