Kendini küllerinden doğuran bir tek Anka mı?

Adı Azime’ydi. Danimarka`da doğdu. Dokuzuncu sınıfı bitirir bitirmez Türkiye’deki teyzesinin oğluyla evlendirdiler onu. Söz, nişan, düğün apar topar olup bitmişti… Danimarka’yı barlardan ibaret sanan bir koca ve çok geçmeden iki çocuk… Sonrası kendi küllerinden yeniden doğan bir kadının hikayesi.

 

HATİCE BEKTAŞ

Azime bizim yakın çevremizden sevdiğimiz bir ailenin kızı. Danimarka`da doğdu, büyüdü. Su gibi berrak bir kişiliği vardı. Açık sözlü ve cesur olduğu kadar da cömert, herkesi kucaklayan sevgi dolu güzel ve  alımlı bir kızdı. 

Okulda parlak bir öğrenci sayılmazdı. Zeki bir kız olmasına rağmen hem Danimarkaca seviyesinin yetersizliği hem de Danimarka kültürü konusundaki kısıtlı bilgisi derslerdeki başarısını olumsuz etkilemişti. Ancak sevilen bir öğrenciydi.  

O zamanlar, ailelerin hepsi tutucu olmasalar bile, çevrenin baskısıyla özellikle kız çocuklarının sosyal hayatını kısıtlamayı tercih ediyorlardı. Kız çocuklarının yaşıtlarıyla geçirdiği zaman sadece okul saatleriyle sınırlıydı. Yaş günleri ya da okul gezileri gibi etkinliklere katılmalarına izin verilmiyordu. Aileler kızlarının ve kendilerinin namuslarını korumak adına onları kendi küçük dünyalarına hapsetmişlerdi.

Diğer yaşıtları gibi Azime’nin de kafası karışırdı. Hem Danimarkalı yaşıtları gibi özgür olmak, hem de ailenin 20-30 yıl önce köyünden getirdiği kültürü yaşatmak, o şartlarda ve o yaşlarda pek de kolay üstesinden gelinebilecek bir durum değildi. Tam olarak okulda farklı, evde farklı iki kişilik geliştiriyorlar, iki kültür arasında bocalıyorlardı. 

YABANCI BİR TOPLUMDA AYAKTA KALMAK

Danimarka’da karne ve not sistemi olmadığı için ailelerin çocuklarının derslerdeki durumunu takip etmeleri sadece veli görüşmelerinde, öğretmenlerin anlattıklarıyla sınırlı kalırdı. Sevilen bir öğrenci olmaları öğretmenlerin hoşuna gittiği için, öğrencilerin bu yönlerine ağırlık veren övgü dolu sözlerle geliyorlardı eve aileler. Bu da onların mutlu olmalarına yetiyordu. 

Aslında ailelerin özellikle kız çocuklarının eğitimi adına bir hedefleri yoktu. 15-16 yaşına geldiklerinde Türkiye’de bir yakınlarına ya dayı-amca ya  da hala-teyze oğluna verilmiş sözler vardı zaten. Kızları, Danimarkalı bir sevgili bulmadan, kimsenin diline düşmeden, bir an önce baş göz etmek istiyorlardı. Kızlarının bu konuda ne düşündüğünün bir önemi yoktu, Kendileri görücü usulü evlenmişler ve pekala kocalarını sevmişlerdi. Sevmek önemli bir olgu değildi zaten. Evinin kadını olacak, çocuklar yetiştirecek, bir akraba oğlunun da hayatını kurtaracaktı kızları. 

Türkiye`ye  geri dönüp kaygısız bir hayat yaşama hayalleri suya düşeli çok olmuştu ailelerin, kaybolan rüyalarına ağlamayı çoktan bırakmışlardı. Artık kendilerini hep yabancı hissettikleri, kabul gördüklerini hissetmedikleri bir toplumum içinde yıkılmadan ayakta kalmak istiyorlardı. Kendi değer yargılarıyla bağdaşmayan toplum kurallarına yenik düşmemekti yeni kaygıları. Hem yaşadıkları ülkede hem de özledikleri ülkede yabancılık hissederlerdi. Ama en çok da vatan özlemi hep bir yerlerinde kımıldanırdı. Küllenmeden, harlı harlı damarlarında dolaşan özlemin, kendilerinden birine yardım ederek dineceğine  inanırlardı.

Ailelerin kız çocuklarının eğitimi konusunda bir hedefleri yoktu. 15-16 yaşına geldiklerinde Türkiye’de bir yakınlarına ya dayı-amca ya  da hala-teyze oğluna verilmiş sözler vardı. (Kaynak: Gazete Kristelige Dagblad. Kristelig Dagblad, Indvandrerpiger overhaler danske unge som mønsterbrydereGöçmen kızlar eğitim konusunda danimarkalı yaşıtlarının önüne geçti. Fotoğraf: : Leif Tuxen)

DEĞİŞEN DÜNYAYA AYAK UYDURMAK

Söz, nişan, düğün apar topar, izin bitmeden olup bitiverirdi. Kızlar kendilerini bir kahraman gibi hissettikleri icin duygularının farkına varamazlardı. Yakışıklı bir delikanlı ile evlenecekler, hayatlarına biraz özgürlük serpilecekti. Bir nebze de olsa hayatlarının akışına kendileri karar verebileceklerdi. Bu hayallerin sarhoşluğu onların önüne çıkabilecek zorlukların üstünü örterdi. Evleneceği kişinin dil sorunu, uyum sorunu, iş sorunu kimsenin gündeminde değildi. Hele hele Türkiye’de yetişen bir gencin, Danimarka`da yetişmiş  üstelik henüz ergenlik dönemini atlatmamış bir genç kıza hangi duyguları yaşatacağını kimse umursamazdı. 

Türkiye`de yaşanan toplumsal gelişmeyi takip etmemişti aileler. Gelirken getirdikleri kültüre sahip çıkabilmek için o kadar efor harcarlardı ki, yenisini görecek güçleri kalmazdı. Zaten kısa olan yaz tatillerinde akrabalarının dertlerine çare olmak için uğraşmaktan etraflarına bakmaya zamanları olmazdı. Değişmediklerini, özlerini unutmadıklarını  ispatlamak zorunda hissederlerdi kendilerini sürekli. Türkiye’de yetişen gençlerle Danimarka’da yetişen gençlerin arasındaki kültür uçurumunu farketmemişlerdi. Değişen dünyaya ayak uydurmak yerine sırtlarını dönmeyi yeğlemişlerdi. 

İşte o genç kızlardan biriydi Azime…

Dokuzuncu sınıfı bitirir bitirmez teyzesinin oğluyla nişanlanmıştı. Güzel bir düğün, altınlar, takılar ve ailenin Azime`ye gösterdiği özel ilgi başını döndürmeye yetmişti. Pespembe hayallerle evlendi Azime. Kısa bir süre sonra da kocası geldi Danimarka`ya. İlk günlerin heyecanı geçer geçmez sorunlar başladı. Kocası hafta sonları diğer delikanlılarla gece kulüplerine gidiyor, sabah ancak geliyordu eve. Genç bir erkek icin cennet sayılabilecek bir ülkeydi Danimarka. Bir gecelik aşklar, geçici ilişkiler oldukça çekiciydi. Birçok genç gibi o da kaptırmıştı kendini. Gençliğinin tadını çıkarmak, yaşadığını hissetmek istiyordu. Danimarka`da hayatın barlarda başlayıp gece kulüplerinde bittiğini zannederdi. 

ACILARIN BIRAKTIĞI İZLERI SİLMEZ ÖZÜR DİLEMEK

Gelip geçici hevesler, o da alışacak, durulacak diye bekledi aile bir süre. Ama nafile. Eksilmek yerine artarak devam etti gece hayatı. Anlamsız bir evlilik, umutsuz bir aşk hikayesi gibi zorla yürütülmeye çalışılan bir süreç haline geldi. Azime`nin hayalleri daha başlamadan yıkılmıştı. Daha özgür yaşamayı hayal ederken, esaretinin üstüne bir de sorumluluklar yüklenmişti. Yüreği isyan etse bile bir yıl sonra gelen ilk çocuk aile kurumunu devam ettirmek için bir neden daha eklemişti hayatına. Hem bu durum sadece Azime`nin başına gelmemişti. Onun kaderini paylaşan, öyle ya da böyle önüne konulan hayatı yaşamaya mahkum edilmiş bir çok genç kız vardı. 

Bazen deve kuşu gibi kafamızı kuma gömmek, çözüm aramaktan daha kolaydır. Aile de hem Türkiye’deki akrabalarına mahçup olmamak hem de konu komşunun diline düşmemek için sorunları görmezden gelmeyi tercih etti.  Azime`nin yaşadıklarına itirazları da boş odalarda yankılanan sözler gibi kaybolup gitti. 

Annesinin yuvanın devam etmesi için yalvarmaları, babasının dayak tehditleri, çevrenin yargılayan tutumları. Bu olguların hepsi birleşince ruhu uyuştu Azime`nin. İster istemez mutsuz bir hayata mahkum oldu. Oysa ne hayalleri vardı. 

Azime hayatlarına çifte ipotek konmuş onbinlerce ikinci kuşak gençlerden sadece birisi.

Ama Azime gibilerin hikayeleri anlatılmadı, anlatılamadı. Kaybolan bu kuşağa bir özür borcumuz var. Yaşanan acıların biriktirdiği izleri silmez özür dilememiz, ama onların geç de olsa farkına vardığımızı bilmeleri belki kabuk bile bağlamamış yaralarına merhem olur diye umuyorum.  

HEM TÜRK HEM DANİMARKALI

Azime uzun süre  kabuğunu kıramadı. Endişelerle yatıp, acabalarla kalktığı, gözyaşlarını içine akıttığı bir yaşam sürdürdü. Kendi bencilliğine çocuklarının hayatlarını kurban etmeye gönlü razı olmadı. Onları babasız bırakmamak için evliliğini sürdürdü. Kocası da zamanla duruldu ama kaybolan yıllar Azime`nin içinde bir özlem olarak yaşamaya devam etti.

İki kızı olmuştu. Onların ikisinin de iyi bir eğitim almaları için herkesle ve her şeyle mücadele etti Azime. Kendi yaşamlarının kararını kendilerinin verebilmeleri için kızlarının yeteneklerini keşfetmelerine, içinde yaşadıkları toplumu tanımalarına, sadece kendileri gibi olmalarına fırsatlar tanıdı. Onların bir akrabanın hayatını kurtarmak için kendilerini feda etmelerine izin vermedi. Kendi hayatlarını kurmaları için teşvik etti. Her zorluğa göğüs germeyi, küllerinden bile yeniden doğabilmeyi, her ihtiyacı olana her zaman yardım elini uzatmanın erdemini anlattı.

Azime gibilerin hikayeleri anlatılmadı, anlatılamadı. Kaybolan bu kuşağa bir özür borcumuz var. Fotoğraf: Kaynak, Røde Kors.

Sıkmadan, yormadan kendilerine güvenen iki tane pırıl pırıl kız yetiştirdi. Kızların ikisi de iyi birer eğitim aldılar. Seçimlerinin bilincinde, ne istediğini bilen, hatalarını kabul edebilecek kadar kendilerine güvenen birer birey oldular. Erkek arkadaşları da oldu, Danimarkalı çevreleri de. Hem Türk oldular hem de Danimarka toplumunun bir parçası. Doğal bir şekilde Türkiye`nin ve Türk kültürünün elçileri oldular. 

Kızının biri hukuk okumak istedi. Kendi haklarını savunamayan kadınların sesi olmak istiyorum dedi. Başardı da. Zor durumda kalan, haksızlığa uğrayan, ezilen kadınlar için ücretsiz danışmanlık yapıyor. Çok ateşli bir kadın hakları savunucusu. 

Öbür kızı psikoloji okudu. Kadın sığınma merkezlerinde gönüllü terapist olarak çalışıyor.. Kadınların parçalanmış ruhlarını tamir ederek hayata tekrar umutla bakmalarına yardımcı oluyor. Değişik şehirlerde kurduğu derneklerle kadınların dayanışmalarına katkıda bulunuyor. Yaşanan acıların tekrarlanmaması için var gücüyle çalışıyor . 

 ZÜMRÜD-Ü ANKA GİBİ

Azime yaşayamadığı hayatın hesabını kimseye soramadı. Ama yetiştirdiği iki kızının başarıları onun hayatını ipotekten kurtarmaya yetti. Kızlarıyla birlikte kendisini de yetiştirip özgüvenini yeniden kazandı. Neşesi ve yaşam aşkı kızlarıyla birlikte gürlemeye devam ediyor. Başka annelere örnek olabilmek de onun en büyük ödülüdür. Herkesin bilgisine başvurduğu örnek bir insan yaşadığı şehirde. Topluma ağırbaşlı ve alçakgönüllülükle yön vermeye devam ediyor. Hep sevilen birisiydi, şimdi saygı da duyulan essiz bir insan. 

Yaşanmamışlıkların bedelini zaman ödeyemiyor. Ama yetiştirdiği pırlanta gibi kızları bugünün ve yarının nesillerine ışık tutuyor ve rehberlik ediyor. Var olmayı ve yaşadığının tadına vararak yaşamayı öğretti Azime kızlarına. Azime`nin de rehberi geleceğe ışık tutan kızları oldu. Birlikte yanıp küllerinden yeniden doğdular, Zümrüd-ü Anka Kuşu gibi. 

Sen çok ama çok yaşa AZİME. Zor olan sevgi için ölmek değil, yanan bedenlere, dumanı tüten küllere sevgiyle tekrar hayat verebilmektir. Küllerinden yeniden doğmayı becerebilen anneler kutup yıldızlarıdır yaşamın. Tıpkı senin gibi..

PAYLAŞMAK İÇİN