Erdil Yaşaroğlu’na açık mektup…

Ya önerdiğim bu organizasyonun hayata geçirilmesine katkı sağlar, hak ettiğin yüksek geliri alın terinle elde edersin, ya da avukatların güdümünde telif davalarını çoğaltıp çıkış yolu aramayı sürdürür ve sana yönelmiş sevgiyi kaybedersin. Ben sana birinci yolu yakıştırıyorum Erdil, takdir senin!

KÖKSAL ÇİFTÇİ

Erdil Yaşaroğlu’na açık mektup…

Sevgili Erdil;

Sanırım yıl 1989’du. Haldun Sevel, Mustafa Kalemci, Cihan Zarakol, kuzenin Varol Yaşaroğlu ve bendeniz bir odada bize ayrılan masalarımıza gömülmüş Asil Nadir’in sahibi olduğu Güneş Gazetesi için günlük karikatür üretmeye çalışıyorduk. Sen ise lise son sınıfta okuyordun, çoğunlukla yalnız, ara sıra da sınıf arkadaşın Burak Akkul’la elinde okul defteri, yanımıza uğrardın. Defterindeki tükenmez kalemle çizilmiş karikatürlerini sırayla hepimize inanılmaz bir coşkuyla tekrar tekrar gösterirdin. Ben unutmadım; böylesine sevimli, cana yakın ve verici bir insanı kim unutabilir ki!

Hiç büyümedin, benim gönlümde hep o sevimli çocuk olarak kaldın.

90’lardan itibaren yollarımız ayrıldı, bir daha -kitap fuarları hariç- hemen hiç görüşemedik. Ben basın sektöründen yavaş yavaş elimi ayağımı çektim, sen ise Limon Dergisi ile başlayan, Leman’la süren kariyerini Penguen dergisi yayın yönetmenliğine kadar yukarılara taşıdın. Bu arada televizyon programlarında görev aldın, kitaplar çıkardın, internet sayfası açarak daha bir yukarılara tırmandın.

Bugün artık basın sektörü çöküşte. Mizah dergileri bir bir kapanıyor. Hepimiz üzüldük, maalesef senin Penguen de bu kötü gidişten nasibini aldı.

Biliyorsun, ben, günün öne çıkan kaliteli karikatürlerinden bir seçkiyi, yönettiğim “Manşetlik Karikatürler” başlıklı Facebook sayfamda yayımlıyordum. Ne zaman senin karikatürünü kullansam, özelden hemen “Aman Köksal Bey, Erdil’in karikatürünü hemen yayından kaldırın, herkese astronomik rakamlarla davalar açıyor, size de açar, donunuza kadar neyiniz varsa elinizden alır!” uyarı yazıları yağmaya başlıyordu. Şaşkınlık ve hayal kırıklığımı umarım tahmin ediyorsundur.

Uzun süre “Rakiplerin dedikodusudur, bel altı vurmasıdır.” diye avuttum kendimi.

Birkaç gün önce Selçuk Erdem ve Serkan Altuniğne ile birlikte bir gazeteye verdiğiniz söyleşiyi okudum, diğer arkadaşlarını yakından tanımıyorum, yorum yapamam, ama senin payına hayal kırıklığına uğradığımı, içimin yandığını söylemeliyim.

Çok da kızdım: Ne demek Erdil’im; emeklilere, çocuklara, sıradan karikatür severine dava açmak! “Durumu anlayınca davayı geri çekiyoruz” türünden bir savunma, ya da açıklama dürüst ol, seni bile tatmin etmiyordur. Seni sen yapan bu insanların “Sevgimizi nakte çevirmeye çalışıyor” yargısına varmaları biraz olsun burukluk yaratmıyor mu sende?

Anladığım kadarıyla birileri “emeğe saygı” teranesiyle sizi Telif Yasası paçavrasına ikna etmiş. Ben bu yasayı ilk çıktığı günlerde madde madde ele alıp inceledim, kaleme aldım ve hukukçulara onaylatarak “Telif Yasası Kimi Korur” (https://eskimiyen.com/telif-yasasi-kimi-korur-yaraticisini-mi-mal-sahibini-mi/) başlığı altında internet ortamında yayımladım. Onun için biliyorum, bu beş para etmez yasa herkesi korur, bir tek sanatçıları korumaz. Onca para dökeceksiniz, itibar kaybına uğrayacaksınız, bundan avukatlar ve bilirkişiler başta olmak üzere herkes karnını doyuracak, siz de onların yerlere saçtıkları kırıntıları toplamakla yetineceksiniz. Bu mudur, mesleğe saygı, emeğe saygı?

OĞUZ ARAL ÖRNEĞİ

Haklı olarak şunu soracaksınız: “İnternet çıktı, herkes karikatürlere cep telefonundan ulaşır oldu, kimse mizah dergisi okumuyor artık, dergicilik battı, mesleğimiz çizerlik, bu yaştan sonra başka mesleğe mi yönelelim? Biz karnımızı neyle, nasıl doyuracağız?”

Eli kalem tutan herkes espri ve karikatürden harçlığını çıkarır oldu.

 

Öncelikle şunu söyleyeyim, yaşınız küçük, o günlere tanık olmadınız; Gırgır Dergisi öncesinde Dolmuş, Taş, Karikatür, Papağan, Pardon ve Akbaba mizah dergileri vardı. Televizyon yaygınlaşmadan önce bu dergilerin satışları 2 bin ile 20 bin arasındaydı. Televizyon yaygınlaşınca 20 bin satan bile 2 bin satamaz oldu. Bütün yayıncılar ve karikatürcüler koro halinde şöyle bağırmaya başladılar: “Televizyon geldi, basılı mizah yayıncılığı, dolayısıyla karikatür sanatı bitti!”

Herkes bu ağlamalarla ortalığı ayağa kaldırırken Oğuz Aral adlı bir karikatürcü çıktı, Gırgır adıyla bir mizah dergisi çıkardı, bir anda her şeyi ters yüz etti. Öyle ki kısa süre içinde herkesin hafta boyu evde izlediği reklamların, dizilerin, filmlerin nasıl tiye alındığını görmek için Gırgır almaya koşmasını sağlayarak “mesleğimizi bitirdi” dedikleri televizyonu, satış artırıcı unsur haline getirdi.

Yalnız usta çizerler mi, öğrencisinden, dağdaki çobanından hapishanedeki mahkumuna kadar ülkenin her kesiminden eli kalem tutan herkes espri ve karikatürden harçlığını çıkarır oldu.

Kısacası Türk mizah dergiciliği, battık bittik noktasından ayağa kalktı, birkaç yıl içinde 1 milyona yaklaşan satışıyla dünya üçüncülüğüne uzandı.

“İyi de onca iyi niyetimiz ve fedakarlığımıza karşın dergilerimizi kapatmak zorunda kaldık, blog açtık olmadı, Dergilik’te dijital dergi satışa sunduk olmadı, farklı teknikler denedik tutmadı, daha başka ne yapabiliriz bu ortamda?” diyeceksin.

Buna ısrarla, “Dijital yayıncılık yapmalısınız” yanıtını vereceğim.

Biliyorum, “Biz denedik olmadı diyoruz, sen hâlâ dijital yayın diyorsun.” diye itiraz edeceksin.

Benim önerim sizin tuttuğunuz yoldan bir hayli farklıdır; şöyle:

Birincisi, hepiniz birer marka değeri taşıdığınız için egonuz gereğinden fazla şişkin. Marka değerinizin sizi bireysel olarak kurtaracağı fikrine saplanıp kalmışsınız. Peygamber olsanız birey olarak kurtulamazsınız, bunu anlamanız gerekiyor. İlk iş bu bireysel kurtuluş hastalığından kurtulacaksınız. Sloganınız “Anca beraber, kanca beraber” olmalıdır. Felsefenizi, amatör olsun usta olsun her karikatür çizerine aylık asgari ücretten fazla para kazandırmak anlayışı üstüne kurmalısınız. “Bu olacak iş değil” diyebilirsin. Örnek mi? İşte sana Oğuz Aral örneği: Haldun Simavi, Oğuz Aral’a sayı başına belli bir miktar kaynak ayırıyor, “Karikatürcülerin parasını bu bütçeden taşeron benzeri sen öde, artanı da kazancın olsun!” diyordu. Oğuz Aral istese çizerlere simit parası kadarını dağıtıp -ki hiçbir çizer itiraz etmezdi buna- gerisini cebe atar, kısa sürede dolar milyoneri olurdu. O, bireysel kurtuluşu değil, topluca karın doyurma prensibini seçti. Bu nedenle ölürken arkasında milyonluk mal, mülk, para bırakmadı. Sizin gibi yeteneklerin kimseye muhtaç olmadan mesleğinizden para kazanmanızın temelini attı.

Yazılı basın da olsa, dijital yayın da olsa bu, olmazsa olmaz birinci yoldur.

İYİ KARİKATÜRCÜ, İYİ YAYINCI DEMEK DEĞİL

İkinci yol ise katı, tavizsiz, usta-acemi, eş-dost, hatır-gönül tanımadan yapılacak yayıncılıktır.

Gırgır öncesi dergicileri arasında Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk, Suat Yalaz, Ferruh Doğan, Bedri Koraman vb. gibi uluslararası alanda tanınmış usta çizerler vardı. Ama çıkardıkları dergileri satamadılar. Neden? Çünkü iyi karikatürcü olmak, iyi yayıncı olmak anlamına gelmiyor.

Oğuz Aral birinci sınıf bir karikatürcüydü. Turhan Selçuk da birinci sınıf karikatürcüydü. Oğuz Aral’ın dergisi milyona yakın sattı, Turhan Selçuk’unki 20 bini geçemedi. Neden? Çünkü Oğuz Aral birinci sınıf karikatürcü ve birinci sınıf yayıncıydı, Turhan Selçuk ise birinci sınıf karikatürcü olmasına karşın ikinci, belki de üçüncü sınıf bir yayıncıydı. Sorun buradan kaynaklanıyordu.

Oğuz Aral birinci sınıf karikatürcü ve birinci sınıf yayıncıydı.

Oğuz Aral sonrası dergiciliğinde gözlemlediğim, yayıncılık anlayışının çökmüş olmasıdır. Dergilerinizin birer birer kapanmasının nedeni, internetin devreye girmesi değil, yaptığınız inisiyatifsiz, kötü yayıncılıktır. Özetle söyleyeyim, dergileri başarısız olanlar -Oğuz Aral’ın satış rekorları kırdığı derginin usta çizerleriydi- iyi karikatürcü olmanın yeterli olacağını sandılar, yayıncılık disiplinini terk ettiler, kaçınılmaz oldu, süreç sonunda ağır bedeller ödediler.

Laf uzadı, biliyorum, sıkıldın. “Senin önerin ne?” diyorsun içinden; anlatayım.      

Öncelikle şu gerçeği kabullenmelisin, dijital ortam, işini doğru yapanlar için birkaç yılda milyon dolarlık gelir elde edilebilecek bir ortam. Bunu “yemek sepeti.com”, “İdefix.com”, “Biletix.com” ve niceleri başarmışsa, biz karikatürcüler neden başaramayalım? Nusret adlı sıradan bir kebapçının kasaplık mesleğinden daha mı beceriksiz bir meslek karikatürcülük? Adam dijital ortam sayesinde çeşitli ülkelerde şubeler açtı, milyon dolarlık hacme ulaştı.

Karikatürcülük tüm bu mesleklerden daha kendini sevdiren, daha insancıl ve daha tanıtımı yapılmış bir meslek. Tek yapmamız gereken kenetlenmek ve yayına başlamak.

Bundan sonra yazacaklarıma, uzaktan akıl veren ukala durumuna düşmemek ve görevden kaçıyor olmamak adına kendimi de dahil edeceğim.

“ÇİÇEĞİ BURNUNDA KARİKATÜRCÜLER”İ CANLANDIRACAĞIZ

Yaşayarak görüyoruz dijital ortamda ilgi görenler; günlük, hatta anlık paylaşımlar. Düz mantık kursak bile bu bizi günlük dijital mizah dergisi yapmamız gerektiği gerçeğine götürür. Günlük dinamiği yakalayamayan hemen hiç kimseye sistem hayat hakkı tanımıyor. Yola ilk, gazetelerin portallarına benzer bir sayfa açmak ve her gün her saat başı yeni çizilmiş bir ya da birkaç karikatür koymakla başlamalıyız. Mesleğimizin bu miktarda karikatürü üretecek kadar sanatçısı var. Hedefimiz; ülkemizin en yetenekli, en üretken ve en marka olmuş karikatürcülerini bu portalda disiplinli şekilde çizmeye ikna etmek olmalı. Biraz sabırla ve özveriyle bunu başarabiliriz.

Başlarda insanlar çekingen davranacak, bunu biliyorum. Belki üç beş usta çizerle yola çıkacağız. Ağırlığı amatör ve acemi çizerler oluşturacak. Zaman ilerledikçe, tıklanma sayısı ve üye sayısı arttıkça herkese olduğu gibi bize de firmalar yönelecek, reklam vermeye başlayacak. Gelirin küçük bir bölümünü kendimize ayırıp büyük kısmını usta-amatör demeden tüm çizerlere aktarmaya başladığımızda, başta usta çizerler, tüm mizahçıların güvenini kazanmış olacağız.

Böyle bir hedefe, -hazırlıklı olmalıyız- iki üç yıllık bir süre içinde ancak ulaşabiliriz. Çizerlerin gelirini artırma ilkemizden sapmadığımız sürece de sonraki yıllarda çığ gibi büyürüz.

Asıl sorun şu: Mevcut karikatür ve yayın anlayışı ile doldur boşalt yaparak bu düzeyi yakalayabilir miyiz? Elbette ki hayır. Karikatürcülerin mevcut durumu da bunun kanıtı.

Haklı olarak şunu soracaksın: “İşlerlik ve hiyerarşi nasıl olacak?”

Oğuz Aral sonrası dergilerde -yukarıda da söyledim- yayıncılık ilkesi terk edildi. Dergilerin satışının gerilemesi ve sonunda bazılarının kapanması bundan. İlk önce bu ilkeyi geri getireceğiz.

Nasıl olacak bu; anlatayım, şöyle:

Karikatür kültürünü ve karikatür çizmeyi iyi bilen tam yetkili bir yayın yönetmeni yönetecek dergiyi. Her şeyde tek sorumlu o olacak. Hangi karikatürün sayfaya ne zaman gireceğine, hangi espriyi kimin çizeceğine, çizilmiş işlerin amaca uygun yeniden çizilmesine, kime ne kadar ücret verileceğine, günlük gelişmeleri takip edip konusuna göre uygun çizeri seçip verilecek siparişlere vb. bu tek yayın yönetmeni karar verecek. Yayın yönetmeni kısaca sayfanın gerçek sahibi olacak.

 

Biliyorum, imkansız gibi görünüyor, ama tarihsel sürece baktığımızda, Fransız, İngiliz, Amerikan mizah dergiciliği üç aşağı beş yukarı bu yöntemle başarılı olmuş. İzledik gördük, zaman içinde bu ilkeleri gevşeten, ya da marka olmuş usta çizerlere boyun eğen yayın yönetmenleri -sağı solu ve değişen teknolojiyi suçlayarak- dergilerini bir bir kapatmak yoluna gittiler. Doğanın yasası acımazıdır, ya yayıncılık ilkelerine tavizsiz uyar, çok kazanır çok yaşarsın, ya da ego şişirir, kazanç kaybına uğrar, zaman içinde piyasadan çekilirsin. Ortası var mı bunun, yok.

Bir başka ayrıntı daha: Biz işimizi yapacağız. Komik, eğlenceli ve hoş vakit geçirten karikatürler çizeceğiz. Politik gelişmeleri şaka çerçevesini aşmadan ele alacağız. Hakarete, saldırganlığa, ötekileştirmeye, yani slogan karikatürcülüğüne sayfamızda yer olmayacak. Tiplemeler, can düşmanımızı çiziyor olsak da sevimli olacak. Güzel, alımlı kadın karikatürü elbette çizilecek. Fakat cinsel obje olduğu için değil, sosyal yaşamın doğal parçası; metres, sevgili, eş, arkadaş, ev hanımı, öğrenci vb. olduğu için.

Son bir şey daha: “Çiçeği Burnunda Karikatürcüler” geleneğini canlandıracağız.

BU BİZDEN, BU BİZDEN DEĞİL AYRIMI YAPMAYACAĞIZ

Karikatür, teknoloji nereye tırmanırsa tırmansın, hâlâ en çok sevilen sanat. Sosyal medyada insanlar kişisel mizah gereksinimini karşılamak için en çok karikatür, komik fotoğraf, ironi içeren caps paylaşıyor. Böylesine dinamiği olan bir sayfa beş yıl içinde beş milyondan fazla üye sayısına ulaşır, buna inanıyorum. Bu da bizim hayalini kurduğumuz miktarda para kazanmamız demektir.

Kazanılan parayı suyun başını tutmuş bizler cebe mi atacağız; hayır!

Kazanılan paranın çok büyük kısmıyla espri gönderen, espri çizen ve komple karikatür çizen herkesin emeklerinin karşılığı, piyasa değerinin üstünde bir rakamla ödenecek. Kazanç arttıkça karikatür başına ödenen paranın miktarı da -ne seviyeye ulaştığına bakılmaksızın- artacak. Kasada biriken paralarla yaşlı, bakıma muhtaç ve çalışamayan, çizemeyen meslektaşlarımıza -ev kirası, hastane, ilaç masrafı, market alışverişi başta- katkı sağlayacağız. İster mesleki, ister kişisel olsun hukuki sorunlarının çözümünde avukat ücreti başta olmak üzere her türlü maddi, manevi desteği vereceğiz. Dini bayramlarda çok geniş bir mekanda -belki bir otelin yemek salonunda- meslektaşlarımızı toplantıyla ağırlayacak, bayramlaşacağız. Yaşlı, sağlık sorunu yaşayan büyüklerimizi ve dul karikatürcü eşlerini özel araçlarla evlerinden alıp, gecenin sonunda evlerine bırakacağız. Bunu yaparken, bu bizden, bu bizden değil ayrımı yapmayacağız. Günlük hayatta kavgalı olsak da böyle günlerde barışık olacağız. Hangi ideolojiyi savunuyor, hangi partiyi tutuyor, hangi dine ya da mezhebe inanıyor olursa olsun meslektaşlarımız, son sığınağının bizler olduğunu bilmeli ve kuşku duymamalıdır.

Zaman içinde, olanaklarımız genişlediğinde, karikatürcülere ve mizahçılara özel lokal açacağız. Meslektaşlarımız bu lokalde sosyalleşmeli, birinci sınıf meyhanesinde eşi ve çocuklarıyla yiyip içmeli, piyasanın dörtte bir fiyatını ödeyerek evlerine dönmelidirler.

ÖNÜNDE SEÇENEK İKİ VAR

Sevgili Erdil, kısa bir bölümünü sunduğum yukarıdaki projemin bir hayal, bir ütopya olduğunu düşünürsen, yanılırsın. Sana, Muzaffer Gökman’ın 1970’te hazırladığı Cumhuriyet dönemi karikatürünün kurucularından Sedat Simavi biyografisine bir göz atmanı öneririm. Bak bakalım bu çizer büyüğümüz, Gazeteciler Cemiyeti’ni hayata geçirirken ne hayaller kurmuş, kurduğu hayallerin kaçını gerçekleştirmiş. İnan doğru söylüyorum, benim sıraladığım hayaller onunkinin yanında fındık fıstık gibi çerez kalır.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum Erdil’im, önünde seçenek var. Ya önerdiğim bu organizasyonun hayata geçirilmesine katkı sağlar, hak ettiğin yüksek geliri alın terinle elde edersin, ya da avukatların güdümünde telif davalarını çoğaltıp çıkış yolu aramayı sürdürür ve sana yönelmiş sevgiyi kaybedersin. Ben sana birinci yolu yakıştırıyorum. Takdir senin.

Gözlerinden öperim.