Roman Çevirmenleri… Edebiyat Dünyasının İsimsiz Kahramanları -1

“Çevirmen işin sonunda özgün metni dört-beş kez okumuş oluyor. Bu da haliyle bir bıkkınlık hissi, bir yabancılaşma yaratıyor. Editörlük kurumu da burada devreye giriyor. Çevirmenin metne fazla yakınlaşmaktan artık göremediği şeyleri, beyninin kısa devre yaptığı yerleri yakalayıp ona gösterebilecek, gerekli kişilik özelliklerine ve yeteneklere sahip iyi editörlerimizin sayıca artması çok önemli.”

LEYLA TUNÇ YELTİN

Çoğunlukla kitap değerlendirmesi yaptığım bir sayfa burası. Arada başka konulara da kaydığım oluyor evet, ama kitap hayatımda da Eskimiyen’deki köşemde de öncelikli.

Hal böyle olunca, bu köşenin okurlarının da kitap sevdiğini düşünüyorum (umuyorum). Doğaldır ki okumayı seven bir insan er ya da geç çeviri kitap okuyacaktır.

Yabancı dilde yazılmış bir kitabı kaçımız özgün dilinde okuyabiliriz? Dünyanın giderek küçüldüğü; her kıtadan, her ülkeden, çok çeşitli dillerde yüzlerce kitabın basıldığı günümüzde kaç dilde zevkine vararak edebi okuma yapabiliriz? Ana dilimiz dışında belki bir, belki iki, hadi bilemediniz üç.

İyi bir okur isek çeviriye ihtiyacımız var.

Antoine de Saint Exupery tarafından yazılmış olan “Küçük Prens” (1943) tam 382 dile çevrilmiş. Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” (1998) 60 dile; Kazuo Ishiguro’nun “Beni Asla Bırakma” (2005) ise 52 dile çevrilmiş.

Kabul edelim, dünyanın neresinde yaşıyor olursak olalım biz kitapseverler çevirmenler olmadan yapamayız.

Çevirmenlik çok boyutlu bir meslek, ama yazımızın konusu edebiyat çevirmenliği

Konuşarak yapılan çeviriler var; örneğin simultane (eş zamanlı), konsekütif (ardıl) tercüme. Hem çok mühim hem zor meslekler. Değerli kâğıt çevirileri, yeminli tercümanlık, teknik/mesleki çevirmenlik, altyazı çevirmenliği diye bir dal… çeviri hizmetinin çok çeşitli türleri ve o türlerde hizmet veren çevirmenler var.

Ben, giriş kısmından da anlaşılacağı gibi yazımda sadece edebiyat çevirmenlerine yer veriyorum.

Yazı iki güne yayılacak. Ve bu sefer sözün büyük kısmı bende olmayacak. Edebiyat çevirisi konusunda tecrübe sahibi iki çevirmeni konuk edeceğim bu köşede: Kıvanç Güney ve Tamer Çetin.

Onları emek emek arayıp bulmuş, dil dökerek söyleşiye razı etmiş değilim. İkisi de uzun yıllardır arkadaşım. Rica ettim, sağ olsunlar beni kırmadılar.

Bugün önce çeviri ve çevirmenler hakkında kendi meramımı anlatacağım biraz. Sonra çevirmen konuklarımdan, çevirirken nasıl bir sistem uyguluyorlar onu öğreneceğiz. En sonda da kendilerini kısaca tanıtacağım.

Soru/cevap kısmının ana gövdesi yarın. Yarın bir de şiir sevenler için küçük bir sürprizim olacak.

Roman çevirmeni kimdir?

Bilginin, hayal gücünün, yeni ve farklı dünyaların hikâyelerini bir yerden alan ve bize aktaran kişidir. Dünyadaki iletişimi güçlendirir, farklı kültürlerin birbirini tanımasını sağlar.

Edebiyat çevirmeninin amacı, okurlara, roman sanki özgün olarak Türkçe yazılmış gibi hissettirmektir. Bunun için, bir yandan yazılanları tam olarak çevirip aktarırken, bir yandan da roman akışını, romanın büyüsünü koruması gerekir.

Deyimler, özgün kültüre ait atıflar, şakalar, kelime oyunları, argo kelime ve deyişler hep çevirmenin önünde aşılması gereken engellerdir.

Eğer çevirmen bu engelleri başarıyla aşarsa, okurlara yepyeni bir dünya tanıtır. Öyle bir romanı okumanın zevkine doyum olmaz.

Kötü çeviriler de oluyor maalesef

Otomatik çeviri programlarının üzerinde biraz oynama yaparak bir kitap çevrilmiş olmuyor. Olsa olsa, tuhaf, anlaşılmaz hatta ürkütücü bir “şey” yaratılmış oluyor.

Bu dediğim en vahimi. Neyse ki çok sık rastlanmıyor.

Ama özensiz çeviri, üstünkörü redaksiyon, sanki her satırda gözünüze beyninize iğneler batıyormuş gibi ilerleyen (ilerlemeyen) sayfaları da biliyoruz maalesef.

Kötü çeviri nedir: İlla özgün metinden ciddi sapmalardan bahsetmiyorum. O da var, ama zaten öyle olunca kötü değil yanlış çeviri diyoruz. Konu sadece metnin yüksek ve güzel bir dili olmaması da değil. Çünkü kimi yazarın özgün dili kuru olabilir.

Kötü çeviri anlaşılmaz, karışık, dilbilgisi hataları içeren, anlamı kaymış, okuyucuyu üzen, akmayan, tökezleyen bir metindir.

Çeviri doğru, anlaşılır olmalı; son metin “çeviri kokmamalıdır”. Yani okuyucuya özgün dili Türkçeymiş gibi gelmelidir.

Çevirmen ve editör ikilisinin uyumlu ve eşgüdümlü çalışması şarttır. Doğrusu Türkiye’de çok iyi çevirmenler ve editörler var. Çoğunun emeğinin, alın terinin ürünlerini okumuşumdur. Hepsine teşekkür ediyorum.

Gerçekten zor bir meslek

Edebiyat çevirmenliğinin diğer çevirmenlik türlerinden farklı ve daha zor olduğunu düşünüyorum. Çevirmek gereken metnin büyüklüğü ilk zorluk olsa gerek. İşin başına oturduğunuzda önünüzde yüzlerce sayfa var.

Bir yandan da hem özgün metne sadık kalmak hem de özgün metnin uyandırdığı duyguları, sevk ettiği akıl yürütme ve düşünceleri başka bir dilde, çok farklı kelime ve deyimlerle anlatmak lazım.

Çeviri edebiyat, okuyucuyu dünya edebiyatı ile tanıştırarak, onun diğer ülkelerin tarihlerini, siyasi ve sosyal olayları, o topraklarda yaşayanların dünya görüşlerini, kültürlerini, örf ve adetlerini anlama şansı verir. Okuyucunun ufkunu genişletir. Yani edebiyat çevirmenleri –iyi edebiyat çevirmenleri- bizlere başka ülkelerin ve zamanların (bilim kurgu ve fantazya türlerinde de başka dünyaların, başka evrenlerin) kapılarını açar.

Farklı, uzak, marjinal kültürlerle ilgili çeviri yaparken, çevirmen aslında yazarın vermek istediği mesajı anlayan; bu mesajı, çeviriyi yaptığı dilin kültürüne aktaran; bunu yaparken de eserin özgün kültürünün hassasiyetlerini ve farklılıklarını aklında bulunduran kişidir.

Çevirdiği kitabın özgün dilini bilmek şarttır. Ama çeviriyi yaptığı dile (bu çoğunlukla –ve en iyisi- ana dili olsa gerektir) okuyucuların ortalamasından daha yüksek bir düzeyde hâkim olması gerekir.

Peki değerleri biliniyor mu dersiniz

Kısa cevap: Hayır! Hatırlarsınız, “Bitkilerin Bildikleri” adlı kitabı değerlendirdiğim yazıda; yayınevinin çevirmenin adını ön kapağa yazma ve kitap içinde iki satır bilgi verme zahmetine katlanmadığını görmüştük birlikte.

Ücretlendirme, teslim süreleri hep sıkıntılı. Hele İngilizce’den Türkçe’ye gibi pek çok kişinin rahatlıkla yapabileceği düşünülen, hatta çeviri programları ile altından kalkılabileceği sanılan dil çiftlerinde ücretlendirme daha vahim hale geliyor. Sadece çevirmenlik yaparak geçinmek zor.

Meslekte çevirmenlerin haklarını korumaya ve çevirilerin düzgün olmasını sağlamaya çalışan kurumlar var. Çeviri Derneği, Türkiye Çevirmenler Derneği (TUÇED), Uluslararası Çevirmenler ve Çeviri Kuruluşları Federasyonu (TUÇEF)… ve belki de kısa araştırmam sonucu rast gelmediğim başka kurumlar. Özellikle edebi çeviriler konusunda faaliyet gösteren bir de meslek kuruluşuna denk geldim; o da Çevirmenler Meslek Birliği (Çevbir).

Umarım tüm bu kurum ve kuruluşlar genellikle göz ardı edilen, az ücretlendirilen ve daimi bir zaman kısıtı ile çalışan çevirmenlerin mesleki sıkıntılarında destekleyici oluyorlardır.

Söyleşi yaptığım ve yıllardır sektör içinde yer alan iki çevirmen arkadaşımın görüşleri de roman çevirmenlerinin işinin kolay olmadığı yönünde. Söylediklerini tekrar etmeyeyim. Hemen aşağıda sözü konunun uzmanlarına veriyorum zaten.

Evet sıra geldi köşemin bugünkü konukları Kıvanç GÜNEY ve Tamer ÇETİN’e

SORULAR VE CEVAPLAR

Sistemin nasıl? Kitabın tamamını okuyup fikir sahibi mi oluyorsun önce? Yoksa doğrudan çevirmeye mi başlıyorsun?

Kıvanç Güney:
“Çeviriyi kabul etmeden önce kitabın bir bölümünü okumuş oluyorum zaten. Çeviriye başlamadan önce de tamamını okuyup kitap ve yazar hakkında ufak bir araştırma yapıyorum.

“Bugüne kadar, zevk için bile kitap okuyacak durumda olmadığım ya da kitap altı yüz sayfa civarında olduğu için günde beş-on sayfa okuyarak çevirdiğim en fazla üç-dört kitap oldu. Tuhaf bir şekilde, son kertede fazla bir şey fark etmediğini gördüm.

“Yine de tercihim kitaba ilk baştan tümüyle hâkim olmak. Çünkü, mesela, son sayfadaki bir şey nedeniyle ilk sayfadaki tek bir kelime değişebiliyor. Ve aylar boyunca bu gibi şeyler insanın aklını kurcalayabiliyor.

“Sistemden bahsetmişken editörlere de değinmek lazım. Çevirmen işin sonunda özgün metni dört-beş kez okumuş oluyor. Bu da haliyle bir bıkkınlık hissi, bir yabancılaşma yaratıyor. Editörlük kurumu da burada devreye giriyor.

“Çevirmenin metne fazla yakınlaşmaktan artık göremediği şeyleri, beyninin kısa devre yaptığı yerleri yakalayıp ona gösterebilecek, gerekli kişilik özelliklerine ve yeteneklere sahip iyi editörlerimizin sayıca artması çok önemli. Neyse ki şu anda bu özelliklere fazlasıyla sahip ve bana müthiş bir konfor yaşatan iki editörle çalışıyorum. Adlarını vermiyorum, onlar kendilerini bilir.”

Tamer Çetin:
“Kitabı satır satır okumasam da bir göz atıyorum. Yazarın dilini, yazım tarzını anlamaya çalışıyorum. Bir keşif çalışması gibi oluyor. Genellikle yazarın kendisi ile ilgili bir okuma da yapıyorum. Bu aşamada yazarla kendimce bir bağ kurmaya çalışıyorum. Bu da benim açımdan çeviriyi kolaylaştırıyor.”

***

Daha ilk sorudan anlıyoruz ki Güney de Çetin de çevirmenlik işini asla mekanik bir tarzda yapmıyorlar. Yazarı, eseri iyice tanıyıp, kitaba, konuya tam anlamıyla hâkim olmak, konuyla bağ kurmak istiyorlar.

Devam eden sorulara verdikleri cevaplarla mesleğin zorlukları, sadece çevirmenlikle geçinmenin mümkün olup olmadığı, hatta bir çevirmenin kişilik özellikleri gibi konulardaki fikirlerini göreceğiz.

Ama soru/cevap kısmı şimdilik bu kadar. Diğer sorular ve cevapları yarın.

Yazının bugünkü bölümünün sonuna gelmek üzereyken, söyleşinin devamında görüş ve düşüncelerini okuyarak giderek daha yakınlaşacağımız konuk çevirmenlerimizi kısaca tanıtmak istiyorum.

 

Kıvanç Güney

Ankara Koleji mezunu ve sonrasında Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiş. Beş yıl bir havayolunda çalıştıktan sonra bu tip bir çalışma düzenine fazla dayanamayacağına karar vermiş ve ayrılmış. Bir süre kendini eğlenceye vermiş ama öyle de devam edemeyeceğini anlamış. Çeviri yapması konusunda çevresinden gelen ısrarlara dayanamayarak mesleğe Irvine Welsh’in “Ecstasy” kitabı ile başlamış.

Yetmiş civarında çevirisi var. Çevirmeni olmakla gururlandığı bazı yazarlar: Ian McEwan, Virginia Woolf, Alan Hollinghurst, Hunter S. Thompson, David Cronenberg, Colum McCann, J. P. Donleavy, James Baldwin, Hari Kunzru, Matt Haig, Maggie O’Farrell.

Tamer Çetin

Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra bir süre ODTÜ Psikoloji Bölümü’nde okumuş. Öğrenimine ara vererek 1992 yılında Dünya Gazetesi dış haberler muhabiri olarak çalışmaya başlamış. Aynı dönemde İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde okumuş ve mezun olduktan sonra da beş yıl araştırma görevlisi olarak çalışmış.

Daha sonra tekrar gazeteciliğe dönmüş. Finansal Forum ve Referans gazetelerinde çalışmış. Toplamda on yılı bulan bir gazetecilik yaşamının ardından çevirmenliğe yönelmiş. Bugün itibarıyla da on yılı aşkın bir süredir çevirmenlik yapıyor.

Çevirdiği kitaplar arasında; Sir Arthur Conan Doyle’un bazı Sherlock Holmes kitapları, Stanislav Lem’den “Siberya”, George Orwell’dan “1984”, Henry James’ten “Yürek Burgusu”, Sigmund Freud’dan “Totem ve Tabu”, Alfred Adler’den “Yaşama Sanatı”, Alexander Löwen’den “Narsisizm, Gerçek Benliğin İnkârı”, Mary Whiton Calkins’ten “İyi İnsan ve İyi – Etiğe Giriş” var.

Diyor ki Tamer Çetin “Başıma ne geldiyse okumayı çok sevmekten geldi”.

Ben de sizlere Italo Calvino’nun çevirmenlerle ilgili güzel bir cümlesi ile veda ediyorum:

Yarın görüşmek üzere…

PAYLAŞMAK İÇİN