Her sofraya bir Cicero, bir de ballı tatlı

Yalnız Cicero’yu ayrı bir yere koymak gerek; tamam her sofraya bir Cicero olsun fakat iştah açmak için değil yemeyi aza indirip düşünmeyi çoğaltmak için! Bu arada “Yaşamak için yemelisin, yemek için yaşamamalısın” diyen Marcus Tullius Cicero’nun sözünü bütün diyet yapanlara ithaf etmeden geçmeyelim…

AŞÇI FOK
NURDAN ÇAKIR TEZGİN

Antik çağın neredeyse bütün filozofları sadece yazdıklarıyla değil söylevleriyle de saygın ve aranılan kişilerdi. İnsan merak etmeden duramıyor; neydi bu filozofları tüm ortamların aranılan kişisi yapan!

İmparatorların elinin altında yanında yamacında illâ ki bir filozof var. Soylu kişilerin sofrasında covivum ve symposionların baş köşe konuğu olma şerefine eren filozoflar iyi ki varlar, iyi ki yaşadıkları dönemi ve sofralarının sohbet havasını yazdılar. Yoksa bizler yüzyıllar öncesinin pek çok dokümanına nasıl ulaşırdık. Çanak çömleğin içindeki kalıntılardan iz bulacağız diye çırpınıp dururduk artık!

Filozoflar çağı olan Antik Çağ, Romalı söylev ustası Cicero gibi nice filozof yetiştirmiş. Sokrates, Platon, Hesiodos, Seneca, Aristoteles, Epicurus, Heraklitos, Ksenophanes gibi asker ve devlet adamı da olan filozoflar, ziyafet sofralarının aranan şahsiyetleriymiş. Konuşmanın bilgi ve nükteyle donanmış meziyeti günümüze filozof yazarlarca ulaşmış bulunuyor.

BİR SONRAKİ YEMEKLİ DAVETE KADAR

Antik çağın gündelik yaşamı entelektüel okur, yazar ve düşünür olmanın zorluğunu da barındırıyordu. O yüzden ziyafetlerin hoş sohbet ortamında geçmesi için söylev ustalarına ihtiyaç vardı. Bugün için de geçerli olan bir durum bu aslında! Elbette tam tersi durumlar da söz konusudur. Sazı eline alan bir geveze tüm yemek boyunca yerli yersiz konuşup sofranın tadını kaçırabilir. O yüzden, önemli davetlere çağrılı olan kişiler hassasiyetle seçilir. Bu geçmişte de böyleymiş, şimdi de çok farklı değil.

Dikkat edilirse her topluluğun bir konuşanı, adeta bir Cicero’su vardır. Her sofranın dikkatleri üzerine çeken nüktedan kişisi ziyafet sahibinin kurtarıcısı olur. Çünkü yemeğin gidişatını belirleyip keyifli geçmesini sağlar. Bu kişiler üstün meziyetlere sahip ağzından bal damlayan kişiler olarak tanımlanır. “Ağzından bal damlıyor” deyimi ta antik çağa uzanır. Şekerin henüz kullanımda olmadığı zamanlarda her türlü tatlımsı yiyecek bal ve pekmez ile yapılıyordu. Hamur ve meyve tatlılarının bal şerbeti yemeğin sonundaki ağız tatlılığı sohbetin de son demlerini işaret ediyor olsa gerek!

“Sözünü bal ile kesmek” de bir sonraki yemekli davete kadar ağzınızın tadı yerinde olsun demek sanırım. Her ne kadar, buradaki merakımız dilimize yerleşmiş deyimlerin mecazını irdelemek değilse de, Yunus Emre’nin “Söz ola ağulu aşı/Bal ile yağ ede bir söz” deyimi ile yeterince açık bir mesaj alıyoruz. Bütün zamanların söylev ustası düşünürleri, bir sofra etrafında ve topluluk önünde kendilerini dinletebilmiş olup bütünleştirici olmayı bilmişlerdir. 

Yalnız Cicero’yu ayrı bir yere koymak gerek; tamam her sofraya bir Cicero olsun fakat iştah açmak için değil yemeyi aza indirip düşünmeyi çoğaltmak için! Bu arada “Yaşamak için yemelisin, yemek için yaşamamalısın” diyen Marcus Tullius Cicero’nun sözünü bütün diyet yapanlara ithaf etmeden geçmeyelim…

Bilgi kuramlarının keskinliğindense olasılıklara dayanan ihtimalleri benimseyen Cicero, ahlaken daha çok Sokrates’e yakın düşüncelere sahiptir. Bu anlamda saatlerce konuşabiliyor olmasına şaşırmamak gerek. Sohbetlerinde içtikleri ballı şarapların hatırına biz burada satılarımızı balla kesebiliriz değil mi?

BAL BADEMLİ BEYAZ MERSİN

Antik Çağ yemek kültürüyle fazla haşır neşir olduğum için ister istemez o dönemin ballı kek ve çörekleri, ballı meyve tatlıları, ballı içkileriyle de içli dışlıyım. Balın kaynatıldığında besin değerinin düşüp zarar verici hale gelmesi o dönemlerde bilinmiyordu kuşkusuz. O yüzden her yemeğe ve tatlıya rahatlıkla bal giriyordu.

Şimdilerde de pek çok diyette şeker yerine bal kullananlar var. Her gıda gibi kararınca kullanımında ne sakınca olabilir ki! Şimdi size antik çağa uzanan ballı bir tarif vereyim, belki denersiniz.

Nihayet sadede geldik!

Bu tarif biraz Knidos, biraz Kastabos ve Bybassos (Hisarönü – Orhaniye), Amos (Turunç), biraz Telmessos (Fethiye) karışımı Karya ve Likya Antik Kentleri’nin en verimli ürünleri bal, badem ve beyaz mersin meyvesinden oluşuyor. Anadolu’nun güney batısı beyaz mersinin cennetidir. Çalı ve çit bitkisi olarak bahçelerde bolca yetişir, pazarlarda da satılır. Datça, Köyceğiz, Marmaris bal ve badem konusunda yüzyıllardır yetkin olduğuna göre bu üçlünün tatlı olarak sofralara gelmesi niçin unutuldu acaba?   

Hadi hatırlayalım, belki bölge gastronomisine bir katkımız olur!

MİNİK ÇEKİRDEKLERİN AĞIZDA BIRAKTIĞI HOŞLUK

Bir avuç beyaz mersin meyvesi yarım kaşık tereyağında hafifçe sotelenir.

Sıcak suda kabukları çıkarılmış yarım avuç badem ile yarım kaşık yulaf veya arpa unu bunların üzerine serpiştirilip karıştırarak 5 dakika kadar ateşte tutulur. İsteyen bademleri önceden kavurabilir.

Ateşten alınca iki kaşık kadar bal, biraz tarçın ve karabiber ilave edip karıştırıldığında yemeğe hazırdır. Bu tatlının bir özelliği mersin meyvesinin içindeki haşhaşa benzeyen minik çekirdeklerinin ağızda bıraktığı hoşluktur.

Not: Eğer beyaz mersin meyvesinin tereyağı ile açığa çıkan kendine has kokusunu hissetmek isterseniz tarçın koymayın. Eğer bu tatlıyı restoran veya davet menülerine koyacaksanız, yeşil mersin yapraklarıyla sunmanız önerilir.