HER ŞAİRİN BİR İSTANBUL’U VAR-6 “Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu!”

Kalabalıklaşıp büyümesiyle Necati Cumalı’yı mutlu eden şehir Mehmed Kemal için bir üzüntü ve yakınma kaynağı olur. Şiirlerini halk dili üzerine kuran Enver Gökçe’de İstanbul, buruk bir hesaplaşma tınısı taşır. İstanbul dışındaki Türkiye kıtlığın, verimsizliğin, yoksulluğun hüküm sürdüğü yazgısına terk edilmiş bir ülkedir Ahmed Arif’te. Hasan Hüseyin ise, İstanbul’u Anadolu’yu yöneten, Anadolu’dan beslenen sömürü ve zenginlik sahiplerinin merkezi olarak görür

CAFER YILDIRIM

Denizine bakardı, odun boşaltan kayıklarını seyrederdi, sabahlarına uyanırdı. Bütün bunlar onu mutlu ederdi. Necati Cumalı da İstanbul’un sıradan olan yaşamından tat alan, mutlu olanlardandır:

“Serseri bir çocuk

Üç aylık bir suç tasarlıyor

Ne güzel ağaçları denizi sevmeye başlamıştık

Şimdi olan bitene sebepsiz sıkılıyoruz

Lokanta her akşam daha dumanlı

Kahve her akşam daha kalabalık”

(İstanbul Kışa Hazırlanıyor şiirinden)

Çevresindeki insanların gündelik sorunları, örneğin yaklaşan kışla başlayan odun kömür derdi, çocukların suça yönelmesi şairin mekân kaynaklı mutluluğunu örseler. İstanbul’un ona bağışladığı erinç duygusunu zedeler. Gündelik hayatın verdiği sıkıntı genel bir ruh sıkkınlığına dönüşür. “İstanbul Kışa Hazırlanıyor” şiirindeki kapalı duygu atmosferi “Kısmeti Kapalı Gençlik”te daha bir somutlanır ve doğrudan bir anlatımla yeniden kurgulanır:

“Üzgün kısmeti kapalı bir gençlik

Karşımızda canım İstanbul canım deniz

İçtik içtik kahırlandık bunca yıl dilsiz

Kimdik ki yaşamımızı berbat ettiniz

Sizlere el uzattık düşman gibi itildik”

Şiirin ilerideki bölümlerinden anladığımıza göre şairin kendisini de içlerinde gördüğü bu kesim şehre iş ve ekmek umuduyla Anadolu’dan göç etmiş olanlardır. Cumalı’nın genel bir yakınma düzeyinde dillendirdiği çelişki öyle anlaşılıyor ki İstanbul’daki Anadolu ile İstanbul’da subaşlarını tutmuş olanlar arasındadır:

“Fakat İstanbul dev gibi büyük bir şehir

İyi kötü günler görmüş geçirmiştir

Geceleri yorgun çocuklarının terli

Alınlarında o doğurgan ana eli

Dinlendirir dizlerinde ümitlendirir

Kimse alamaz elimizden bu ümidi

Bunca yıl bu ümit bizleri tutan dimdik

Neydik düne kadar daha üç beş kişiydik

Çektik kapıları çıktık evlerimizden

Meydanlara sığmıyoruz kardeşler şimdi”

Kendisi gibi dışarıdan gelenlerin çoğalmasındaki ümidin şairdeki karşılığı nedir? Çoğalmanın büyük şehrin açtığı hangi yarayı saracağını düşünüyor Cumalı, bilemiyoruz. Fakat meydanlara sığmayan kalabalıklar onu kardeşlik duygularıyla sarmakta, kendine güvenli bir duruşun sahibi kılmaktadır. Diyebiliriz ki Cumalı İstanbul’daki Anadolu’dan mutluluk duymaktadır. Bu tutumuyla Ahmet Muhip Dıranas ve onun çizgisindeki birçok şairde görülen seçkinci anlayışın karşısında yer almaktadır.

GEÇMİŞE DÖNÜK ÖZLEMİN ŞEHRİ

Mehmed Kemal, Evliya Çelebi’nin üslubuyla kaleme aldığı “Der Vasf-ı Stayiş-i İstanbul” adlı şiirinde Daha çok gözlemlere dayalı betimlemeler ve sınırlı yaşanmışlıklar üzerinden bir İstanbul fotoğrafı sunar.

“İstanbul şehri içre serseri gezüp

Semâ vü deryayı seyr ü temaşa eyledim

Belki mahzun gönlümüz şâd

Gamlı asrımız âbâd olur dedim

Baktım ki şöyle evleri var

Tarz-ı kâdim kârgir bina ahşap bina

Tarz-ı cedid beton bina uzanır

Yolları var kaldırımdır parke asfalt dolanır

Sakinleri kâfir olmuş islâm olmuş ne çıkar

Hepsi insan hepsi cana yakındır

Ben ol şehre hayran oldum tutuldum

Zira İstanbul büyüktür.”

“Öğle Rakıları” şiirinde ise Mehmed Kemal’in İstanbul’a bakışı Ahmet Muhip’le oldukça benzeşir. Mehmed Kemal için de geçmişe dönük bir özlemin şehridir İstanbul. İyi günlerin, sağlam dostlukların, güvenli mekânların geçmişini arayan yaşlı bir adamın özlediği bir şehirdir:

“Burası Arnavutköy efendim

Eskiden ne güzel yerler vardı” 

Kalabalıklaşıp büyümesiyle Cumalı’yı mutlu eden şehir Mehmed Kemal için bir üzüntü ve yakınma kaynağı olur. Eskinin güzel yerleri ve güzel insanları zamanla birlikte kaybolmuştur. Yeni ise görgüsüz ve doyumsuzdur. Yeni denizi kirletmiş, denizin balığını tüketmiştir. Yağmalanmış Boğaz, her köşe başında boy gösteren bankalar, şehrin tahrip edilmiş dokusu, çöplüğe çevrilmiş sokaklar değişen İstanbul’un şairi üzen görüntüleridir:

“Bakın denizin mavisi bitti

Çerçöp döküyorlar, ne derler

Çevreyi kirletiyorlar

Görgüsüz oldular çok

Beyoğlu geceleri mi

Kalmadı efendim nerde

Hani karanfilli Ümit Deniz

Her masada bir damla gözyaşı

Her yudumu zehir Cahit Irgat”

Şehrin kimliğine yerleşen kara görüntüler, küçük mekânların dağılan sıcaklığı, değişen insan ilişkileri için şair bir tarih de verir:

“Hacıağalardan bu yana

Dünya savaşından sonra

Her şey bitti”

Mehmed Kemal olumsuzlukların kaynağı olarak türedi ve şehir kültüründen uzak zenginleri işaret etmektedir. Fakat onun rahatsızlığı bu görgüsüz ve doyumsuz zenginlerin şehri hovardaca kullanmasıyla sınırlı değildir. Anılarındaki şehir betimi, rahatsızlığının asıl kaynağının büyük şehir kimliği kazanmış yenide, küçük mekân ilişkilerinin sıcak geçmişini aramak olduğunu göstermektedir.

İSTANBUL DIŞINDAKİ TÜRKIYE

Şiirlerini halk dili üzerine kuran Enver Gökçe’de de yer yer İstanbul anlatımlarına rastlanır. Bunlardan bir tanesi buruk bir hesaplaşma tınısı taşır:

“Sana selam olsun

Sürgünler, mahkûmlar, hastalar!

Alacağın olsun

Seni İstanbul seni

Seni Bursa, Çankırı, Malatya”

(Dost şiirinden)

Buruk bir hesaplaşma tınısı taşıyan bu seslenişte İstanbul’la birlikte Bursa, Çankırı ve Malatya da hedef tahtasına yerleştirilmiştir. Şehir listesi, İstanbul’un kimliğiyle ilgili özel bir nedenin söz konusu olmadığını göstermektedir. Öyledir ki eşitlik ve özgürlük karşıtı bir düzenin lanetlenmesi esnasında bir örnek olarak kullanılan şehirler arasına İstanbul da katılmıştır. Gerçekte Gökçe’nin İstanbul’a yaklaşımı “emekçi şehri” kimliğinden beslenen bir duygusallığı içerir. Gökçe İstanbul’la kurduğu duygu ilişkisini “Oy Beni” şiirinde doğrudan ve duygulu bir anlatımla ortaya koyar:

“Türkiye yaşanmaz oldu!

Gel gör halimiz yaman!

Haramiler, bezirgânlar elinden

Aman, el aman!

Kesilmiş mümkünüm, çarem

Vay ne hal olmuş memleket

Vay ne hal olmuş vatan!

Güzel yârim İstanbul’dan ne haber?

Dil-Tarih’ten, Emekçi’den, Sendika’dan ..?”

Gökçe bu şiirinde İstanbul’u, yükseköğrenimini yaptığı Dil-Tarih’i, ideolojik değerleri arasında yer alan emekçi ve sendika ile eş değerde tutan bir söylemin içine yerleştirmiştir. Bunun da ötesinde İstanbul’u “güzel yâri” olarak nitelendirmiştir.

Şiirini halk dili üzerine kuran bir başka şair Ahmet Arif’te, Anadolu’nun yoksulluğuna sebep olan bir yönetimin yaşadığı bir coğrafya olarak işaret edilir İstanbul’a. İstanbul dışındaki Türkiye kıtlığın, verimsizliğin, yoksulluğun hüküm sürdüğü yazgısına terk edilmiş bir ülkedir:

“Üsküdar’dan  bu yan lo kimin yurdu!

He canım…

Çiçek dağı kıtlık kıran,

Gül açmaz, çağla dökmez

Vurur alnım şakına

Vurur çakmaktaşı kayalarıyla

Küfrünü, medetsiz, Munzur.

Şahmurat Suyu kan akar

Ve ben şairim.” 

(Uy Havar şiirinden)

Arif’in Üsküdar’dan ötedeki coğrafyaya ilişkin yarattığı çağrışımlar Türkiye’nin doğu yakasını işaret etmektedir. İstanbul’la sınırlanan coğrafya ile İstanbul’un ötesindeki coğrafya batı ile doğu, ayrıcalıkla ihmal edilmişlik yönündeki çağrışımlar üzerinden kimliklerine kavuşur. Anadolu- İstanbul karşıtlığı Türkiye’nin doğu bölgesine yapılan vurgu üzerinden anlamına kavuşur.

BİR AYRICALIK MEKÂNI

Bir başka toplumcu gerçekçi şair Hasan Hüseyin İstanbul’u, Anadolu’yu yöneten, Anadolu’dan beslenen sömürü ve zenginlik sahiplerinin merkezi olarak görür. İş aramak için şehre gelen bir Anadolu insanının gözlemleri ve onu şaşırtan görünür farklılıklar üzerine kurar Anadolu ve İstanbul karşıtlığını:

“iş ararken uğradım

                   beyimiz efendimiz

yani çaldım kapınızı

                  beyimiz efendimiz

sormak ayıp olmasın

                    beyimiz efendimiz

bu deniz hep mi sizin

                     beyimiz efendimiz

bu martılar bu gemiler bu beyoğlu’lar

adalar modalar kuzguncuk’lar kalamış’lar ve tüm istanbul

sormak ayıp olmasın

                    beyimiz efendimiz

hep mi burda yaşamışlar bu padişahlar

sadrazamlar vezirler onların uşakları

hep mi burdan yönetilmiş bizim oralar

erzurum’lar erzinzan’lar kars’lar sivas’lar

o açlık mı beslemiş bu yaman saltanatı”  

(İstanbul’un Kapalıçarşı’sı şiirinden)

Hasan Hüseyin’in kurduğu Anadolu-İstanbul karşıtlığı “Dörtyolağzı” şiirinde bir başka boyut kazanır. Bireylerin doğdukları yerlerin geleceklerinin oluşumunda önemli bir etken olduğu düşüncesinin işlendiği bu şiirde İstanbul bir ayrıcalık mekânı olarak görülür.

“istanbul’u sevmek başka

        ankara’da kalmak başka

severim de antalya’yı

            yaşarım muş’ta

bu ne biçim dağıtım bu

          bu ne biçim paylaşma

o doğacak kalamış’ta

             bense sarıkamış’ta

ben ozanım aslanım

        anlamam belki dpt’den filandan amma

biraz da şöyle yapsak nasıl olur acaba

            ben doğayım istanbul’da

            o doğsun erzincan’da”.