“Mustafa Suphi, Che Guevara’dan daha büyüktür!”

Beyazıt Kahraman, Cazim Gürbüz ile Berfin Yayınlarından çıkan son kitabı “100 Yıl Sonra Mustafa Suphi Olayı ve Edebiyata Yansımaları”ını konuştu…

“Mustafa Suphi’nin hakkı teslim edilmeli, Türk komünistlerinin emeklerinin sağdıç emeği olmasının önüne geçilmelidir. Bunu biz yapacağız, dünya ve dünya komünist kamuoyuna ‘Mustafa Suphi, Che Guevara’dan daha büyüktür, bu şovence bir kabarma değildir, gerçeğin ta kendisidir, gelin tartışalım’ diyeceğiz, onlara bu güçlü doğrumuzu kabul ettireceğiz.”

BEYAZIT KAHRAMAN

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz’de Sürmene önlerinde öldürülmelerinden (28/29 Ocak 1921) bu yana tam 100 yıl geçti. Bu olay hakkında çeşit çeşit makale ve kitap yazıldı. Bunların çoğu birbiriyle çelişen, birbirini yalanlayan tutarsız ve hatta taraflı yayınlardı. Önyargılardan, tahminlerden, dedikodulardan hareketle yazılmış olanlar da vardı. Cazim Gürbüz ve Berfin Yayınları, tarihimizi çok etkilediği düşünülen bu acı olayı, tam da 100. yılında, “Mustafa Suphi Olayı ve Edebiyatımıza Yansımaları” adlı yapıtla, ciddi araştırmalara ve belgelere dayanılarak irdelenmiş olarak sundu edebiyat dünyasına. Bu önemli ve kapsamlı araştırmayı okumaya bir ön hazırlık olabilir düşüncesiyle birkaç soru yönelttik değerli yazarımız Cazim Gürbüz’e.

GALİYEV’E YAKIN OLAN BANA DA YAKIN

– Tarihimizin önemli bir dönüm noktasını oluşturan bu olay hakkında çok yazılmıştı fakat hemen kimsede net bir fikir oluşmamıştı. Böyle zorlu bir konuyu araştırma düşüncesi nasıl doğdu sizde?

– Mustafa Suphi, ilginç bir kişilik, fırtınalı bir yaşamı var, düşünsel yapısı bile fırtınalarla dolu. Ve acıklı sonu… Bu sonu sorgulayıp duruyordum. Birinci neden bu. Bir diğer neden, Sultan Galiyev’e olan yakınlığı. Galiyev’e yakın olan bana da yakındır. İşte bu nedenler, beni geçen yılın 1 Mayıs günü bir Mustafa Suphi kitabı yazmaya başlamama yol açtı.

– Bu araştırmaya nasıl hazırlandınız? Ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Tamamlamanız ne kadar sürdü? Kitabınızdaki dipnotları ve yararlandığınız kaynakları görünce bunları merak ettim.

– Salgın dolayısıyla sokağa çıkma yasağım vardı. Aylarca Mustafa Suphi ile yatıp kalktım, düşündüm, irdeledim, sorguladım, yazdıklarımı değiştirdim. Ve durmadan yeni kitaplar, dergiler getirtip okudum, kütüphanemdeki ilgili eserleri taradım. Ve birçok dostum da bana kaynak konusunda yardımcı oldu. Karşılaştığım en büyük zorluk, aynı olayların farklı anlatılması, yorumlanması… Bir yargıç dikkati ve özeni göstermek, doğru yargılarla, doğru sonuçlar çıkarmak gerekiyordu. Bunu yapmakta çok zorlandığımı düşünüyorum. Kitabımı eylül ortalarında bitirip yayınevine teslim ettim. Yani 4,5 ay. Bu süre kısa gibi görülebilir ama tüm yaşamınızı, çalışmanızı hatta varlığınızı ona verirseniz, yeterli bir süredir.   

– Bazı yazarların önceki yayınlarda iki Mustafa Suphi’yle karşılaşıyoruz. Ve iki Yahya Kaptan… Bir de Deli Halit Paşa bir başkasıyla karıştırılmış çok kez. Bu nedenle, önceki yayınları okumuş olanlarda bir kafa karışıklığı, bilgi kirliliği oluşmuş. İşin aslını sizden öğrenebilir miyiz?

– Yahya Kaptan bir komitacı. Balkan kökenli… Kocaeli Tavşancıl’da Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk tarafından görev veriliyor ona, İstanbul’la Anadolu, daha doğrusu Ankara arasındaki bu stratejik öneme sahip yarımadayı elde tutacak, insan ve silah sevkiyatının engelsiz yapılmasını sağlayacak. Atatürk’le sürekli haberleşiyor ve talimat alıyor. Fakat bu durum, Atatürk’ün dışladığı İttihatçı Karakol Cemiyeti’nin (yerine MM Grubunu kurdurmuştu) hiç hoşuna gitmiyor. Pusuya düşürüp bir çeşme başında katlediyorlar. Atatürk, Büyük Nutuk’ta anlatır Yahya Kaptan’ı. Ve ben Kocaeli-İzmit’te Yahya Kaptan Mahallesi’nde oturuyorum. Bizim mahallede heykeli var onun. Öteki Yahya Kaptan değil, kaptan bile değil. Trabzon Kayıkçılar Kâhyası ya da diğer adıyla Kâhya Yahya. Zorba, gaddar, ittihatçı ve de Enver Paşacı. Ne haltlar karıştırdığı kitabımda yazılı. Deli Halit Paşa’nın ise bu olayla hiçbir ilgisi yok çünkü o sıralarda Garp Cephesi’nde Yunana karşı çarpışıyor. Mustafa Suphi olayıyla ilgili olan kişi, Erzurum Valisi Deli Hamit. İttihatçı ve de gerici…

TANİN’DEN YENİ DÜNYA’YA İTTİHATÇILIKTAN BOLŞEVİZME

– Tarihe ve sizin araştırmanıza konu olan Mustafa Suphi’nin kökeni, ailesi, eğitim öğrenim durumu ve öğrenimini tamamladıktan sonraki çalışmalarını özetler misiniz?

– 1883 yılında Giresun’da doğdu. Babası Ali Rıza Bey[1], Konya kökenli Mevlevi bir ailenin çocuğu. Annesi Samsun ve çevresini sıtma yuvası haline sokan sazlığı kurutup Samsun’un belediye tarihinde unutulmaz bir hatıra bırakan belediye reisi Halim Bey’in kızı Nimet Hanım’dır[2]. Babası Samsun’da görevli olduğu sırada annesiyle evleniyor.

Mustafa Suphi ilköğrenimini Kudüs ile Şam’da, lise eğitimini Erzurum’da tamamladı. Öğrencilik yıllarında Tanin gazetesinin muhabirliğini yaptı. İstanbul Hukuk Mektebi’ni bitirmesinin ardından, Fransa’ya gitti ve iki yıl Paris Sorbonne Üniversitesi’nde siyasetbilimi ve sosyoloji öğrenimi gördü (1910). Tez olarak “Türkiye’de Tarım Kredi Kooperatiflerinin Durumu ve Geleceği” konusunu aldı, başarıyla savundu. Bu çalışması 1911 yılında Fransa’da toplanan Kredi Kooperatifleri Kurultayı’nda büyük ilgi gördü. Tezin bir bölümü daha sonra, Roma Uluslararası Tarım Enstitüsü’nce yayımlandı.

Bu dönemde Mustafa Suphi, İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle de yakın ilişkiler kurdu.

1908 yılında ülkesine geri döndü, “Ticaret Mekteb-i Âli”sinde “Malumatı Hukuki’ye”, “Darülmuallimini Âliye” ve “Mektebi Sultani”de “İktisat Bilimi” hocalığı yaptı. Servet-i Fünun gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Bu arada Sorbon Üniversitesi profesörü Bugle’nin “İlmi İçtimai” adlı kitabını Türkçeye çevirdi.

1912’de ittihatçılardan ayrılarak Ahmet Ferit Tek, Cami Baykurt, Yusuf Akçura gibi isimlerin öncülük ettiği Milli Meşrutiyet Fırkası’na katıldı.[3] Fırkanın yayın organı olan İfham gazetesinde yazdığı etkili yazılar İttihatçıların hoşuna gitmedi, Mahmut Şevket Paşa’ya yapılan suikast bahane edilerek tüm muhalif kalemlere karşı girişilen operasyondan o da payını aldı ve 1913’te 15 yıllık bir mahkûmiyetle Sinop Cezaevi’ne gönderildi. 1914’te Ahmet Bedevi Kuran ve bir grup arkadaşıyla birlikte Sinop Cezaevi’nden kaçtılar. Ancak Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi’den farklı bir yol izledi. 12 arkadaşıyla birlikte tekneyle Karadeniz’i aşarak Rusya’ya yöneldi. Önce Kırım’daki Balaklava’ya, ardından da Sivastopol’a çıktılar. Ruslar onları gözaltına alıp bıraktılar.

Dünya Savaşı başladığında Mustafa Suphi, Batum’daydı. Düşman bir devletin yurttaşı olarak tutuklandı ve Kaluga’ya, sonra da binlerce Türk savaş tutsağıyla birlikte Ural’a gönderildi. Yurttaşlarıyla birlikte Ural fabrikalarında çalışan Suphi, birkaç arkadaşıyla birlikte, askeri üniforma altındaki bu cahil ve ezilmiş işçi köylüler arasında propaganda çalışmasına girişti. Onlara olayların içyüzünü, ülkedeki emekçilerin ağır durumlarının nedenlerini anlattı. Suphi ve arkadaşları ayrıca, gizli Bolşevik örgütlerle ilişki kurarak onlardan sosyalist yayınlar sağlıyorlardı. Ural’da ağır koşullar ve çar jandarmasının sürekli gözetimine rağmen gizli devrimci çalışmaları başarıyla sürdüren Mustafa Suphi, 1915 yılında Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin Bolşevik kanadına üye yazıldı. Gizli devrimci çalışma ve Rus işçileriyle ilişki sonucunda, ateşli bir profesyonel devrimci, Leninist inançlı bir enternasyonalist oldu.

Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, Türk savaş tutsaklarının ve tutuklularının, bu arada Mustafa Suphi’nin de durumunu kökünden değiştirdi. Suphi, devrimin ilk gününden itibaren Ekim’in zaferini savunmaya fiilen katıldı.”[4]  

1918 yılı Mart ayında Moskova’ya geldi Mustafa Suphi ve Müslüman Komiserliğine gidip Mollanur Vahidov’la tanışıp ondan görev istedi. Vahidov, Doğu’da devrim stratejisine önem veriyordu. Bu devrimin ilgi alanı içinde elbette Türkiye de vardı. Vahidov bu amaçla Mustafa Suphi’yi Dış Propaganda Bürosu’nun başına getirdi. Suphi, Rusya’da kalmış Türk esirlere ve Türkiye’deki devrimcilere yönelik “Yeni Dünya” isimli haftalık bir gazete çıkarmaya başladı.

Gerisi kitabımda yazılıdır ve hikâye uzundur.

Cazim Gürbüz. “Galiyev’e “Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası” deniyor. Suphi de aynen Galiyev gibi düşünüyor.”

ÖNCE SUPHİ’DEN KURTULDULAR, SONRA GALİYEV’DEN

– Mustafa Suphi’nin siyasal bilinç kazanması, dünya görüşü nasıl ve nerede oluşmuş? Onu etkileyen etmenler neler olabilir?

-Masondur, Türkçüdür ve de İttihatçıdır başlangıçta. Sonra İttihatçılarla yolu ayırıyor, Milli Meşrutiyet Fırkası’na giriyor ve onun yayın organında yazılar yazıyor, bu durum İttihatçıların hiç hoşuna gitmiyor ve yukarıda bir soruya verdiğim yanıtta da ifade ettiğim gibi, Mahmut Şevket Paşa’ya düzenlenen suikast bahane edilerek Sinop Cezaevine yollanıyor. Oradan kaçıyor ve yazgısı onu Rusya’ya sürüklüyor. I. Dünya Savaşı başlayınca esir kampına yollanıyor ve orada Bolşeviklerle tanışıyor, Marksizmi derinliğine öğrenmeye başlıyor. Paris yıllarından zaten zengin bir bilgi birikimi ve düşün dünyası var. Bütün bunları birleştirip harika bir devrimci olarak ortaya çıkıyor. Bolşevik Devrimi sonrasında çıkardığı Yeni Dünya gazetesindeki yayınların çoğu Rusça ya da Batı dillerinden aktarım ve Suphi bunların tamamını kendisi çevirmiş. Sayfalarca çeviri, insanüstü bir çaba…

 – Mir Sultan Galiyev’in Mustafa Suphi üzerindeki etkisi nedir? Ortak çalışmaları ve amaçları var mıdır?

– Her ikisi de devrimci mücadelede Batı ülkeleriyle Orta Asya ve Uzak Asya’daki mazlum halkların bir tutulamayacağına inanıyorlar. Galiyev örnek de veriyor; sözgelimi, Fransız işçi sınıfı için Fransız sömürgeciliği çok bir şey ifade etmiyor; onlar kendi haklarını almaya bakıyorlar. E, o zaman aynı yaklaşım ve yöntem, dünyanın her yanı için uygulanamaz. Bundan dolayı Galiyev, bir sömürgeler enternasyonali ve de onun öncesinde bir “Sosyalist Turan Devleti” istiyor. Daha sonra Mao bu fikre sarılıyor ve diyor ki; “Emek sermaye çelişkisi temel çelişki ama ondan önce emperyalizm ve ezilen uluslar arasındaki çelişki var. İşte o baş çelişki. Baş çelişki çözülmeden temel çelişki, dünyaya barış ve hakça paylaşım getiremez. Galiyev’e bunun için “Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası” deniyor. Suphi de aynen Galiyev gibi düşünüyor. Sovyet yönetimi, bundan dolayı Suphilerin vahşice öldürülmelerine ciddi anlamda tepki göstermemiştir. Önce Suphi’den kurtuldular, sonra da Galiyev’den.

MUSTAFA SUPHİ VE ARKADAŞLARINI İTTİHATÇILAR ÖLDÜRTTÜ

– Mustafa Suphi’nin iki aşkına da değinebilir misiniz kısaca?

– Evet, biri bir Tatar Kızı… Adı Emine Muhittinova. Emine onun Kazan’da kalması için çok uğraşıyor ama Mustafa Suphi kendisini büyük bir mücadeleye adamış. İçi kan ağlayarak reddediyor bunu. İkincisi de Maria. Onunla evleniyor ve Maria da Suphi’yle birlikte Türkiye’ye geliyor. Maria da iyi bir komünist militan. Fakat hazin bir son bekliyor onu.

– Kalbim adlı şiirinde “Göğsümde 15 yara var!/Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!/Kalbim yine çarpıyor/Kalbim yine çarpacak!!!” diyen, “28 Kanunisani’yi unutma!” diyen Nâzım Hikmet olayı doğru anlatmış mıdır?

– Büyük ölçüde doğru. Ancak olaydan Mustafa Kemal’i sorumlu tutuyor, o günkü kısıtlı bilgilerle. İşte o yanlış.

– İttihatçıların ve Kâzım Karabekir’in Mustafa Suphi konusundaki tutumları nasıldı? Olayları nasıl etkiledi?

– Mustafa Suphi İttihatçıları sevmiyordu. Başta Enver Paşa olmak üzere onların hiçbir şey olmamış gibi (I. Dünya Savaşı’na ülkeyi sokup onca insanın ölümüne ve büyük toprak kayıplarına neden olmamışçasına) Kremlin koridorlarında dolaşıp Sovyet yöneticilerinden destek almasını içine sindiremiyordu. Ve 1920 Eylül’ünde Bakû’da toplanan Doğu Halkları Kurultayı’nda ipler tamamen koptu. Suphi ve arkadaşları, Enver Paşa’nın kürsüye çıkmasına engel oldular. Bir locada oturdu ve kürsüden bir mesajı okundu. İşte o sırada Suphi ve arkadaşları “Senin yerin halk mahkemesi” diye bağırdılar. İttihatçılar da karşı hamleler yaptılar. Ve bu hamlelerin son aşaması, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını Sürmene açıklarında öldürüp denize atmak, yanlarında getirdikleri ve Ankara’ya teslim etmek istedikleri çok miktardaki altına da el koymak oldu. Karabekir’e gelince: Kitapta var; önceleri komünizmi öven, Mustafa Suphi’ye, Ankara Hükümetine yardım için yalvar yakar mektuplar yazan Karabekir. Suphi ve arkadaşları Kars’a gelince, önce ilgi gösteriyor, olumlu yaklaşıyor, sonra birdenbire değişiyor; onların Kars’tan doğrudan Tiflis’e geçerek geri dönmelerine engel oluyor. “Trabzon üzerinden gideceksiniz ve halkın sizi istemediğini göreceksiniz” diyor. Tabii Trabzon’daki İttihatçı yapılanmanın gücünü ve gaddarlığını da değerlendiremiyor (ve Trabzon’daki tümen de onun kolordusuna bağlı), Atatürk’e de bana göre yanlış bilgi veriyor ve o acısı asla geçmeyecek korkunç olayın sorumlularından biri oluyor. Daha sonra olayın soruşturulmasında ve Kâhya Yahya ile mücadelede de etkisiz kalıyor.

İttihatçıların hamlesi Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürüp denize atmak, yanlarında Ankara’ya teslim etmek üzere getirdikleri çok miktardaki altına da el koymak oldu.

– Mustafa Suphi hakkındaki kuyruklu yalanlara kısaca değinir misiniz?

– En baştaki kuyruklu yalan Mustafa Suphi’nin Türkiye’ye Komünist İhtilal yapmak için gelmesi. İkincisi, Sovyet Rusya’da kendisine katılmayan, karşı çıkan esir Türk subaylarından birçoğunu kurşuna dizdirmesi. Bu alçakça bir yalan.  

DEVRİMCİ, DÜŞÜN İNSANI, ÖRGÜTÇÜ

– Mustafa Suphi ve “adanmışlık”… Mustafa Suphi ile Che Guevara karşılaştırılırsa nasıl bir sonuca varırsınız?

– Bunu kitabımda yazdım. Mustafa Suphi çok ince eleyip sık dokusa, temkinli hareket etse, gelmemesi gerekirdi Türkiye’ye. Fakat o kendisini bir büyük mücadeleye adamıştı. Risk alacaktı, canını ortaya koyacaktı. Yaşamı boyunca da hep öyle yapmıştı.

Guevara konusuna gelince: Kitabımda “Mustafa Suphi, Che Guevara’dan büyüktür; savaşımı, adanmışlığı ve yürekliliği ile…” diyorum ve bunun ayrıntısını da veriyorum. Kitabımdan o bölümü sunayım, yeterli olacaktır:

“İşte gerekçelerim, nedencelerim: Che, dünya çapında ünlenmiş, simgeleşmiş, bayraklaşmış ve idolleşmiş bir isimdir. Bunu tartışmak abes…

“Peki, Suphi neler etmiş ki, Che ile yarışa sokmakta, hatta üstün görmektesin?” sorusunun aklınızdan geçtiğini biliyorum. Bu kitapta bu satırlara dek Suphi’nin neler yaptığını anlattık. Bunlar yeterli ama onun küresel algı bağlamında, bağışlanmaz bir özelliği var; o bir Türk.  Neden böyle diyorum? Anlatayım: Mustafa Suphi, ileri gelen bütün Türk komünistleri gibi ölür ölmez yaptıkları gizlenmeye, gösterilmemeye, unutturulmaya, küçümsenmeye çalışılan; bunda da büyük ölçüde başarılı olunan bahtsız bir kişidir. Sultan Galiyev, Neriman Nerimanov, Mustafa Suphi… Bu isimler Oleg, Vladimir ya da sözgelimi Jack olaydı, durum ve tutum hemen değişirdi.

Suphi’nin Sovyet Devrimi sonrası ortaya çıkan iç karışıklık ve çatışmaları önlemedeki olağanüstü askeri katkı ve başarılarını, nesnel ve namuslu bir Sovyet ve sosyalizm tarihi onaylar. Yalnız savaşım da değildir onun büyük başarıları; bir devrimci, bir düşün insanı, bir örgütçü olarak da o bir yıldız gibi parlamıştır.

Ya ülkesine bir öncü, aydınlatıcı güç, bir fedailer mangasının başı olarak dönüşü ve tüyler ürpertici biçimde yoldaşlarıyla birlikte can verişi? Ya karısı Maria’nın çektikleri ve sonu?

Tüm bunlar onu büyük ve eşsiz kılmak için yeter de artar bile.

Mustafa Suphi’nin hakkı teslim edilmeli, Türk komünistlerinin emeklerinin sağdıç emeği olmasının önüne geçilmelidir. Bunu biz yapacağız, dünya ve dünya komünist kamuoyuna ‘Mustafa Suphi, Che Guevara’dan daha büyüktür, bu şovence bir kabarma değildir, gerçeğin ta kendisidir, gelin tartışalım’ diyeceğiz, onlara bu güçlü doğrumuzu kabul ettireceğiz.”

– Kitabınızda Mustafa Suphi olayının edebiyata yansıması üzerinde de çok sayıda ilginç örnek var. Peki, Türk Edebiyatçıları bu olayı yeterince yazmışlar mıdır? Yine yazılmalı mı?

-Evet, çok değerli örnekler var. O örnekleri yaratan yazarlarımıza selam olsun. Ancak Mustafa Suphi daha çok yazılmalı. Çok yazılmalı ki, Türkiye ve dünya onu tanıya, bile, değerini ve büyük mücadelesini anlaya…


[1] Suphi ve babasına ilişkin Osmanlı döneminde düzenlenmiş birer hal tercümesi (özgeçmiş) belgesi ve çevirileri kitabın ileriki sayfalarında bulunmaktadır.

[2] Bazı kaynaklar annesinin adını Memnune, belediye başkanı olan babasının adını da Halil Hilmi olarak veriyorlar. (https://www.info-turk.be/MSuphiveYoldaslari.pdf) kaynağı gibi…

[3] Attilâ İlhan, bu ayrılışın nedenlerini şöyle anlatır: “Hürriyet ilan ediliyor, onun da hevesleri var çünkü siyaset tahsil etmiş, kendisine fırsatlar hazırlayacaklarını sanıyor. Kimse bir şey hazırlamıyor. Maliye Nazırı olmayı düşünüyormuş. Neticede Maliye Nazırlığına Cavit Bey’i getiriyorlar. Buna müthiş içerliyor ve muhalefete geçiyor” (Kaynak: Arslan Bulut: Türkçü-Devrimci Diyalogu)

[4] Y. N. Rozaliyev-Mustafa Suphi ve Yoldaşları/Tüstav Yayınları adlı kitaptan