Sanat neden güçlüdür?

Bugün, yarın ve sınıf mücadelesinin sürdüğü her zaman, sanat kendisini özel bir bilinç ve özel bir görevle icra etmek durumundadır. Bu özel bilinç ve görev, en genel anlamda devrimci ideolojiyi kendi gerçekliğiyle uyumlu bir tarzda kitlelere taşımaktır.

CAFER YILDIRIM

Sanat olgusunu belirleyen nitelik, yaratıcılık temelinde var olmasıdır. Sanat ürünü yaratıcının biraz da gizemli derinliğinde damla damla oluşur. Her damla bilinçle duyarlığın harmanlaştığı topraktan süzüle süzüle var edeceği bütünün bir parçası olarak ortaya çıkar. Sanat eseri, tüketim alanında yerini alana dek ardında hesapsız bir çaba ve emeği, hatta bazen yaratıcısını dahi tüketir.

Bu bakımdan sanat eserinin oluşum sürecini sorgulamak, sanatçının niçin yarattığı sorusuna cevap aramak kuşkusuz ilginçtir. Fakat bu tür çabaların ulaştığı sonuçlar her zaman için eksiktir, eksik kalacaktır. Bunun yanında sanat ve toplum ilişkisini irdelemek daha elle tutulur sonuçlar vermesi bakımından olduğu kadar, sanat-toplum ilişkisine katkıda bulunmak nedeniyle de işlevsel bir özellik taşımaktadır.

TOPLUMUN BİÇİMLENMESİNDE ETKİLİ BİR MİHRAK

Sanat kurumu; toplumun özgün, etkili, ayrıcalıklı kurumlarından birisidir. Önemi estetik keyfin kaynağı olmasıyla birlikte ideolojik dokunun toplumda en sağlıklı, en kalıcı biçimde sanat yoluyla içkinleştirilebilmesinden de gelir. Sanatın ideolojinin toplamı olan değerleri, toplumsal dokuya nüfuz ettirmesindeki özgünlüğü, onun diğer kurumlar karşısındaki “ayrıcalığının” da kaynağıdır. Sanat, ideolojiyi toplumsal ve bireysel ölçekte içkinleştirirken toplumu ve bireyi estetik haz sürecine dâhil etmekle kalmaz, bu süreçte ideoloji-toplum-birey bütünleşmesini de gerçek anlamda sağlar. İdeoloji-toplum-birey ilişkisindeki bizatihi işlevi nedeniyle bütün iktidarlar, bütün ideolojik örgütlenmeler sanatı bir araç olarak kullanmaktan geri kalmamıştır.

Sanatçıların yeryüzü tanrıları olmaları, yaratıcılıklarının yanı sıra ideolojinin yeniden üretilmesi ve toplumun biçimlenmesinde etkin, etkili “bir mihrak” olma özelliği taşımalarından da kaynaklanmaktadır.

Gerçektir ki toplumsal alandaki her kurumun ideoloji-toplum-birey ilişkisinde şu ya da bu oranda bir payı vardır. Pay, kurumların var olan ideolojiyi üretme ölçülerinde, ideolojik boyutta önem derecelerini de belirler. Kurumların toplumsal dokudaki etkileri sanat-toplum ilişkisine de yansımaktadır kuşkusuz. Eğitim, ahlak, siyaset, aile, askerlik, medya… Bu kurumlar arasında sanat kurumu, oluşturmuş olduğu bilinç, kültürel doku, estetik algı gibi unsurlar açısından ideolojinin yeniden üretici ve taşıyıcısı unsuru olarak etkin bir konumda bulunmaktadır.

Sanat ürününün niteliği ile toplumun niteliği de tabii ki egemen ideoloji tarafından belirleniyor. Fakat ürün ile tüketici ilişkisi, ürüne ve tüketiciye ilişkin “saf” özellikler de taşıyor. Bu “saflık”, ilişkinin direkt müdahalelerden uzaklığını ifade ettiği gibi sanat ürünü ve onunla ilişkiye giren bireyin sahip olduğu “kısmi özgürlüğü” de karşılıyor.

SANATIN VE SANATÇININ ÖNEMİ

Ülkemiz halkı, liberal sistemin sektörel ve açık piyasa ikliminde yaşamını kıt kanaat sürdürüyor. Sisteme karşı her örgütlü ayak direme, her karşı koyuş, her devrimci isteğe sahip hoşnutsuzluk, karşılığını demokrasi dışı müdahalelerde buluyor.

Müdahalelerin içeriği, yöntemi, dozu her dönemde yasal kılıflara gizlenmiş bir baskıya denk düşüyor. Üstelik bu baskı, insanımıza her icraatını alkışlattıracak bir mahareti elinde tutuyor. Evler basılıyor, seçkin insanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Sonra bütün devlet erkânı gözaltına alınan olsun, tutuklanan olsun, o insanlar üzerinden bütün toplumu sindirmeye dönük bir terörizm uyguluyor.

Söylenen her söz, gösterilen her tavır, atılan her adım dini, etnik, ulusal taraf kavgalarını körükleyen bir içerik taşıyor. İktidar erki beklendiği gibi tarihsel ilerlemenin ivmesi olması bir yana, bütünüyle karşısında yer alıyor.

Halkın politik tercihinin ekonomik ve sosyal mağduriyetiyle karşıtlık halinde bulunduğu bir dönemde ve her dönemde devrimciler öncelikle ideolojik tahribatın önüne durmak, bu yönlü mücadeleye hız kazandırmak sorumluluğuyla karşı karşıyadır. İdeolojik tahribatı belirli oranda kırmadan ciddi bir siyasal gelişme sağlamak mümkün değildir.

Meseleye bu açıdan baktığımızda sanatın ve sanatçının önemi bir kat daha artmaktadır. Çünkü sanatın daha önce irdelediğimiz gibi, ideolojiyle özgün bir ilişkisi söz konusudur. Sanat; egemen saldırının bozguna uğrattığı devrimci değerler toplamını kitlelere etkili bir tarzda taşımanın olanaklarını bağrında saklamakla kalmaz, devrimci ideolojiyi en saf biçimde koruma şansına en fazla sahip bir kale olma özelliklerini kurumsal yapı olarak da kendinde taşır.

Sanat, düzenle karşıt değerler bütünlüğü içinde militarizmin fiili şiddetinden yapısı gereği en az etkilenen kurumların başında gelir. Yine sanat, yaratıcılık ürünü olması nedeniyledir ki kendine içkin (içsel) bir özgürlüğe her şart altında sahiptir. Bu ise ona düzen içi konuma sürüklenmeme açısından diğer kurumlara göre avantaj sağlamaktadır. Üstelik sanat, entelektüel birikim ve ahlak değerleri bakımından da iktidarın etkilerine en kapalı konumda bulunan kurumlardan birisidir. Sanatın köklü bir “muhalif geleneği”nin bulunmasını da sanat lehine altı çizilecek bir olgu olarak sayılanlara eklemek gerekiyor.

EZİLENLER CEPHESİNİN ETKİN ALANLARINDAN BİRİSİ

Sonuçta, her baskı döneminden, ilerici güçlerin yaşadığı her yenilgi döneminden sonra sanatın bu arbededen en az payı alan ya da alması gereken “bir disiplin alanı” olduğu sonucuna ulaşabiliriz. En azından bu istikamette bir öngörüde bulunmamız yanlış olmaz.

Sanatın baskı ortamlarında göreli bir direnme kalesi haline gelmesi ya da direnme kalesi olabilme olanaklarını en fazla kendinde barındıran olması, onu bu dönemlere ilişkin özel bir işlevle sorumlu kılmakla kalmıyor aynı zamanda sınıflar mücadelesinin bütün süreçlerinde ezilenler cephesinin etkin alanlarından birisi olmakla da yükümlüyor.

Bugün, yarın ve sınıf mücadelesinin sürdüğü her zaman, sanat kendisini özel bir bilinç ve özel bir görevle icra etmek durumundadır.

Bu özel bilinç ve görev, en genel anlamda devrimci ideolojiyi kendi gerçekliğiyle uyumlu bir tarzda kitlelere taşımaktır. Devrimci etik ve estetiğin bireylerde içkinleşmesi, bu etik ve estetiğin kesintiye uğratılmış kuşaksal sürekliliğinin sağlanması, sözü edilen genel faaliyetin bir sonucu olarak sanatın özel ve yoğun faaliyeti sonucunda elde edilecek gelişmelerdir.