Mahir, Deniz, İbrahim…Anlatılanların bir yanı hep eksik

Onların portreleri çizildi, suretleri tuallere işlendi. Onlar için yüzlerce şiir yazıldı, diziler yapıldı, filmler çekildi. Fakat onların hikâyesi yine de tam olarak anlatıldı diyemeyiz. Neden bilmiyoruz, onlardan söz edildiğinde, anlatılanların bir yanının hep eksik kaldığını hissettik.

CAFER YILDIRIM

1971-73 aralığında Türkiye, üniversite kantinlerinde, özgürlük mitinglerinde, hak yürüyüşlerinde, toprak işgallerinde, grev çadırları önünde; Filistin’le, Vietnam’la dayanışma gecelerinde bir başka yüzüyle karşılaştı. Hayatına taze bir heyecan katan yeni bir umut rüzgârı getiren, yeni bir amber sunan tarafıydı bu onun. Eşitlik ve özgürlük talepleriyle şiarlaşmış, sosyalizm bilinciyle şekillenmişti. 31 Mart, 6 Mayıs, 31 ve 18 Mayıs tarihleri Türkiye’nin toplumsal mücadeleler tarihine işte bu dönemde eklendi. 31 Mart’ta Mahirler Kızıldere köyünde katledildi. 6 Mayıs’ta Denizler Ulucanlar Cezaevi’nde idam edildi. 31 Mayıs’ta Cemgiller Nurhak Dağları’nda öldürüldüler. 18 Mayıs’ta İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır’da işkence ile hayattan kopartıldı.

Zamanlara yazılmanın kolay olmadığını onlardan öğrendik.

“SEN NE ZAMAN BÜYÜDÜN DE…”

Ahmet Arif ‘in “Bu Zindan, Bu Kırgın, Bu Can Pazarı”ndaki tok sesli dizeleri işte bu dönemde bir kez daha karşılık buldu:

“Dünyalar vardır elvan,

Bir su damlasında, bir kıl ucunda,

Meyvalar vardır, meyvalar,

Ağacı, omcası yok,

Sana vurgun, sana dost.

Beride Kabil’in murdar baltası

Ve kan değirmenleri,

Kader kahpesi.

Beride borazancıları o puşt ölümün,

Hazır zilzurna keyfinden,

Hazır ırzını vermeye

Yiğitler vuruldukça”.

Hasan Hüseyin, “Sen Ne Zaman Büyüdün” şiirinde 68 baharına Nurhak Dağları üzerinden ve emek mücadelesinin sürekliliği açısından yaklaşır:

“sen ne zaman büyüdün de ne zaman kaptırdın gönlünü o nurhaklar’a?

sen daha bebek bebek, sen daha baba baba

canım oğul, o yaban topraklarımın yabangülü yiğidim

sen ne zaman büyüdün de düştün yollara

yolunu mavi kargalardan toylardan sorar oldun?

hâlâ duruyor mu telefon tellerinde o mavi kargaları maraş topraklarının?

o karamuk çalıları, o çoban döşekleri, o müslüman kayalar?

beni sordun mu gözüm, o kanlı toprakların menekşeli sabahlarından?

çıkınımda kara zeytin bile yok, kara alman kelepçesi bileklerimde

ben bu yürek yarasını bir gece elbistan’da duymuştum

 

bileklerim, canım oğul, yeni yeni başladı sızlamaya

sen büyüdün de demek, düştün demek o damar damar kınalı topraklara

tüketmişim yirmi yılı, canım yiğit, bir salkım üzüm gibi

canım oğul güzel yiğit

al gel kanlı gömleğini, sana nasıl kıydılar!

        ben bu yürek yarasını bir gece elbistan’da duymuştum”.

ANLATILANLARIN BİR TARAFI HEP EKSİK

Türkiye’nin dört bir tarafından kanlı ve ölü çiçek yaprakları gibi cansız bedenleri toplanan bu devrim tutkunlarını anlattığı şiirine Ahmet Telli “Soluk Soluğa” başlığını uygun gördü:

“Üşüten bir acıydı belki her ayrılık

Her yolculuk yangınların başladığı yereydi

Ama vakti olmadı hesabını tutmaya

Aşkların, ayrılıkların ve acıların

 

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyiklerin sesi yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldurdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdayıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler”.

O serüvencilerin portreleri çizildi, suretleri tuallere işlendi. Onlar için dizi filmler yapıldı, filmler çevrildi. Onlar için yüzlerce şiir yazıldı, şiirler bestelendi. Fakat onların hikâyesi yine de tam olarak anlatıldı diyemeyiz. Neden bilmiyoruz, onlardan söz edildiğinde, onlarla ilgili anlatılanların bir tarafının eksik kaldığını daima hissettik, o eksikliğin yarattığı burukluğu sürekli yaşadık, yaşıyoruz.

Onlar ki atılgan cesaretleri, onurdan ödün vermeyen duruşları, bir aşk gibi kuşandıkları umutlarıyla düştüler tarihin ayracına.

PROMETE’NİN CİSİMLEŞMİŞ HALİ

Tarihinse süreklilik taşıdığını biliyoruz. Tarihin devamlılığı onları belirleyen ayraç işaretlerini ne zaman ortadan kaldıracak? Yoğunlaştırdıkları tarihsel kesit ne zaman kendini tamamlayacak ve Cumhuriyet adaletin, özgürlüğün ve emeğin huzuruyla gülümseyecek?

Onlar mütegallibenin sultasından kurtarılmış, sömürü düzeneğinden arındırılmış, bilimle ışıyan, ruhu sanatla yoğrulan bir Türkiye idealiyle, emeği en yüce değer kabul eden bir Cumhuriyet tasavvuruyla çıkmışlardı yola. Promete’nin cisimleşmiş haliydiler tam anlamıyla.

Ahmet Erhan, “Deniz Unutma Adını!”da onları gençliğe oğlu Deniz üzerinden anımsatır:

“Göğe çizilen resimleri hatırla

Oğlum unutma adını

Dağları teğelleyen suları

Oğlum unutma adını

Kardeşliği, cesareti ve yenilgiyi

Oğlum unutma adını

Tarihe karşı yürüyen bedenleri hatırla

Oğlum unutma adını

Ve tarih olan sonra

Oğlum unutma adını

Hep ipte olacak boynun

Oğlum unutma adını

Yaralı, acılı bir yurdun

Oğlum unutma adını

Kanı, çiçeği olarak

Denizunutmaadını”.                                                                                        

UMUTLARIN RÜZGÂRI UÇURUMLARIN CENGİYLE

Baharla geldiler ve ömürlerinin baharındaydılar. Bildik sınırların ötesine geçtiler. Türkiye’nin gelecek umudunun baharı oldular, bütün zamanlara yazıldılar. Zamanlara yazılmanın kolay olmadığını onlardan öğrendik. Solukluğa mücadeleleriyle bize asla vazgeçmemenin büyük deneyimini, onurun hayat olan değerini, yeni bir cumhuriyet idealini miras bıraktılar.

Sait Zira, “Zamanlara Yazılır” şiirinde bir taraftan onların toplumsal iklim içindeki öncülük potansiyeline işaret ederken bir taraftan da halk ölçekli dönüşlerine dair umudu yansıtır:

“heveslerin

rehin dağlarında

biriken ırmak

heder duruşların

geçmişinden dağılan civa

bir gün buluşur

umutların rüzgârı

uçurumların cengiyle

 

kimi anlar

kimi yaşantılarla ilgili

kırılmış sürgün

küle gömülmüş söz

söze sığmayan gerçek

göğün alnına sığınmıştır

göğün çatlayan alnı olup

döner bir gün 

o tayfun

 

esrarlı ve çetin

serüvenleri savaşçıların

her tüfek sesinde

ölümle dişlenen

her tüfek sesinde

yeni bir hayata çizilen

yeniden doğar

yeniden doğar

yenilmez sanılan zamanlarda

mahir deniz ibrahim”.

PAYLAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ