Hangi şair ve yazarlar sevgililerinin adlarını şiirlere gizledi?

Aragon sevgilisine yazdığı şiirleri eşi görmesin diye gizlerken Abdurrahim Karakoç’un kaygısı sevgilisinin güç durumda kalması imiş. Ya diğerleri? Beyazıt Kahraman, Erol Ertuğrul’la “Adı Gizlenen Sevgililer”i konuştu.

BEYAZIT KAHRAMAN

Erol Ertuğrul’un Adı Gizlenen Sevgililer adlı son yapıtı günlerdir elimden düşmüyor. Bazı bölümleri öyle hoş, öyle duygu dolu ki o bölümlerini dönüp dönüp bir kez daha okumaktan alamadım kendimi. Yazarımızın gençliğinden günümüze yaşadığı duygu dolu olaylar, yaşamına anlam katan şiirler, o şiirlerin şairleriyle olan dostlukları ve hatta kimi şiirlerin kaynağına inen anılar, yorumlar… Toplumumuzun 68 kuşağından günümüze ivmelenen sanatsal ve siyasal tarihinden kesitler… Özellikle gençlerimizin tarih kitaplarında ya da gazetelerin kültür/sanat sayfalarında bulamayacakları ilginç anılar… Yakın tarihimizin güncel politik olaylarına yüreklice getirilen gerçekçi yorumlar… Birçoğunun belge değerinde olduğunu belirtmeliyim. Bu anıların ve yorumların ayrıntılarına inebilmek için yazarımızla konuştum.

SEVGİLİLERİ GÜÇ DURUMDA KALMASIN DİYE GİZLİYORLAR

– Sayın Ertuğrul, sizin önceki yapıtlarınızı da beğenerek okumuştum. Deneyimlerle dolu yaşamınızdan ben de çok şey öğrendim. Bu kez, insanın sevgilisinin adını şiirlere gizlemesi gerçeğiyle karşılaştım. İnsanların kimileyin yakın arkadaşlarına, sırdaşlarına geçmişteki sevgililerinden söz ettiklerini biliriz fakat sevgililerinin adlarını pek söylemezler; gizleme gereğini duyarlar. Neden ve nasıl? Bunun ayrıntılarına girmek ister misiniz? Ve sizin bu kitabınıza ad oluşuna…

– Birçok ünlü yazar, şair, sanatçı sevgililerinin adlarını gizlemiş. Hepsinin ayrı nedeni var. Bazıları, örneğin Aragon, sevgilisine yazdığı şiirleri eşi görüp üzülmesin diye sevgilisinin adını gizlemiş. Abdurrahim Karakoç kavuşamadığı sevgilisinin adını kimseler bilmesin, güç durumda kalmasın diye gizlemiş. Erkekler sevgililerinin adlarını çoğu kez sevgilileri güç durumda kalmasın diye gizliyorlar. Bu da sorumlu bir davranış sanıyorum. Adı gizlenen sevgililer benim bir yazımın başlığı. Bu başlık hem de kitaba adını verdi.

GELECEKLE İLGİLİ UMUTLARIMIZ VARDI, KENDİMİZE GÜVENİYORDUK

– Bir sorumluluk duygusuyla gerçekten… Onlara zarar gelmesin diye…  Çok insanca kuşkusuz… Şiir sizin yaşamınıza nasıl girdi ve hangi şairlerin hangi şiirleri sizi özellikle etkiledi?

– Babam, annem şiirsever kişilerdi. Bana ilk şiiri daha beş buçuk yaşımda iken annem ezberletmişti. Nâzım’ın şiirlerini babam evde okurdu. Doğal olarak bu durumdan etkilenerek büyüdüm. Nâzım’ın “Karıma mektup” şiirini ilkokul çağımda babamdan duyarak etkilenmiştim. Sonraki yıllarda Türk şiirinin devleriyle şiirleri üzerinde tanıştım. Nâzım’dan sonra, Yahya Kemal, Orhan Veli, Ahmet Muhip Dıranas, Atillâ İlhan, Ümit Yaşar severek okuduğum şairlerimizdi. Onların şiirleri birkaç kez okuyunca ezberimde kalıyordu. Öyle ki lise yıllarımda edebiyat kitabında bulunan şiirleri daha o derse gelmeden önceden okuyordum ve çoğu aklımda kalıyordu. Nâzım’ın Kuvayı Milliye Destanı, Ahmet Muhip Dıranas’ın Fahriye Abla, Atillâ İlhan’ın Pia, Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Hancı, Yahya Kemal’in Sessiz Gemi adlı şiirleri unutamadığım ve ezberimde olanlardır.

– Bu şiirler hepimizi etkiledi diyebilirim. Gençlik yıllarınızda sizi etkileyen başka neler vardı? Örneğin 1961 Anayasasının kazanımları sizin döneminizin gençliğini nasıl etkiledi?

– 1961 Anayasası sayesinde çift meclis, özerk üniversite, bağımsız yargı, özerk TRT ile tanışmıştık. Bu özgürlük ortamında çok güzel bir üniversite öğrenciliği yaşadık. Gelecekle ilgili umutlarımız vardı. Her şeyin zaman içerisinde çok güzel olacağını düşünüyorduk ve bunları biz yapacaktık. Kendimize güveniyorduk. Gelecek Türkiye çok daha güzel olacak diye düşünüyorduk. Açık oturumlar, mitingler, yürüyüşler ve tabii şiir günleri hiç eksik olmayan etkinliklerdi.

“CENK KORAY’LA FARKLI GÖRÜŞTE AMA ARKADAŞTIK”

– Uğur Mumcu’yla aynı dönemde aynı fakültedeymişsiniz. Onun gençliğinden ve sizin üzerinizdeki etkisinden söz etmek ister misiniz?

Uğur Mumcu ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde birlikte öğrenciydik. Uğur benden bir sınıf öndeydi. Saydığım etkinliklere birlikte katılıyorduk. O yıllarda bile Uğur hem çok iyi bir konuşmacı ve hem de çok iyi bir yazardı. Sınıfının münazara (bilimsel atışma) ekibindeydi. 1964 yılında Uğur hem de Hukuk Fakültesi’nin öğrenci derneği başkanıydı. Bu görevi sırasında çok önemli etkinlikler yaptı. Çok önemli kişileri fakülteye getirerek açık oturumlar düzenledi. O tarihe kadar fakültede böyle etkinlikler düzenlenmemişti. Uğur’dan sonra Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanlığını ben devraldım. Bu etkinliklerin hepsinde Uğur’la birlikteydik.  

– Ülkemizdeki 68 kuşağının 60’lı yıllarda yaşadıklarını siz nasıl yaşadınız?

– Bizim dönemimizde çok özgür bir ortam vardı. 1961 Anayasa’sının getirdiği özgürlük ortamında öğrencilik yaptık. Farklı görüşlerdeydik ama aramızda kavga olmazdı. Birbirimize ve görüşlerimize saygı duyardık. Farklı görüşlerde ama arkadaştık. Bir örnek olarak, ben öğrenci derneği başkanıyken, Cenk Koray da yönetim kurulu üyesiydi. Cenk, Ankara Yenimahalle Adalet Partisi gençlik kolları üyesiydi. Onunla bazı geceler birlikte yemek yerdik. Kendisi öğrenciyken de çok esprili biriydi. Bir gece yemekte ona “Sen her konuda bizim gibi düşünüyorsun. Neden Adalet Partisi Gençlik Kollarındasın?” dediğimde, bana “Ben onları düzeltmek için aralarındayım”  diye güldüğümüz bir yanıt vermişti. Kavgalar, öldürümler bizden sonra başladı. Bu kavga ortamı emperyalist bir oyundu ve bu ülkenin gençlerini birbirlerine düşürdüler.

– 68 kuşağının aşklarına tanık oldunuz mu?

– 68 kuşağının doğal olarak aşkları vardı. Aşksız bir gençlik düşünülebilir mi? Arkadaşlarımızın hepsinin sevgilileri vardı. İstanbul’da okuyan ve adları bayrak olan arkadaşlarımızın aşklarını ise sonradan basından öğrenmiştik. 68 gençliği gençliklerini yaşarken sorumluluklarını hiçbir zaman unutmadı. Hepimizin bayrağı “tam bağımsız Türkiye” idi. Hepimiz Kemalisttik. Hepimiz Türk Devrimine inanıyorduk. 68 kuşağının savaşı güzel yurdumuzu tam bağımsız yapmaktı. Emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri buna izin vermek istemediler ve o yüzden kanlı olaylar başladı. Bu savaş günümüzde de sürüyor.

Hepimizin bayrağı “tam bağımsız Türkiye” idi.

“ÇIKIŞ, PARLAMENTER SİSTEME DÖNÜŞTÜR”

– Ülkemizde günümüz aydınlarının yaşanan siyasal ve toplumsal olaylar karşısındaki tutumlarını nasıl yorumlarsınız? Sizin aydınlardan beklentiniz nedir?

– Bana göre günümüzde aydınların büyük bir bölümü üzerlerine düşen görevi yerine getirmiyorlar. Çoğu çıkarlarına teslim olmuş, çoğu sindirilmiş, çoğu korkutulmuş. İçerisinde bulunduğumuz dönemde hukuk devleti yoktur, bağımsız yargı yoktur. Bu duruma en çok karşı çıkması gerekenler hukuk fakültesi akademisyenleridir. Ancak, onlarca hukuk fakültesinden hiç ses çıkmıyor. Bu durum doğal karşılanamaz. Yıllar önce gazete yazılarından oluşan kitabıma “Cumhuriyetin dönüştürülürken susacak mısın?” adını vermiştim. Değerli yazın ustası Oktay Akbal bu kitabım için Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde yazdığı yazıda; “Yazar soruyor: Cumhuriyetin dönüştürülürken susacak mısın? Halkımız yanıt veriyor susarak” demişti. Aydınlarımız üzerlerindeki ölü toprağını atmalı, korkmadan, sinmeden yanlışlıklara karşı çıkmalı, gelecek Türkiye için bir düşün savaşı vermelidir. Başka Türkiye yok.

– Yurtseverlerin, gerçek demokratların, yaşadığımız olumsuzluklar, baskılar, zulüm ve demokrasiye uymayan uygulamalar karşısında yapması gerekenler nelerdir?

– Yapılması gereken korkmadan, yılmadan, sinmeden direnmek; ayakta durmak ve gelecek kuşaklar için tam bağımsız, laik hukuk devletini kurmaktır.  

– “Tek adam yönetimi”nden çıkış nasıl olanaklıdır?

– Tek adam yönetimi dünyada örneği olmayan bir yönetimdir. Her şey bir kişinin iki dudağı arasındadır. Üstelik hiçbir denetim de yoktur. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana böyle bir dönem hiç yaşanmamıştır. Kamu kurumlarında yapılan yolsuzluklar Sayıştay raporlarında yer alıyor. AKP’li belediyelerde yapılan yolsuzluklar dudak uçuklatıyor. Denetimsiz, hukuktan uzak dinci bir sistem dayatılıyor. Güzel yurdumuz bir Ortadoğu ülkesi yapılmak isteniyor. Türkiye ve Türk ulusu bunu hak etmiyor. Çıkış gerçekten demokratik bir seçimle bu yönetimden kurtulmak ve kuvvetler ayrılığını öne çıkaran parlamenter sisteme dönüştür.

“ARTIK EŞİMİN GÖRÜŞLERİNİ ALAMIYORUM”

– Yakın zamanda eşinizi yitirdiniz. Başınız sağ olsun. Sabır dilerim. Kitabınız gazete yazılarından oluşuyor. Son yıllarda Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında yayımlanan yazılarınızı dikkatle okuyorum ve çok beğeniyorum. Yurtsever bir Türk aydınının yürekli yazıları… Üstelik çok aydınlatıcı… Eşinizin ölümü yazılarınızı etkiledi mi?

– Sevgili eşimi 20 Ekim 2020’de yitirdim. Bu ölüm beni çok üzdü. Çünkü eşim benim hem fakülte arkadaşım, dostum, iki çocuğumun annesi, âşık olduğum tek kadın hem de dert ortağımdı. Gazetede çıkan yazılarımı önce ona okutur, onun görüşlerini, eleştirilerini alır ve sonra gazeteye gönderirdim. Yazılarım gazetede çıkınca da ilk olarak ona bilgi verirdim. Yazılarımın yayımlanmasına benden çok sevinirdi. Şimdi bu olanağım yok. Bu durum bile benim için önemli bir eksikliktir. Bu kitap yayına hazırlanırken eşim bu kitap için bir önsöz yazmak istemişti. Sonra bunu gerçekleştiremedik. Bu önsözde neler yazacaktı, neler düşünmüştü, bilmiyorum. Ama kitap çıkınca benden çok o sevinmişti. Kitabı başucu kitabı yapmıştı. Geceleri yatmadan okuyordu. Beğenisini yineleyerek dile getiriyordu. Yeni yazılarımı hazırlarken artık eşimin görüşlerini alamıyorum. Yazılarım çıkınca yine çok seviniyorum ancak ona bilgi veremiyorum. Yalnızca buruk bir hüzün var içimde.

Yalnızca buruk bir hüzün var içimde.