“Laiklik karşısında vazifelerimiz”

Hayat dergisi, Cumhuriyet’in kurulmasından hem sonraki kültürel atılım döneminde 1926 yılında yayın yaşamına girmiş, 2 Aralık 1926’dan 30 Aralık 1929’a değin 146 sayı çıkmış, ilk iki yıl eski harflerle yayımlandıktan sonra, 1928’de Latin harflerine geçilmesiyle Ağustos 1928’den başlayarak bölüm bölüm, Kasım 1928’den kapanıncaya değin de tümüyle yeni abece ile basılmıştır.

Hayat dergisi, Cumhuriyet’in kurulmasından hem sonraki kültürel atılım döneminde 1926 yılında yayın yaşamına girmiş, 2 Aralık 1926’dan 30 Aralık 1929’a değin 146 sayı çıkmış, ilk iki yıl eski harflerle yayımlandıktan sonra, 1928’de Latin harflerine geçilmesiyle Ağustos 1928’den başlayarak bölüm bölüm, Kasım 1928’den kapanıncaya değin de tümüyle yeni abece ile basılmıştır.

Cumhuriyetin bilinçli ve aydın kitlesine yönelik bir kültür dergisi olan Hayat, Cumhuriyete, devrimlere, yeni cumhuriyetin düşünce yapısının ve kültürel temellerinin oluşturulmasında ve bunların halka sunulmasında etkin rol oynamış ve bu çizgisini kapanana değin sürdürmüştür.  

Dergide yer alan ve aşağıda sunacağımız yazının yazarı Mehmet Emin Bey (Erişirgil) ise 1891-1965 yılları arasında yaşamış sanatçı, eğitimci, felsefeci, yazar ve bakan olup bugünkü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi olan Mülkiye’yi bitirmiş ve bir süre lise öğretmenliğinin ardından İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji ve felsefe dallarında profesör olarak görev yapmıştır. Erişirgil, Millî Eğitim Bakanlığında, daire başkanlığı, müsteşarlık, üniversitede dekanlık, milletvekilliği, Gümrük ve Tekel, İçişleri bakanlıkları yapmış, harf devriminde Türk abecesini düzenleyen kurulda yer almıştır.

Mehmet Emin Erişirgil

Yazının günümüz Türkçe harflerine çevrimini yapan Ahmet Bayındır ise 1950-2014 yılları arasında yaşamış, Tunceli Öğretmen okulu, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim bölümü, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimlerini bitirmiş, öğretmenlik, avukatlık, çevirmenlik, müze, sergi ve belediyelere kültür-sanat danışmanlığı yapmış, karikatür, resim, sanat tarihi, heykel ve karikatür tarihi üzerine birçok sergi açmış, çeşitli dergi ve gazetelerde yüzün üzerinde çalışması yayımlanmıştır.  

“LAİKLİK KARŞISINDA VAZİFELERİMİZ

Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda (Anayasada) laik devlet fikrine muhalif bir iki cümle kalmıştı. Halk Fırkası (Halk Partisi) inkılâbın hedefiyle teâruz teşkil eyleyen (bağdaşmayan) bu fıkraları kaldırmağa karar verdi. Ve bu tadilâtı (değişikliği) Millet Meclisinin de kabul eyleyeceğine şüphe yoktur.

Millet Meclisi Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’ndaki (Anayasadaki) bu fıkraların tayyını (kaldırılmasını) kabul ettikten sonra artık şeklen de olsa laik devlet esasına muhalif hiç madde kalmıyor demektir.

Türkiye’nin her nevi dinî alâka ve murakabenin (ilişki ve denetimin) tesiri altından kurtulmuş bir devlet olması, şark için, hatta medeni dünya için çok ehemmiyetli bir vakadır.

Tarihin bu hadiseyi âlem-şumûl (evrensel) mahiyetiyle muhakeme eyleyeceğine (yargılayacağına) şüphe etmiyorum. Hariçte, Türkiye’nin geçirdiği tahavvülü (değişimi) cihân-şümûl (dünya çapında) bir hadise şeklinde mütalaa edenler (değerlendirenler) maateessüf (ne yazık ki) çok azdır.

Türkiye’nin son senelerdeki hayatına hariçten bakanlar; bu tahavvüllerde (dönüşümlerde) cihanın gidişinden sezilmiş bir fikrin, tamamen idrak olunmuş bir gayenin hâkim olduğunu bir türlü kabul edemiyorlar, bu tebeddülleri (değişimleri) ekseriya (çoğunlukla) bir şekil değiştirme tarzında görüyorlar.

Bu kadar mutarrid, müteselsil (düzenli ve sürekli) inkılâp (devrim) hadiselerinin nâzım ve hâkim (düzenli ve kararlı) bir fikre tabi olmadığı nasıl iddia edilebilir? Memleketin mütefekkirlerine (aydınlarına) düşen vazife bu tahavvül ve inkılâpların (dönüşüm ve devrimlerin) cemiyetin ruhundaki tebeddül ve tahavvüle (değişim ve dönüşüme) istinat ettiğini (dayandığını) göstermektir:

Şurada, burada iddia edildiği gibi bir şekil değiştirmeden ibaret bulunmadığını anlatmak olmalıdır.

Diğer cihetten (taraftan) manevi hayatımızı yükseltmek için takip edilecek faaliyet de bütün bu zanları tekzip etmelidir (sanıları düzeltmelidir). Bu itibarla en mühim vazife maarif adamlarımıza (eğitimcilerimize) terettüp ediyor (düşüyor). Bir kere, halk tabakasını iyi bir vatandaş, iyi bir insan yapmağa hizmet eyleyecek olan ilk tahsili tamîm (yaygınlaştırmak) için bütün kudreti sarf mecburiyetindeyiz.

Eski harflerle basılan Hayat Dergisi

Halkın maneviyatı üzerinde amil (etkin) olan müesseselerin (kurumların) mühim bir kısmının kendiliğinden yıkıldığı bir sırada; onlarda içtimai hayatın icap eylediği ‘vicdanı’ kuvvetlendirecek, tabiattan yılmaz ve tükenmez bir sây (emek) ile istifade ruhunu verecek ilk tahsil ve terbiye (ilk eğitim ve öğretim) her zamandan fazla ehemmiyet kesbeder (önem arz eder).

Cemiyetin itikat ve adetleri (inanç ve gelenekleri) pek batî tekâmüle (ağır değişime) tabi olduğu devirlerde bu müesseseler fertlerin maneviyatını teşkilde (oluşturmada) bir terbiye âmili (eğitim etkeni) olur.

Fakat bizim gibi derin inkılâp yapmış, ‘hayata’ uymayan müesseseleri yıkmış olan bir memlekette vatandaşlar bilginin temin eyleyeceği şuurdan (bilinçten), telkin edilmiş vazife hissinden mahrum bırakılırsa memleketin atisi (geleceği) içtimai tesanüt (toplumsal dayanışma) noktasından çok tehlikeli bir akıbete namzet (geleceğe aday) bulunur. Böyle bir ati (gelecek) endişesi imkân mertebesinde (olanaklar ölçüsünde) kuvvetimizi ilk tahsili tamîm (yaymak) için sarf eylemeği emreder. Hâlbuki bu hususta çok büyük gayret sarfına muhtaç bir haldeyiz.

Vakıa (doğrusu) istatistikler cumhuriyet devrinde ilk tahsilin (ilköğretimin) kuvvetle inkişafını sarih (açık) bir surette gösteriyor:

926-927 tedris senesi içinde nehâri (gündüzlü) ve resmi ilk mekteplerimiz 5.663 iken 927-928 senesinde 6.063 oluyor. Bir sene evvel bu mekteplere devam eden talebe 384.341 iken bugün 416. 828’dir. Bu inkişafa (gelişmeye) rağmen hedeften çok uzağız.

Eğer Türkiya’daki 45.000 köyden ancak [5100] köyde mektep ve muallim bulunduğunu düşünürsek bu husustaki geriliğimizin derecesini tasavvur edebiliriz. Vakıa bu [45.000] adedinin ifade ettiği köylerden bir kısmı maateessüf (ne yazık ki) hakiki köy mahiyetinde değildir. Bu rakamın mektep açmağa müsait olan nısfını (yarısını) düşündüğümüz zaman bile yalnız köyler için ne kadar mektep ve muallim ihtiyacımız olduğunu takdir edebiliriz. Bu rakam gece uyku uyutturmayacak derecede mefkûremizi (zihinlerimizi) işgal eylemelidir.

Bu muallimsiz (öğretmensiz) ve mektepsiz köylerdeki vatandaşlar yalnız asker ocağında şuurlu bir terbiye alabiliyor demektir. Askerlik müddetinin kısalığına göre bittabiî terbiye-i askeriye haricinde (askeri eğitimin dışında) bunlara lazım gelen malumat ve icap eden telkinler gayet mahdut (sınırlı) kalmaktadır.

O halde bu vatandaşları şuurlu bir halde ‘yeni hayata’a hazırlayamıyoruz. Büyük bir inkılâp yapan memleketin en ehemmiyetli vazifelerinden biri imkân mertebesinde az bir zamanda her insana, her vatandaşa lazım gelen asgari tahsili (zorunlu eğitimi) tamîm eylemek (yaymak), lazım gelen telkini yapmaktır.

Düne kadar mütefekkirler (aydınlar) Türk devletinin dinî nüfuz (etki) altından kurtularak serbestçe inkişafa müsait bir hal temini vazifesi karşısında idiler. İnkılâp (devrim) ile bu gaye hâsıl oldu.

Fakat şimdi başka bir mesele muvacehesindeyiz (karşısındayız):

İçtimai tesanütü (toplumsal dayanışmayı) zaafa uğratmamak ile, halk tabakaları arasında aynı tahassüsü (duyarlılığı) temin eylemekle mükellefiz. Ruhların vecit tevlit eyleyecek (coşku doğuracak) içtimalara ihtiyacı vardır, bütün halk tabakalarını aynı tahassüs (duyarlılık) ile içinde yaşatacak, aralarında rabıta tevlit eyleyecek (bağ oluşturacak) itikatlar (inanışlar) lazımdır.

Vicdanların bu ihtiyacını nasıl temin edeceğiz?

Diğer cihetten durgun ve sakin yerlerdeki mutavassıt (sade) fertlerin vicdanları boş olursa her nevi akidelerin (inanışın) yayılmasına müsait bir muhit (ortam) hazırlanmış demektir. Böyle bir muhit ise memleket için tehlikeli olabilir. Memleketi bundan korumak vazifesi yine mütefekkirlere (aydınlara) aittir.

Mefkure (fikir) hayatı vecdli içtimalarla (coşkulu toplanmalarla) kuvvetlenir, bazı ruhlar akidelerle (inanışlarla) beslendiği zaman cemiyete nafi (yararlı) olabilir. O vecdli içtimaları (coşkulu birliği) nasıl yaratabileceğiz? Cemiyete nafi akideleri (yararlı inanışları) ruhlarda nasıl kuvvetlendireceğiz?

İslâmiyet muasır hayata uygun bir şekil alarak bu ihtiyacı tatmin edebilir mi? İşte bunlar öyle suallerdir ki hepimizi meşgul eylemelidir.”

MEHMET EMİN (ERİŞİRGİL, (1928). “Laiklik Karşısında Vazifemiz”, Hayat dergisi, C3, S.72.)