Nerede bir dağ görsem, rüyalarıma Ağrı giriyor.

Çocukluğumda, dağın Kuzeye bakan yamacında Serdar Bulağı vardı. Her yaz orada Türkler, Kürtler yaylaya çıkar, kara çadır, ak çadır halaya durmuş gibi sıralanırdı obada. Yaz boyu orada kalırdık. Müthiş bir güzelliğe sahip olan Ağrı’nın başında kar olurdu ama eteğinde de bahar açardı. Ses verince ses alırdık zirveye çarpan avazımızdan.

 

FATMA ARAS

“Bu bendeki aşk değil cano cano

Söyle bana nere gidem…”

“Dağlar, insanlık tarihinde birçok medeniyete ve yüz akı fikre rahim görevi görmüş bir korunaktır” derler…

Selam Size büyük durumlar, doruk anlar

Dağ görgüsü kazanır Ağrı’yı görse de kişi

Marmara’dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği

Okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar

Cemal Süreya’nın “Uçurumda Açan Çiçek” şiirinin bu dizeleri, insanı sığınmak için Ağrı Dağı’na götürüyor. Yazılarımda, şiirlerimde “dağ” sözcüğü içimde yatılı kalmış bir aşktır. Arkadaşım Aslıhan Tüylüoğlu, bir etkinlikte  “Fatma Aras ne zaman sıkılsa çocukluğunun elinden tutup dağlara gidiyor” demişti. Bu yazıda dağlara bir şiirimle gitmek istedim;

“Ağrımın ilk şehri Ağrı!

yüreğimi doğurdum üç ülke eteğinde

nice kederli uygarlığın izleri geçti senden

tarih sayfalarında acıyla titreşen afetler

Nuh kokulu anılar bağrında şimdi

ağrısı ıssızlık!”

AYKIRI YATAN ALADAĞ

Dede Korkut Hikayeleri’nde adı geçen, “Arkuri”, arkada yatan dağ anlamında Ağrı Dağı çeşitli adlarla anılmaktadır.

“Türkler Tarih boyunca Ağrı Dağı,Eğri Dağ,Yatan Ala Dağ, Kitab-ı Dedem-Korkut’ta Arkuri/Yatan Alatag gibi isimlerle anmışlar. İranlılar Küh-i Nuh, Araplar Büyük Ağrı Dağı’na Cebel Haris, Küçük Ağrı Dağı’na Cebel al-Huvayris, eski Grabar /Ermenice metinlerinde Masik/Masis, Batılılar ise Ararat isimleriyle anmışlar. ‘Ararat’ ismi Urartu kaynaklarında Ağrı Dağı ve etrafına ait bir yer adı olarak geçmektedir.”[1]

Üç ülkeden süzülen gün ışığı ilk Ağrı Dağı’nın zirvesine düşer. Volkanik faaliyetlerini tamamlamış, baharı ve kışı bağrında uyandıran bu dağın eteklerinin Nuh Tufanından tutun da, Sürmeli Çukuru’ndaki (Iğdır Ovası) hanlıklara kadar uzun göçlerle bir “ana karnı” gibi dolup boşaldığını biliyordum. Ama Ziya Zakir Acar Hocamdan dinlediğim bilgiler bu coğrafyada Ağrı Dağının kaç dilde ad verilecek denli önemli olduğu gerçeğini ufkuma serdi.

Şiirlerimde “dağ” sözcüğü içimde yatılı kalmış bir aşktır.

Bir efsaneye göre, Köyün birinde iki bacı vardır, büyük bacı ekmek pişirmek için tandır yakar. Küçük bacı: “Abla bana da birkaç ekmek göndersen” der. Büyük bacı: “Odunum, tezeğim kalmadı bu yüzden tandır yakamadım” diyerek onu geri çevirir. Ablasının yalanını anlayan küçük bacı açar ağzını: “Tandır içinde tutuşsun, alevlerin görünmesin, dumanı başının sargısı, kardan buzdan evin olsun” diye beddua eder. Büyük bacı duru mu hiç, o da: “Senin de saç tellerinden kurtlar, kuşlar eksik olmasın, yılanlar çayanlar karnında yuvalansın” der. Kara bir bulut çöker ovaya, geçimsiz iki bacı iki dağ olur.

Büyük Ağrı volkanik dağ olmasına rağmen üstünde hep duman, başında hep buzul olur.

Küçük kardeş de nasibini alır bu bedduadan. Göğsü o iklime alışık yüzlerce çeşit yabani hayvana yuva gibidir.

Bu iki bacının geçimsizliğinin acısını bizler zaman zaman nasihat derinliğinde dinlerdik.

AĞRI DAĞIN ETEĞİNDE UÇAN GÜVERCİN

Çocukluğumda, dağın Kuzeye bakan yamacında Serdar Bulağı vardı. Her yaz orada Türkler, Kürtler yaylaya çıkar, kara çadır, ak çadır halaya durmuş gibi sıralanırdı obada. Yaz boyu orada kalırdık. Müthiş bir güzelliğe sahip olan Ağrı’nın başında kar olurdu ama eteğinde de bahar açardı. Ses verince ses alırdık zirveye çarpan avazımızdan…

Orayı düşlemek, her bahar toprağı parçalayan çiçekleri gözlemek gibi bir şey! Bundan ötürü ki büyüdüğüm coğrafyayı düşündüğüm zaman, çocuk yanımı dağın eteklerinde arıyorum…

“Ağrımın Ağrı’sı ah!

siz bakmayın dumanlı, karlı duruşa

bakışlarım oyalanır zirvede

bir zamanın telaşı sesime yerleşiyor

hayat! gözüm göze dokununca

ezer obamın çoğalan ahı”

Yıl 2019, “Bir Günde Üç Ülke” gezisine katılmak için İzmir’den şair arkadaşlarımla Iğdır’a gittik. Daha uçakta, telefonumun arama sesini Cahit Berkay’ın “Ağrı Dağı Efsanesi” müziğine ayarladım. Sonra başka bir türkü dilime dolandı;

“Ağrı dağın eteğinde
Uçan güvercin olsam
Türkü olsam dillerde cano cano
Diyar diyar dolansam”.


Ağrı Dağı, Iğdır’a tutulan bir boy aynası ve ben içimin kırıklarını orada bir kez daha görecektim. Oranın kökü de ağacı da benmişim gibi zamanın uğultusu beni geçmişe götürmüştü.

Hava limanına indiğimizde, hekim -yazar Mehmet Kum bizim için arabaları seferber etmişti. Gece Melekli beldesinde araştırmacı Coşkun Oluz’un düzenlediği Nevruz ateşi yakma şölenine katıldık. Tuğrul Keskin ve araştırmacı Tuğşat Ata Türkmen, Nevruz Bayramının anlamına değinirken duygu seline kapılmıştı. Yanaklarımdan nehir geçiyordu.

“Bir Gün Üç Ülke” (Türkiye-Nahçivan-Tebriz) gezisi çabuk bitti. Üniversite kampüsünde görkemli bir şiir etkinliğinden sonra Iğdır Belediye Başkanı Murat Yikit (HDP) bizi belediyenin konuk evinde ağırladı.

“Ne zaman konuşsan saçlarından tutuşturdular

Bir dağ büyüttü seni, beslendin akarsudan”.

Veysel Çolak’ın “Kan Kırmızı Hayat” kitabındaki şiirin bu dizeleri ne kadar da Murat Yikit’le örtüşüyor diye kardeşim Sevim Yüksel’e fısıldadım. Ağrı Dağı’nın zirvesine yakın Ahura köyünde dünyaya gelen başkan, gezi için gittiğimiz yerde bir dağ gibi gönlü açık bizi ağırlıyordu. Arkuri suyundan olsa gerek diye düşündüm.

HİÇBİR YERİNDEN DAĞIN GÖRÜNMEDİĞİ SARAY

Ben, duygu yumağı gibi gel- git yaşarken, türküler, şiirler ve derin sohbet birbirini izledi. Yaşar Kemal’in “Ağrı Dağı Efsanesi” romanında dağ hakkındaki söylenceleri konuşuldu.  O romandaki Ahmet ile Gülbahar aşkı bizi Ishak Paşa Sarayına çekiyordu. Belediye Başkanı Murat Yikit, “Yarın göreceksiniz. Yörenin en önemli mimarı yapılarından birisi olan saray dağın sırtında olmasına rağmen Ağrı Dağı görünmüyor.” dedi ve bunun söylencesini anlattı:

“Vakti zamanında yörede yaşayan kralın kızı bir çobana âşık olur. Kız sabah, akşam gözünü dağa diker. Bunu anlayan baba mimarları çağırır, ‘Öyle bir saray yapacaksınız ki hiçbir yerinde dağ görünmeyecek’ der. Sarayın konumu tam da böyle…”

Gerçekten de sarayın 366 odasından ve avlusundan da dağ görünmüyor.

Sarayı aklımdaki efsanelerle dolanırken, zindanlarda aşk acısı çekenlerin iniltisini duyar gibiydim. Kerem Aslı’nın sihirli düğmelerini bu dağın eteğinde çözerken yanıp kül oldukları anlatılır hikayelerde. Ne zaman aklıma gelse kızgın kayalarından eriyen kum sanki koynuma dolar. Iğdır’la uyurken, Arife Kalender’in “Delibal” kitabındaki bu dizeleri mırıldadım;

“Ağrı İstanbul’a benzer

yılanı, çiyanı, kurdu

korkuların korkusunu saklar gece

şehvet avcının elindeki tüfektedir

her dağa bin ovadan

her şehre bin kapıdan girilir”

Biz Ağrı Dağı’nın eteğinde yer alan Iğdır’a bir kapıdan girdik ama bin anıyla ayrıldık.

NEREDE BİR DAĞ GÖRSEM

Gece nereye gideceğimizi düşlerken, Nesrin İnankul arkadaşımız, Veysel Çolak’ın  ”Kalbim Taraf Tutuyor” kitabından bir şiir okudu;

“Unutacağımız şeyler konuşalım

dikkat et, duyabilir peşimizdeki gölge

buluşma yerini unutursan Kars’a git

ısıtan sözcükler al yanına

ben kar olur düşerim bekleyeceğin yere.”

Semiha Taş Özenç sevinçle el çırptı. ”Kars bizi bekliyor” diye…

Ertesi sabah yol için hazırdık. Doğubayazıtlı yaşlı şoför “Bu araba sizi taşımaz” dedi. Bizde bir duraklama! Adam kahkaha attı. “Bu kadar şairin kaç kitabı var o kitaptaki sözcüklerin toplasan bir tır eder” diye güldü. Bu şaka bizleri de güldürmüştü.

Kars yoluna düştüğümüz zaman, baharı arkamızda bırakıp Kars’ın karıyla kucaklaşmıştık.

Şimdi uzaklarla yan yana yürüyorum. Nerede bir dağ görsem, rüyalarıma Ağrı giriyor.


[1] Ziya Zakir Acar,“Iğdır’ın Göğe Uzanan Eli, Ağrı Dağı”. Yeşil Iğdır Gazetesi web sitesi…

PAYLAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ