Küçük İskender… Bizim Rimbaud’muzdu

Ortaköy Büyük Mecidiye Camii’nin avlusunda, cenazesi için toplananlar arasında gözlerinden dolu gibi yaşlar dökülen o kadar çok kişi vardı ki! Ardından şiiri ve şairliğiyle ilgili yapılan değerlendirmelerin içeriksel çeşitliliğini onun şiirinin derinlik ve genişliğinin bir yansıması olarak da görebiliriz. 2019’da Temmuzun üçünde dünyaya veda ettiğinde 55 yaşındaydı. Ondan bize şiir ağırlıklı olmak üzere anlatı, deneme, roman ve günlük türünde kırkın üzerinde eser kaldı. Devr-i daim olsun!

 CAFER YILDIRIM

Türk şiirinin en üretken şairlerinden biriydi küçük İskender. Şiiri yaşamının odağına koymuştu. Bu nedenle tıp eğitimini son dönemecinde bıraktı. Daha sonra bir süre sosyoloji bölümüne devam etti. Onu da bıraktı. Bütün zamanlarını şiirin hizmetine sundu.

Şiiri yaşamının merkezine yerleştirmesine koşut olarak yaşamını da şiirinin ana kaynaklarından biri haline getirdi. Şiiriyle yaşamı iç içe geçmiş, yaşamıyla şiiri neredeyse bire bir örtüşen şairlerimizden biri de odur.

Eşcinselliğini kararlıkla dizelerine taşıdı. Argoyu en çıplak haliyle kullandığı gibi en naif anlatımları da içeren bir dil kurdu. Dili, kelimenin tam anlamıyla cesurdu ve sakınmasızdı. Dobra ve sakınmasız dili bir tarafıyla da oldukça duygulu ve şaşırtıcı duyarlıklarla yüklüdür. Abidin Parıltı’nın onun şiir diliyle ilgili saptamaları oldukça isabetli ve yerindedir: “Oldukça açık anlamlı ve lirik şiirler de yazmasına rağmen (bakınız lütfen, ‘Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm’ adındaki şahane şiiri), okuyanı iğrendirebilecek, bu da şiir mi, diyecek dizeleri de yazar (bakınız, ‘Külfetli Felsefe’ şiirinin bir kısmı). küçük İskender’de kelimenin nereye denk geleceği kestirilemez. Aslında çok iyi hesaplanmış olmasına rağmen kelimelerin yeri sağlam değildir. Kaygan bir sayfada kayıp dururlar. Ne zaman, nerde, hangi kelime karşınıza çıkacak kestiremezsiniz. Bu yüzden tekinsizdir. Ve bu biçimiyle de aykırıdır. Düzen yoktur. Düzen dışıdır. Son derece duygusal bir dizeyi okurken hemen empati kurar ve şiir size geçmişinizden ya da bugününüzden bir şeyler çağrıştırır. Ancak birdenbire argo ya da pornografik bir kelimeyle ya da bir önceki anlamdan tamamen aykırı bir dizeyle büyüyü bozar (sanki uzaktan sırıtır size) kurduğunuz kuleyi yıkar, bir anda kendinize, duygunuza ve şiire yabancılaşırsınız.”[1]

1990’lı yılların ikinci yarısında, Beyoğlu’ndaki bir cafe barda her hafta sunduğu şiir matinesinde kendisiyle birkaç dakikalık bir konuşmamız oldu. Kişiliği de şiiri gibi kibirden uzak, samimi ve sıcaktı.

Bizim Rimbaud’muz muydu

Ortaköy Büyük Mecidiye Camii’nin avlusunda, cenazesi için toplananlar arasında gözlerinden dolu gibi yaşlar dökülen o kadar çok kişi vardı ki! Ardından şiiri ve şairliğiyle ilgili yapılan değerlendirmelerin içeriksel çeşitliliğini onun şiirinin derinlik ve genişliğinin bir yansıması olarak da görebiliriz:

“küçük İskender bizim kuşağımızdan bir sonraki en yetenekli, en cesur, en yaratıcı bir şairidir.” (Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2019)

“Kendinden önceki edebiyatın üzerinden zıplayarak, taklalar atarak yazıyordu şiirlerini. İçi şiirle doluydu. Şiirleri sanki çok önceden yazılıp hazırlanmışlar gibi dökülüyordu kaleminden. Şiirde yeniliğin, atılımın, çığır açmanın ne olduğunu gösterdi hepimize. (Turgay Fişekçi, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2019)

“Deneyciliğiyle, öncülüğüyle hiç kuşkusuz en büyük şairimiz Nâzım Hikmet’in izinden gitti. Dünyadaki yerini, varlığını ama her şeyden önce dünyayı sorgulayışıyla Edip Cansever gibiydi. Sesi, şiirinin genişlik ve derinliği, ironisi, adeta Türk şiirinde bir dünya şairi olarak farklılığıyla hiç kuşkusuz kaç kuşağı temsilen biricik oldu.” (Haydar Ergülen, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2019)

“Cesaretine, o dik duruşuna, sözcüklere takla attırışına ve aforizmalarına hayrandım… Afacanlığına ve saygısına da…” (Zeynep Oral, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2019)

“Kısacık hayatını emsali az görünen şiirleriyle zenginleştirdi. Pervasız yaşadı, hiç korkmadı.

Özgürlüğüyle kanatlandı.

Kanatlarıyla yeryüzüne çok farklı renkler yaydı.

Özgün ve duru şiirleriyle edebiyatımızda yer almış, şiirin asi ve afacan çocuğu yolun açık olsun.” (Pen Türkiye Yazarlar Derneği, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2019)

“O bizim Rimbaud’muz muydu, yoksa yıllar sonra Rimbaud’ya ‘Fransızların küçük İskender’i’ mi diyecekler? Şiirimizin romantik, küstah ve asi büyük kıvılcımını kaybettik.” .” (Bedri Baykam, Yakamoz,  Cumhuriyet, 11Temmuz 2019)

Küçük İskender’in toplumcu gerçekçi şiirle bağı

küçük İskender şiiri üzerine eleştirmen kimliğiyle ilk eğilenlerden biri de Hasan Bülent Kahraman’dır. Kahraman, İskender’in ilk ürünü “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” adlı kitabından yola çıkarak İskender’i toplumcu gerçekçi şiire bağlar ve onu bu şiir anlayışının yeni bir izleği olarak tanımlar.

Kahraman’a göre toplumcu gerçekçi şiirde iki ana izlek vardır. Bunlardan biri divan, diğeri ise halk şiiridir. Divan şiiri izleği Nâzım Hikmet ve Attilâ İlhan çizgisinde, halk şiiri izleği ise Ahmet Arif şiirinde kendini göstermektedir.

1980 sonrası yazılmaya başlanan toplumcu gerçekçi şiir; kent gerçeğine dönük, burjuva estetiğine yaslanan, yaşanan toplumsal değişime karşı gerekli ya da gereksiz tavrı geliştirmesi bakımından temsil karşılığını küçük İskender’de bulmaktadır. Toplumcu gerçekçi şiirin Ahmet Arif şiirinde kendini gösteren ikinci çizgisi ise destan geleneğini ayağa kaldıran, ona yeni bir soluk kazandırmaya çalışan, geçmişin kültürel birikimine alttan alta sahip çıkan Emirhan Oğuz şiiri üzerinden yeni bir açılıma kavuşmuştur. Sonuçta ise 80 sonrası toplumcu gerçekçi şiiri iki gelenek arasında yolunu bulmaya çalışan tedirgin bir şiir olarak gelişimini sürdürmektedir.[2]

Hasan Bülent Kahraman bir başka yazısında, küçük İskender’in toplumcu gerçekçi şiir içindeki yerini daha belirgin bir anlatımla ortaya koyar: “Gerçekçi şiir, artık bünyesine yeni bazı olguları almak zorundadır. Bunların arasında kent gerçeği var, kültürün çözülmesi var, popülist kültür var. Bir de bunlara karşı çıkmak zorunluluğu var. İşte 80’ler gibi üstüne ölü toprağı serili bir dönemde, İskender hiçbir şey yapmadıysa bunu yaptı. Nitelikleri tartışılabilir de olsa, nihilist de denebilecek bir tutumla da olsa olup bitene karşı çıktı. Evet, karşı çıktı. İlkin önemli olan budur; gerisi nasılsa gelir. Benim İskender’i yerleştirdiğim yer burasıdır (…).”[3]

Küçük İskender şiirindeki rastlantısal toplumsal içerik

Kahraman’ın küçük İskender’i toplumcu gerçekçi şiire eklemlemesi ve hatta bu tarz şiirin yeni bir atılımı olarak değerlendirmesi kuşkusuz tartışmaya açıktır. En başta şunu belirtelim: Bir şairin kent gerçeğine eğilmesi, kültürel çözülmeyi konu edinmesi, popülist kültürle ilgilenmesi onun toplumcu gerçekçi sanat alanına dâhil edilmesi için yeterli değildir. Toplumcu gerçekçilik, toplumun üretim ilişkileri üzerinden edinilmiş materyalist tarih anlayışına dayanan bir dünya görüşünün doğal tezahürü olan bir sanat tutumudur.

Zihninden ve belleğinden, bilincinden ve bilinçaltından aralıksız akan düşünsel bir nehrin, kalbinde varlığını sürekli kılmış bir anaforun kitaplara basılmış fotoğraflarını andıran şiirlerinde tarihe, toplumsal hayata, toplumun parçası olan bireye ait hayatiyet arz eden meselelere yapılmış göndermeler, düşülmüş ironik şerhler, atlamadan geçilmemiş içli dipnotlar mevcuttur küçük İskender’in şiirinde. Fakat toplumla ilgili ve toplumsal yaşama ilişkin bütün bu dokunuşlar toplumsal bağlamının dışında, karmaşık ve bireysel bir kompozisyonun çerçevesi içinde ve o kompozisyonun bir parçası halindedir. Demem o ki sadece bir unsurdur. Bu bakımdan küçük İskender şiirindeki toplumsal içerik rastlantısal bir görünüm arz eder. Rastlantısallık, söz konusu içerikleri toplumcu amaç ve hedeften uzaklaştırarak, yazılan şiire ait sıradan bir unsur haline getirmektedir. Bu durum bazen sessel, bazen biçimsel, bazen de semantik uyumun bir uzantısı, tamamlayıcı ögesi olma işleviyle yükümlemektedir. Bu bakımdan küçük İskender’in şiirini toplumcu gerçekçi şiirin yeni bir izleği olarak tanımlamak oldukça abartılı bir yaklaşımın ürünüdür. Ayrıca Hasan Bülent Kahraman, küçük İskender’in ilk kitabından yola çıkarak İskender’in şiiriyle ilgili yaptığı tahlillerden dokuz yıl sonra yazdığı bir yazıda caymış görünmektedir: “İskender’in savruk tavrı şiirselin üretim ve özgürlüğü bağlamında ele alınacaksa yazılmış şiirin başlangıcından, varılmış sonul noktasına kadar iyi izlenmesi gerekir. Çünkü, İskender’in üretimi artık ‘temellendirmenin’ uzantısı olarak gelişmiyor. Aksine, belki kendisi de öyle istiyor; çünkü, “toplumcu gerçekçi olmaktan çok, toplumcu hayalici olmak isterim” diyor. Fakat, temellendirme kaygusunun dışına çıktığı anda, İskender, çabasını bir tür otomatik yazıma dönüştürüyor.”[4]

Argo ve küfürle örgülenmiş kentli, elit ve marjinal dil

Toplumcu gerçekçi şairler, şiirlerinin olabildiğince yagınlaşmasını ve geniş kitleler tarafından okunmasını isterler. Bu nedenle şiirlerinde arzularının gerçekleşmesine uygun teknikler kullanır, amaçlarına hizmet edecek bir dil kurarlar. Temel hedefleri ise ideallerindeki sosyalist dünya tasavvuru doğrultusunda kitleleri etkilemek, bu tasavvuru onlara benimsetmektir. Toplumcu gerçekçi şairler estetiği böylesi bir gerçeklik üzerine kurarlar.

küçük İskender’in dili; ses ve anlama dayalı kelime oyunları, kültürel atıflar, lirik anlatımlar, ironik göndermeler, ustaca başvurulmuş edebi sanatlar, isyanla sarmalanmış argo ve küfürle örgülenmiş kentli, elit ve marjinal bir dildir. Bu dil, toplumun ortalama kültürel çıtasının oldukça üzerindedir ve geniş kitleler tarafından algılanıp anlaşılma potansiyelinden uzaktır. Bu sebepledir ki küçük İskender şiirinin yaygınlık ölçüsü adının fersah fersah gerisindedir.

küçük İskender’in “türkiye” adlı şiirinin şiir toplamı içinde özel bir öneme sahip olduğunu söyleyebilirim. Şiir çerçevesi belirgin bir konu ve bütünlüklü bir temaya sahiptir. Şairin birçok şiirinde olduğu gibi ana temanın görünürlüğü; kendinden taşan, sıçrayan ve akış esnasında kopan ya da bir başka temaya dönüşen yan temalar tarafından işgal edilmemiştir bu şiirde. Şiir içeriğinin belirginliğiyle ayrık bir yerde durmaktadır. Fakat şiirin önemi bu ayrıksı özelliğinden gelmiyor. Şiirin önemi bu şiirin ayrıca küçük İskender şiirinin bütün özelliklerini kendinde barındırmasından, temsil gücüne sahip bulunmasından ve temsil kudretini oldukça yalın bir biçimde yansıtmasından kaynaklanıyor. Şiirin dili; çıplak argo ifadeler, duygulandıran anlatımlar, nükteli deyişlerden oluşuyor. Bu dil aynı zamanda sıkça yapılan göndermeler, ironik çağrışımlarla da yüklüdür. Şiir ayrıca şairin dünya görüşünü, siyasal duruşunu, toplum ve ülke gerçekliğine bakışını, egemen erk karşısındaki tutumunu ve kendine dönük algısını da yansıtıyor.

Devr-i daim olsun

Yazının bu aşamasında şairin “türkiye”[5] şiirini aktarmak anlamlı olacaktır. Okur, küçük İskender şiiriyle ilgili ortaya konan saptama ve öngörülerin doğrulamasını bu şiir üzerinden yapabilir.

 

“Oğlanlardan ve alkolden vaktim arttıkça seni düşünüyorum          

       Türkiye, inan doğru bu kere yanılsamam ve ruhumun

       yavşak zıpırlığı, hiç değilse ayık dolaşmayacak kadar

       dürüstüm.

Türkiye, kahraman tarkan öleli çok oldu, artık onu unut;

       bunadı kurt, Playboy’a annemin çıplak resimlerini satarak

       Beyaz Saray’a sırnaşmayı düşünüyorum

       spermi biraz fazla kaçırdığımda,

Beş parasız paraladığım sokaklarında embesillerini

       ve taşşak kalpli aydınlarının sidik yarışlarını görüp

       bol bol osuruyorum; başbakanı dinlerken televizyon kar-

       şısında ekrana ekmek teknemi açmak ya da esrar içmek,

       geğirmek en büyük mutluluk bana verdiğin,

Otuz bir çekmediğim gecelerde düşler kuruyorum senin hak-

        kında, hür hülyalarımda sana zerre kadar yer vermiyorum ama,

        maalesef ayakta kalıyorsun,

Sosyal demokrat idiotlarını, oruspu tavukların uğrak yeri

        sanat galerilerini, festival sarkaçlarını, ölüsevici

kültürünün

        uyanık tezgâhtarlarını ve tezgâhın altında neler döndüğünü

        fark edecek kadar sosyalistim,

Hapsine düşmedim henüz; o yüzden tam solcu sayılmam

         köle pazarı piyasanda, kıçına cop girdiği için şair olan- 

         lardan değilim; eli kulağındadır tımarhanelerinden birinde

         tescilli manyak olmamın ve koynuna girmediğimden

         dorukta sıçanların, o yüzden ibneliğim de test edilip

         onaylanmadı,

Uyuşukluklarıyla iktidara peşkeş çekip çaktırmadan sonnet’le-

        leriyle, balad’larıyla köçekleşen, raconları kıyak geçme

        üzerine kurulu mason-ulema tayfanı da tanırım; sen de

        bilirsin ki havlayan it ısırmaz Türkiye, bak, bizbizeyiz,

        çekinme, şu azınlıkları ne zaman kesip kızartacağız,

       çok acıktım Türkiye,

Nâzım’ını severim, buna kızabilirsin,

       ama bazı –ne demekse- naif şairlerinin, O’nun devlet sa-

       natçısı olmasına ve adının iktidar şakşakçısı starlarla bir

       anılmasına dair çabalarına izin verdiğinden, sana korkunç

       müteşekkirim; intiharımı hızlandırıyorsun böylelikle,

       böylelikle artıyor kirim ve seninle kirimiz; ne gam?! iyi

       akşamlar Persil Supra.

Mustafa Suphi, artık hamsi mi Türkiye; dikkat et,

       balıkları örgütlemesin,

(…)

‘Uzak Asya’dan gelip Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

      bu memleket,… sizin! Afiyet olsun efendiler!’ demekten

      bıktım, bıktık, anlıyor musun, orda mısın Türkiye,

 

Ama yine de memnun olmuyorsan bu tavırdan ve

     kızıyorsan ve sinirleniyorsan, olsun,

     biz yine geliriz; yine yazar, söyleriz; ölürüz;

     biz yine gideriz;

     sen rahatını bozma o zaman, güzel bir çocuk gibi

     bu şık dünya yatağında

     böyle masum böyle mazlum uyu Türkiye,

küçük İskender 1964 yılında İstanbul’da doğdu. Bohem bir hayat yaşadı. Tezgâhtarlık, düzeltmenlik kostümcülük, köşe yazarlığı, resepsiyon memurluğu, barmenlik, radyo programcılığı, şarkı sözü yazarlığı gibi birçok iş yaptı. Temmuzun üçünde dünyaya veda ettiğinde 55 yaşındaydı.

Ondan bize şiir ağırlıklı olmak üzere anlatı, deneme, roman ve günlük türünde kırkın üzerinde eser kaldı. Bu niceliksel halin ayrıca nitelikle de eş değerde bulunduğunu dikkate aldığımızda küçük İskender’in Türk edebiyatının en üretken şairlerinden biri olduğuna kuşku yoktur. Devr-i daim olsun!


[1] Abidin Parıltı, Radikal Kitap, 3 Şubat 2006

[2]Bakınız: Hasan Bülent Kahraman’ın 1980 Sonrası Toplumcu Şiirin İki İzleği yazısı. (Bir Sürekli Cehennem, Kavram Yayınları, İstanbul, 1989.)

[3] Age.,s. 210.

[4] Hansa Bülent Kahraman, Türk Şiiri Modernizm Şiir, Boke Yayınları, İstanbul, 2000, s.322.

[5] küçük İskender, Periler Ölürken Özür Diler, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2011.