İspanya iç savaşı, karanlığın ayak sesleri

17 Temmuz 1936 günü, bundan tam 86 yıl önce bir askeri darbeyle İspanya’da kanlı bir iç savaş başlamış ve 40 yıl sürecek Franco diktatörlüğünün ilk adımları atılmıştı…

AV. CEM BAYINDIR

 

 “İspanya’da dövü­şen gönüllüler, bu savaşın anılarını
yüreklerinde kötü bir yara gibi taşımışlardır.
Çünkü insan, haklı olduğu halde yenilebileceğini,
zorbalığın gayrete boyun eğdireceğini,
kimi zaman cesaretin mükâfatının olmadığını
İspanya’da öğrenmiştir.”
(Albert Camus)

 

17 Temmuz 1936 günü, tam 86 yıl önce bir askeri darbeyle İspanya’da kanlı bir iç savaş başlamış ve 40 yıl sürecek Franco diktatörlüğünün ilk adımları atılmıştı.

Fas’ın İspanya’ya bağlı bölümünde görevli General Morato, Halk Cephesi hükümetinin başbakanı Cesares Quiroga tarafın­dan uyarıldığında, yani darbeci subaylar ihbar edildiklerini anladıklarında 18 Tem­muz olarak belirledikleri isyan tarihini bir gün öne çekmişlerdi. Madrid’den gelen, “İsyancıların şefi Teğmen Segui’yi tutuklayın” emri, hiçbir zaman uygulanamayacak bu emrin yerine getiril­memesi, İspanya’yı yalnızca bir iç savaşa değil, aynı zamanda, yak­laşık on yıllarca sürecek olan ka­ranlığa sokacaktı.

17 Temmuz’da öğlene doğru Teğmen Segui Doğu Ordusu Komutanı General Romares’i tutuklayacak ve hükümete bağlı diğer yandaş­larıyla birlikte kurşuna dizecekti. Akşama doğru İspanya’nın Afri­ka’daki toprakları tümden isyancıların denetimine geçmişti. İs­panya halkı, darbeyi Kanarya Adaları’nda bulunan General Francisco Franco’nun ağzından duydu: “Ordu, İspanya’da düze­ni sağlamaya karar vermiştir.”

General Franco İngiltere’den kiralanan bir uçakla Afrika’ya iki gün sonra 19 Temmuz’da gelmiş ve uçağın pilotuna, kendini karşılayan subaylar arasında ya­kından tanıdığı ve güvendiği su­bayları gördükten sonra ’dur’ emrini vermişti.

KUTUPLAŞMA

Beş ay önce yapılan seçimleri Halk Cephesi’nin ka­zanmasıyla tırmanan şiddet orta­mında darbe söylentisi iyice duyulur olmuştu. Sosyalistler, Stalin yanlısı komünistler, Troçkistler, liberal cumhuriyetçiler, İspanya’nın ayrı bölgelerinde özerkliği savu­nan yerel gruplar, laik burjuva kesimler, Şubat ayındaki seçimle­re Halk Cephesi bayrağı altında birleşerek katılmış ve az farkla da olsa İspanya meclisi Cortes’te ço­ğunluğu almışlardı.

Öte cephe ise kralcılar, fa­şistler, büyük toprak sahipleri, artan grevlerden rahatsız olan patronlar, Katolik Kilisesi ve ordunun büyük çoğunluğundan oluşuyordu. 

Seçimden sonra, her iki cephe de giderek kutuplaştı. Siyasal cinayetler birbirini izledi. Bardağı taşıran son damla ise 12 Temmuz gecesi anti-faşist bir po­lis memurunun katledilmesi ve hemen birkaç saat içinde monar­şist partinin lideri Calvo Stelo’nun öldürüldüğü misilleme olayı oldu. Her iki cenaze de 14 Temmuz’da aynı mezarlıkta toprağa verildi ve hemen ardından hükümet yanlısı polislerle faşist milisler, Madrid sokaklarında çatışmaya başladılar. Gün sonunda bilanço 4 ölüydü.

AVRUPA’NIN SİYASAL GÖRÜNÜMÜ 

Uluslararası düzendeki siyasal durum da İspanya içindekinden ayırtsızdı. Hitler Almanya’sı ile Mussolini İtalya’sı hızla yeni bir savaşa hazırlanıyor, tüm Avru­pa silahlanıyordu. Darbeciler da­ha eyleme geçmeden Almanya ve İtalya ile ilişki kurup destek sözü almışlardı. 1931 yılında ku­rulan ‘İkinci Cumhuriyet’in yaşama şansı yoktu.

Afrika’da başlayan ayaklan­ma hızla ülke içine yayılmış, bü­tün İspanya bir anda kan gölüne dönmüştü. Kentler, kasabalar, köyler silah seslerinden geçilmiyordu. Çoktandır bi­rikmiş sınıfsal, etnik, siyasal ve ailesel karşıtlıklar bir anda boşan­mış, İspanya topraklarında ikiye bölünmeyen yer kalmamıştı.

Darbeciler, ağır silahlarının avantajını kullanıyordu. Hükü­metteki liberaller, ayaklanma gü­nü halkı silahlandırmayı redde­derek darbecilere çok değerli bir olanak sunmuş oldular. Ertesi gün halka silah dağıtılmaya başlanmıştı; ama birçok kent Franco taraftar­larının elindeydi. Başkent Madrid’de durum sakindi ancak özel­likle Barcelona’da yoğun çatış­malar vardı.

AYAKLANMA BÜYÜYOR

Katalan milliyetçiliğinin baş­kenti ve anarko-sendikalistlerin kalesi Barcelona, iki gün süren barikat savaşlarının sonun­da, darbecileri püskürtmüştü. Madrid’deyse yaklaşık 10 bin ki­şilik bir kalabalık, darbecilerin elindeki garnizonu ele geçirecekti.

Donanma ve Hava Kuvvetle­rinin büyük bir bölümü hâlâ hü­kümete bağlıydı. Çoğu işçi kö­kenli olan denizciler, konseyler kurarak subaylara başkaldırdı­lar. İspanya Deniz Kuvvetle­rindeki subayların yaklaşık dört­te üçü bir gece içinde, astları tara­fından öldürüldü. Her iki taraf da kısa bir süre içinde zafere ula­şamayacağını anlamıştı.

DIŞ DÜNYANIN BENCİL TAVRI

İsyancılar kendi denetimleri altındaki topraklarda, “milli böl­ge” kurdular; Hitler ve Mussolini’ye temsilciler gönderdiler. Fransa’da, iktidardaki Halk Cep­hesi hükümeti İspanyol cumhuriyetçilerine destek vermeyi kararlaştırdı. Donanma ve Hava Kuvvetleri’nden yoksun kalan Franco’nun, Afrika’daki özel birlikleri bir an önce İspanya’ya geçir­mesi için imdadına Hit­ler yetişti. Almanların Junkers-52 uçakları ilk hava köprülerinden birini kurarak Fas garnizonlarını İspanya’ya taşıdılar.

İngiltere’de iktidarda olan muhafazakâr Chamberlain hüku­meti ise, İspanya’daki iç savaşın tüm kıtada beklenen yeni dün­ya savaşının tetikleyicisi olmasın­dan kaygılıydı. Bu neden­le Fransa’daki Leon Blum hükü­metine de baskı yaparak Alman­ya ve İtalya’nın da imzalayacağı bir tarafsızlık antlaşması hazırla­dı. Sovyetler Birliği’nin katılma­dığı bu antlaşma çerçevesinde, “ademi müdahale komitesi” kurul­du.

Ancak tarafsızlık antlaşmasına karşın bu devletler Franco’ya her türlü yardımda bulundular, Fransa, İspanyol cumhuriyet­çilerine verdiği desteği kesti. İngi­liz ve Fransız gemileri İspanya’ya gidecek yardım malzemelerini en­gellemek için İspanyol sularında devriye gezerken, Almanya ve İtalya, faşistlere her türlü desteği sağlıyordu.

BÖLÜNEN ANTİ-FAŞİST GÜÇLER

Ambargo etkisini göstermeye başlamıştı. Birçok cephede İspanyol cumhuriyetçiler çok ciddi yiyecek, ilaç ve mühimmat sıkıntısı çekiyorlardı. İtalyan ve Alman uçakları, faşistlerin saflarında bombardımana katılıyor, İtalyan ordusundan on binlerce gönüllü, Franco saflarında savaşmak için İspanya’ya gidi­yordu. Bu gönüllülerin sayısı iç savaş boyunca, 50 bine kadar yükseldi. İkinci Dünya Savaşı’na hazırlanan Almanya’ysa, İspanya’da yeni savaş gücünü deneme fırsatı buluyordu.

Sovyetler Birliği tarafsızlık antlaşmasını tanımayacağını ve İspanyol cumhuriyetçilerine yar­dım edeceğini açıkça ilan etti. Fa­kat bu yardımın bedeli, anti-faşist güçlerin bölünmesi olacaktı. Moskova yanlısı İspanya Ko­münist Partisi hedefini, cumhuri­yetin korunması olarak belirle­mişken, İspanyol anarşist ve Troçkistleri, gelişmeleri bir devri­min başlangıcı olarak görüyor, bu çerçevede kendi denetimleri altındaki bölgelerde buna uygun iktidar biçimleri oluşturmaya çalışıyorlardı.

Sovyet yardımı sayesinde güç kazanan İspanya Komünist Parti­si bütün anti-faşist güçlerin, merkezi bir Halk Ordusu bayrağı al­tında birleşmesi konusunda diğer cumhuriyetçi gruplarla anlaşma­ya varınca, iç savaş içinde ‘iç sa­vaş’ daha yaşanır oldu. Anarşist ve Troçkistler, müttefikleri tarafından silahsızlandırılmaya ve merkezi ordu­nun otoritesi altına girmeleri için zorlanmaya başlandılar.

NO PASARAN

 İtalya ve Almanya’nın deste­ğiyle güç kazanan faşistlerin he­defi Madrid’di. Cumhuriyetçi hü­kümet kenti terk etmiş, moral ve fiziki üstünlük faşistlerin eline geçmişti. Buna karşın direnişte ve savaşımda karar kılındı.

Uluslararası Tugay.

Alman ve İtalyan uçakları da kentin bombalanmasına katılı­yordu. Madrid’de ise açlık kol gezmeye başlamıştı. Soğuk, açlık ve hastalık da faşist kurşunları gibi etkiliydi. Cumhuriyetçilerin imdadına ‘Uluslararası Tugay’ yetişti. Madrid’i savunmaya koşan üç bin kişilik gönüllü birliği, kentin direniş gücünü artırdı. Fakat bu birliğin iki bini 48 saat içinde öldü ya da yaralandı.

Cumhuriyetçiler “No Pasaran” derlerken, Franco ise kısa bir süre içinde Madrid Katedrali’nde ayine katı­lacağını söylüyordu. No Passaran, “Geçit yok”, “Geçemeyecekler” anlamını taşıyan İspanyol anarşist önder Buenaventura Durutti’nin halka yaptığı bir konuşmanın bitiş sözleridir ve daha sonra anti-faşist mücadelenin sloganı olur.

Başkentin savunmasına Saragoza’dan üç bin kişilik bir birlikle gelen Durutti, Madrid’i savunurken tartışmalı bir biçim­de ölür ama yapılan büyük savunma başarılı olur ve General Franco’yu kutlamak için Madrid’e gönderi­len telgraflar, faşistlerin değil cum­huriyetçilerin eline geçer.

Madrid’in düşmesinden umu­du kesen faşistler, dikkatlerini di­ğer cephelere yönelttiler. Çatış­malar, özellikle Asturya ve Bask bölgelerinde yoğunlaştı. Guernica, Alman uçakları tarafından yerle bir edildi. Zaman zaman başarılı saldırılar düzenlense de, cumhuriyetçiler esas olarak hep savunma pozisyonundaydılar.

SAVAŞIN YİTİRİLİŞİ

1938 Nisan’ında Franco kuv­vetleri cumhuriyetçilerin elindeki toprakları ikiye bölmeyi başar­mıştı. Stalin’in, Hitler’le saldır­mazlık paktı imzalamasından sonra Moskova’dan gelen yar­dımlar da gittikçe azaldı.

Aynı yılın sonlarına doğru Franco kuvvetlerinin zaferi görünür oldu. Kasım ayında “Uluslararası Tugay” dağıtıldı ve gönüllüler ülkelerine gönderildi­ler. Ocak 1939’da Barcelona düştü, mart sonunda ise General Franco’nun birlikleri Madrid’e giriyordu. Dünya yeni bir savaşa başlarken, İspanya’da iç savaş bitmiş, ülke tümden yıkılmış, 1975 yılında General Franco’nun ölümüne kadar süre­cek olan, 114 bin kişi otoyol altlarında toplu mezarlarda kaybolacağı, cinayetlerin, baskıların, terör politikalarının büyük travmalarıyla dolu karanlık bir dönem baş­lamıştı.

AYDINLARIN TEPKİSİ

Ülkelerinin savaşa mesafeli duruşu ve açıkça Franco’ya destek vermeleri Avrupalı aydınların bu duruma tepki göstermesine neden olmuş, dönemin birçok tanınmış şair, yazar ve düşünürü gerek gazeteci olarak gerekse doğrudan Cumhuriyetçi cephede savaşmak üzere İspanyol İç Savaşı’na katılmıştır. Hem cephe savunmasında hem de tanıtımında Cumhuriyet Ordusu’nun ön saflarında savaşan ve uluslararası gönüllülerin oluşturduğu ve sayıları 32 bine yaklaşan “Brigadas Internacionales” (Uluslararası Tugay) birlikleri içinde mücadele eden aydınlar Madrid Savunması’nda da etkin rol oynarlar.

Tüm bu kalemler yalnızca savaş sırasında yazdıkları ile değil, savaş sonrasında kaleme aldıklarıyla da bir döneme ışık tutarlar.

EDEBİYATTA İÇ SAVAŞ

İspanya İç Savaşı’nda etkin rol oynayan, savaşan, destek veren, anılar, romanlar, öyküler, söyleşilerle savaşı yazan onlarca sanatçı onurlu bir tutum sergilemiştir. İspanya İç Savaşı ile ilgili 20 bine yakın sanatsal çalışma vardır.

İngiliz şair Wystan Hugh Auden, 1937’de geldiği İspanya’da, Cumhuriyetçi cephede birkaç hafta ambulans şoförlüğü yaptıktan sonra ülkesine döndüğünde, gördükleri ve yaşadıklarını anlatarak İç Savaş’ta Cumhuriyetçilerin haklılığını dile getirmiştir.

George Orwell, İspanyol İç Savaşı’nda Barcelona’da bulunmuş ve Birleşik Marksist İşçi Partisi (PAUM) milisi olarak cepheye gitmiş, yalnızca İsyan Ordusu’na karşı verilen savaşı değil, Halk Cephesi içerisindeki anlaşmazlıkları da içeriden biri olarak gözlemlemiş, boğazından aldığı ağır bir yara nedeniyle ülkesine dön­mek zorunda kalmıştır. “Katalonya’ya Selam” romanı o günlerin ürünüdür.

Savaşa katılmasa bile, gözlemci gazeteci olarak İspanya’da bulunan Ernest Hemingway’in, “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” adlı romanının konusu da İspanyol İç Savaşıdır.Andre Malraux da savaş başlar başlamaz İspanya’ya gelmiş ve Cumhuriyetçi cephede pilot olarak görev yapmış,  yaklaşık altmış beş operasyona katılmış, ikisinde yaralanmıştır. “Umut” adlı kitabını daha savaş bitmeden 1937 yılında yazan Malraux romanda Cumhuriyet Ordusu’nun galip geleceğine ilişkin umudunu anlatır.

Arthur Koestler, İngiliz New Chronicle gazetesinin İspanya muhabiri iken İç Savaş’a katılır ve Malaga kenti İsyan Ordusu’nun eline geçince burada tu­tuklanır ve idama mahkûm edilir. 1937 yılında 4 ay kaldığı hapishanede ölümü bekler­ken İç Savaş’taki anılarını topladığı “İspanya’da Ölüm Güncesi” adlı kitabı o günleri anlatır.

Yunan büyük yazar Nikos Kazancakis, 1932 yılında gezmek, 1936 yılında ise İç Savaş’ı gözlemlemek için İspanya’ya gider. Bu gidişlerinin ürünü olan “İspanya Yaşasın Ölüm” isimli kitabın ilk bölümü, gezi yazılarından son kısımlarsa savaş sırasındaki gözlem­lerinden oluşur.

Savaş patlak verdiği sırada Madrid’de Şili Konsolosluğu görevinde bulunan Pablo Neruda savaşın henüz başında sevgili dostu F. Garcia Lorca’nın, faşist milislerce evinden sürüklenerek dışarıya çıkarılıp kurşuna dizilmesinden duyduğu acı ve öfkenin de etkisiyle “Kalbimdeki İspanya” adlı şiir kitabını yazmıştır.

Küçük Prens’in yazarı aynı zamanda bir pilot olan Fransız Antoine de Saint-Exupery de 1936 yılında İspanya’ya gelir ve İspanya İç Savaşı boyunca çalıştığı Fransız gazetesi adı­na muhabir olarak görev yapar.

Frederic Rossif’in “Madrid’de Ölmek” adlı belgesel filminden alınan fotoğraflarla düzenlenmiş ve Madeleine Chapsal’in anlatısıyla desteklenmiş 1963 tarihli aynı adlı kitap da İç Savaş üzerine çok önemli bir kaynaktır.

Sovyet İlya Ehrenburg, İzvestiya gazetesinin savaş muhabiri olarak İspanya İç Savaşı’na katılmıştır.

İngiliz edebiyatçı aktivist Cristopher Caudwell, Uluslararası Tugaylara katılarak cephede savaşmış, 12 Şubat 1937’de Jarama Irmağı çarpışmasında faşistlerce öldürülmüştür.

Bizde ise Nâzım Hikmet, “Karanlıkta  Kar Yağıyor” adlı şiirini henüz iç savaş sürerken 1937 yılında yazmıştır.

“Kar yağıyor
ve sen böyle ‘No Pasaran’
deyip
Madrid kapısına dikilmeden önce
herhalde vardın.
Kimdin, nerden geldin, ne yapardın?
Ne bileyim,
mesela:
Astorya kömür ocaklarından gelmiş olabilirsin.
Belki alnında kanlı bir sargı vardır ki
kuzeyde aldığın yarayı saklamaktadır.
Ve belki varoşlarda son kurşunu atan sendin
«Yunkers» motorları yakarken Bilbao’yu.”

 


Kaynakça