Lifij’in Mezarı Ve Nâbi’nin Evi

Büyük Usta Avni Lifij, çok yıllar önce Nabi’nin harap evini yeniden kültürümüze kazandırmak üzere yazmıştı. Şimdi ise, Eyüp Loti mezarlığındaki mezarının bakımsızlığı iç sızlatıyor

 

AV. CEM BAYINDIR

Geçtiğimiz günlerde sanat eleştirmeni Prof. Dr. Özkan Eroğlu’nun kişisel sayfasında aktardığı ve bazı gazetelerde de yer alan, büyük sanatçı Hüseyin Avni Lifij’in İstanbul Eyüp’teki mezarının kötü durumu içimizi sızlattı.

1886-1927 yılları arasında yaşamış, Türk resim sanatı içinde önemli bir yer tutan “1914 Kuşağı” ya da “Çallı Kuşağı” adıyla anılan ressamlar içinde yer alan Hüseyin Avni Lifij, İstanbul’da aldığı eğitim sonrası Paris’te de “l’Ecole Nationale Speciale des Beaux-Arts”ta da okumuş, Türkiye’ye döndükten sonra öğretmenlik yapmış, gazete ve dergilerde sanat eleştirileri yazmış, sergiler açmış, fotoğraf sanatıyla da uğraşmıştır. Çok başarılı resimleri, ışık-gölge kullanımı açısından Fransız izlenimcilerinden izler taşısa da duygu ve ifadeye verdiği önemden dolayı içerik olarak daha çok sembolistlere yakındır. Sanatçının ilginç soyadı “Lifij ise, ‘”beyaz ten’” anlamına gelir.

Avni Lifij, otoportre

 

Şimdilerde, Lifij’in Eyüp’te Piyer Loti’deki mezarı, işportacıların, sokak satıcılarının üzerine tezgâh açtıkları bir yere dönmüş, mezar taşı ve çevresi neredeyse parçalanmıştır. İstanbul Büyükşehir ve Eyüp belediyelerinin en kısa zamanda bu konuyla yakından ilgilenmelerini, bu büyük sanatçının hak ettiği saygıyı görmesini diliyoruz.  

Avni Lifij ve eşinin içler acısı mezarı, Pierre Loti, Eyüp İstanbul

Tıpkı bugün mezarına yaşatılanlar gibi, Lifij de yüz yıl önce, 22 Teşrinievvel (Ekim) 1926 tarihli Milli Mecmua’daMusâhabe (Sohbet)” başlıklı yazısında “Şair Nâbi’nin Evi”nin de birilerinin özel mülkü olmasından, kamulaştırılmamasından, bakımsızlığından, ilgisizliğinden yakınır ve çözüm üretilmesini ister.

Bildiğimiz gibi, Lifij’in yazısında söz ettiği, Urfa doğumlu Yusuf Nâbi, 1642-1712 arasında yaşamış büyük bir şair ve düşünce insanı olup, “bende yok sabr u sükût, sende vefadan zerre
iki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre.”
dizesi ile adının ilk ve son hecelerinden yokluğun ve varlığın çelişkisini yakaladığını kusursuz anlatır.

Minyatür sanatına Nabi ve şairler

“Vermezdi kimse kimseye ekmek minnet olmasa/hiçbir iş görülmez idi rüşvet olmasa/yok karşılıksız muamele ehli zamanede/kimse ibadet etmez idi cennet olmasa.” diyen büyük şair Nabi “Türk’e Hak çeşme-i irfanı haram etmiştir” yergisiyle de ta 17. yüzyıldan bugünkü sorunlarımızın kaynağına vurgu yapmış olabilir…

Darphanede görev yapmış iki şairden de biridir, ki öteki darphane görevlisi şairimiz de bilindiği gibi Cemal Süreya’dır.

Lifij’in yaklaşık yüz yıl önce, ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı sanat ve yergi yazısının, merhum amcam Ahmet Bayındır (1951-2014) tarafından günümüz Türk harflerine çevirimini ilgililerin beğenisine sunuyorum:

22 Teşrinievvel (Ekim) 1926, Milli Mecmua

Musâhabe (Sohbet)

‘NÂBİ’ nin EVİ

Ruşen Eşref (Ünaydın,1892-1959) Bey’in bir makalesiyle iki hafta içinde şöhret kazanan ve yıkıcı kazmaların muhrib (öldürücü) darbelerinden kurtarılan harabeyi gördüğüm vakit inkisâr-ı hayâle (hayal kırıklığına) uğramadım diyemem. [Milli Mecmua] sahibi Mesih Bey’le geçen gün oraya giderken hâlis Türk tezyinâtı numuneleri (örnekleri) görmek emeliyle tehâlük (sevinç) içinde idim.

Üsküdar’ın…mahallesinde yeni yıkılmış büyük bir konağın enkazı üzerinde bir hayli atladıktan sonra mik’âb (küp) şeklinde eski bir kâgirin küçük kapısından girdim. Ve moloz parçalarıyla tavuk pisliklerinden adım atılmaz hale gelmiş bir yerde bulundum.

Yandaki evkâf (vakıf) hamamın soğukluğundan başka bir şey olduğunu hiç de zannetmediğim bu mefrûz (zannedilen) kütüphanenin iki tarafındaki ince ahşap sütunlarla kemerler ve zeminden bir basamaklık irtifâdaki (yükseltideki) döşemesinin sağ tarafında yükselen ocak, tavan, pencereler, parmaklıklar, demir kapaklar hep bildiğimiz Türk üslûbunda.

Lâkin tavanın etrafını süsleyen renkli tezyinâtı seyrederken Avrupa sanatıyla karışmış, hususiyetini ayak altına almış, rokoko derecesine inmiş sakat ve kozmopolit bir estetiğin sinirlendirici tesiri altında oraya kadar ettiğim zahmete acır gibi oluyor idim.

Üçüncü Ahmet devriyle memlekete getirilmeye başlayan garp dekorasyonu unsurları bu tavan ziynetlerinde o kadar çok ve galip idi ki nazar (göz), tek tük yerli unsurlara onlar arasında aramakla zor tesadüf ediyor idi. İnşa tarzı itibariyle hâlis Türk olan ocağın kendini ve etrafını işgal eden tezyinâtı ise daha kadim (eski) ve renkli Türk motifleri üzerine çekilen kalınca bir badana üstüne mavimtırak aşı boya ile yapılmış, çâşnîsi belirsiz basit şeyler idi.

Yalnız ocağın kabartma süslerinde milli unsurlar var idi; fakat bunlar da yine Avrupa motifleriyle mümtezic (bağdaşık) idi.

Duvar içine oyulmuş iki, üç ufak dolaptan maada (başka) kitap koyacak yeri bulunmayan ve mesâi (çalışma) hücresinden ziyade sefa ve istirahat mahallini andıran bu salonun tam altındaki mahzeni, o bir nevi zahire ambarını görünce mevki’in (yerin), büyük bir şair yuvası değil, zevkinden başka şey düşünmeyen hevâ-perest (zevk düşkünü) bir zenginin ikametgâhı olduğuna hükmettim:

Büyük bir konak, içinde esmer güzelleri, kumral dilberleri, yanında münasip vesaitte bir hamam ve o hamamdan tatlı didişmelerden sonra çıkılınca ilk rehaveti geçirmek için uzanılan yumuşak sedirden yarı açık, mahmur ve bitap gözleri gezdirecek müzeyyen bir tavan, süslü bir ocak, nazarı oyalayacak tatlı inhinâlı (eğimli) kemerler ve bunların bir taraftan dayanacakları ince zarif sütunlar.

Nihayet kahvenin, çubuğun yardımıyla tamamıyla kendine geldikten sonra sokağa çıkmadan, ağyâra (başkasına) görünmeden yine konağa, selamlığa geçiverecek yollar. Mevsim kış ise her türlü zahirenin hazır bulunduğu kiler.

İşte bütün bu tertibat arasında kitap ve şiire tahsis edilmiş yer yok gibi geliyor bana.               

Üsküdar belediyesi müdürü Beyefendi orayı ziyaretimizi büyük bir nezaketle teshîl ederken (düzenlerken); eğer bana [Nâbi]’nin ise istimlâk ve muhafaza edileceğini söylemişlerdi. Lâkin tezyinât itibariyle rokoko bile olsa, o yer, sahibi bulunmuş eşhasdan (şahıslardan) sarf-ı nazar (alınarak) , muhakkak muhafaza edilmelidir.

Bu da şundan dolayı ki, inşa tarzı itibariyle kadim (eski) bir Türk ikametgâhı numunesidir. Binanın büyük şaire ait olup olmadığı meselesini de Üsküdar belediyesi evlendirme memuru beyin teşebbüsü halledecektir: [Asar-ı atîka] (eski eserler) meraklısı ve bu hususta tetebbu (araştırmalar) sahibi olan bu zat münhedim (yıkıntı) konağın sahiplerini defterhâne (tapu) kayıtlarından çıkarmakla meşguldür. Velhasıl asıl aradığımı bulamamakla beraber bu yerin itina ile muhafazası taraftarıyım.                                                                                                           

NABİ: Türk Şair, 1642-1712.                                                           

Ressam Hüseyin Avni Lifij

PAYLAŞMANIZ İÇİN