Enver Gökçe’yi suçlayanlar neyi örtbas etmek istedi?

Esbab-ı Mucibeli Karar’da ne deniyor? 51 Tevkifatı kimle başladı? Enver Gökçe’yi suçlayan Sevim Belli’nin kendisi ne yapmıştı? 1936 Seperat Kararları TKP’yi nasıl etkiledi? Şükrü Dinsel kim? 51 Tevkifatı hakkında Rasih Nuri İleri ne diyor?

ALİ EKBER ATAŞ

Enver Gökçe, bir örümceğin hücre arkadaşlığıyla hayatta kalmanın yalnızlığıdır. O, köyün üretim araçlarından halı tezgâhlarının çıkardığı, üretimin “kirtim kirt” sesini, şiirinin senfonik müziği yapan halkın bir şairidir. Büyük olasılıkla “Kirtim Kirt” sözcükleriyle, “Eğin Türküleri” derlemesini hazırladığı sıralarda karşılaşmış olmalı.[1] “Dil Tarih’te okuduğu yıllarda, Ruhi Su’nun Dil Tarih’teki Korosu’nda da koristtir. “Malatya Divanı” diye bilinen bir türküyü korodaki arkadaşlarına öğretir.”[2]

Yusuf İle Balaban Destanı’nın yitip gitmesine çok üzülmüştür mutlak. Ne ki, şöyle de düşünmüş olabileceği geliyor aklıma:

 “İnsanın en değerli mülkü zamandır.”

Ve “Yusuf İle Balaban Destanı’nın “Başlangıç” bölümünde dediği gibi;

“Zaman akar, zaman geçer/Zaman zından içinde/Biz mapusta gürül gürül yatardık/Yılan çıyan içinde. Getirdiler ite kaka bir yiğit,/Ayak çıplak/Ak bir mintan içinde./Zaman zaman içinde/Işık duman içinde…”

Ve zaman, tüm hızıyla devam ederken, kişisel didişmelerle, kavgasını verdiği “kollektif hayatı” erteleme lüksünün olmadığına inandı hep. Susmayı insanın erdemi, suçlamayı ise onun acizliği olarak gördü! Tartışmaların odağında bulunmadı hiç. Bilinenlerin dışında… Çünkü halkına bağlılığı, bir ağacın kökleri, dalları, yaprakları, çiçekleri ve meyveleriydi. Hep veren ve karşılığında hiçbir şey beklemeyen, ‟Topraktan öğrenip kitapsız bilenler” gibi. Kendi yarattığı eserleri konusunda da farklı düşündüğünü sanmıyorum. İnsanı kirleten mülkiyet ilişkilerinden uzak durdu. Kimileri konuşarak sözleri, iyilikleri, anıları kirletirken, o susarak dersler verdi…

Konu, şiir(in)e gelmişken, Gökçe şiiri hakkında birkaç şey söylemek, kaçınılmaz bir ödev olduğu gibi, görev sorumluluğu da insanı,  kendiliğinden buna zorunlu kılıyor. En azından benim için.

MARKSİST DÜŞÜNCE AÇISINDAN ÜLKÜ’DEKİ KONUMU…

Onun şiirinin “ne’liğine”, “ne olup olmadığına” eğilmeden önce, Gökçe’nin edebiyat ve sanat dünyasına neyle girdiğine bakmalı. Gökçe, okurunun karşısına ilk “şair” olarak değil, yazarlığıyla çıkar. Ülkü dergisinin 16 Mart 1943 tarihli 36. sayısında (s. 15) “Köyden Köye” köşesinde “Çit Köyü”nü anlattığı yazısıdır bu. Dünyaya sınıfsal bir görüşle bakan ve yaşamını bu mücadeleye adayan şair, sanata da sınıfsal bakar. Ne ki, şiir yolculuğuna, halkçı bir şiiri, “Köylülerime”yle, başlamış olması yadırganmasa gerek. Yeri gelmişken sorayım:

Bunun nedeni nedir, niye böyle bir yol izlemiştir acaba?

Nasıl oluyor da sanata sınıfsal olarak bakan Gökçe, halkçı bir şiirle yola çıkmıştır?

Bu arada sorayım yeniden:

Enver Gökçe’nin dışlanmışlığının tek bileşeni, 951 Tevkifatı’ndan sonra susmuş olması mıdır?

167 kişi arasında, yalnızca devletin Milli Emniyat Teşkilatı’nca adının önüne “müseccel bir komünist” damgası vurularak tescillenmesinin nedeni bu suçlamalara muhatap bırakılmanın bedeli, ömrü boyu susmak zorunda kalması mıdır?

Bu konunda, Gökçe’yi suçlayanlar, dönüp kendilerine sordular mı hiç; bu adama, bundan sonraki yaşamında hayat boyu devlet kurumlarında iş verilemeyecek “tescilli bir komünist” olarak bu hüküm niye verildi?

Son bir soru daha. Son zamanlarda, Enver Gökçe’yi çok yakından tanıyan bir değerli büyüğümüzle, Gökçe’yi, 951 Tefkifatı’nı ve sonrasındaki gelişmeler üzerine konuşurken, yukarıda sorduğum sorularımı, daha derinden düşünmemi sağlayan sorusu aklıma takılmıştı.

“Esbabı Mucibeli Karar”da (Gerekçeli Karar), Enver Gökçe’nin 167 kişi arasında tek damgalanan komünist olmasında, onu suçlayanların hiç mi payı yok?

Herkesi, özellikle de Gökçe üzerine yazı yazıp düşünen, düşündüren herkesi bu soruların yanıtlarını bulmaya davet ediyorum. Buldukları yanıtları da paylaşmalarını. Ben bu soruların peşindeyim. Bulabildiklerimi de paylaşmaktan geri durmayacağım…

Enver Gökçe, bu dışlanmışlığın getirmiş olduğu suskunluk ve bilinçle kendi kabuğuna çekildi ve paramparça edilen örgütün yıkıntıları altındaki yaşamını, son nefesini verdiği ana kadar davasına adadı. Bütün bunlar unutuldu.

YEDİ YIL HAPİS İKİ YIL SÜRGÜN

184 kişinin yargılanmasıyla başlayıp, 167 mahkûmiyetle sonuçlanan TKP davasının ardından, suçlu bulunanların bir kısmı Adana’ya gönderilir. Adana’ya gönderilenler arasında Zileli Halil Yalçınkaya, Mihri Belli, Reşat Fuat Baraner ve Enver Gökçe de vardır. Mihri Belli’den okuyalım Adana’ya gelişlerini:

“Harbiye Balmumcu Cezaevinden, Ankara Kapalı Cezaevi’ne götürülüyoruz. Oradan da Adana’ya nakledecekler. Bizi ikişer ikişer kelepçelediler. Ben Reşat Fuat Baraner ile kelepçelendim. Halil de, Şair Enver Gökçe ile kelepçelendi. İkisi de köylü onların. İkisi de kurnaz köylü. Kelepçenin zinciri ikimizin bileğine bağlı. Ben, ‘Reşat’ın bileği rahatlasın’ diye zinciri ona doğru gevşetiyorum. Reşat da farkına varıyor, bana doğru salıyor zinciri. Aramızda tam bir fedakarlık var. Çünkü bileklerimiz şişmişti. Bizim arkamızda da bu iki köylü var. Bunlarda da durum tam tersi. İkisi birden çekiyorlar zinciri. İkisinin de bilekleri perişan oluyor. Sonunda Enver pes etti. ‘Ne olursa, olsun’ dedi. Herhalde Enver daha genç olduğu için.” [3]

“Esbabı Mucibeli Karar”da (Gerekçeli Karar), Enver Gökçe’nin 167 kişi arasında tek damgalanan komünist olmasında, onu suçlayanların hiç mi payı yok?

1943-48 yılları arasında devrimci dergilerde şiirler yayımlar. 951 Tevkifatı sonrasında içeri düşmesi onu davasına inanmaktan vazgeçirmedi. İçerde geçen günlerini Fransızcasını ilerletmeye ayırdı. Yeniden şiir yazmaya başlaması ayakta tuttu onu hep. İlk tutukluluğu, kendi sözleriyle “948 yılında, o zaman anti-faşist bir dernek kurmuştuk. Türkiye Gençler Derneği davası denildi bu davayla…” gerçekleşir. Üç ay tutuklu kalırlar. Hatta “Görüş Günü” bu dönemin, önemli bir durum şiiridir. Kendisinin bu döneme ilişkin söyledikleri şöyle:

“Bu devre hapishanede birkaç tane şiir yazdım ‘Görüşmeci’ isimli şiir bu devrin mahsülüdür. Görüşmeye arkadaşlarım, kendi ailemden kız kardeşim gelirlerdi. Bu şiiri daha sonra “Görüş Günü” adıyla yayımladım…”

Aynı dönemin bir başka ürünü “Fakülte’nin Önü” adlı şiiridir. Bu da önemli ve o güne ilişkin bir durum şiiridir.

Tutukluluğu, yargılanması, davasını sahiplenen savunmaları umursanmaz. Damgalanmıştır artık. O “müseccel bir komünist” olarak mahkûm edilmiş ve yedi yıllık bir hapislik döneminin ardından, cezasının üçte birlik bir dönemi de sürgünlük…

1936 SEPERAT KARARLARI’NIN TKP ÜSTÜNDEKİ ETKİSİ

1936’da, Separat Kararları alınır. 1936-42 arasında Komintern’in bu kararı sonrasında, TKP Merkez Komitesi’nin Türkiye’deki çalışmaları dondurulur. Fakat komünist faaliyetler tamamıyla durmuş değildir. Ama merkez komite atıl durumdadır. Bütün komünist partiler tek merkezden yönetilmektedir.

1942’den sonra parti yeniden çalışmalarına başlar. 1944’te parti, 1945’te İlerici Gençlik Birliği Derneği tutuklamaları gerçekleşir. 1947’de Türkiye Sosyalist Partisi (TSP), Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) tutuklamalarıyla devam eden yeni bir süreç başlatılır. 1944 Turancılar davası nedeniyle geniş çaplı karşıt görüşe yönelik de başlatılan bu tutuklamalar aslında, sistemin kendisini koruma ve aklama çabasıdır. Halka “biz onları aşırı iki grup olarak biliyoruz, her ikisine de karşıyız” mesajı verilmek istenmektedir.

Bu gösteri kısa sürer. Çok partili sisteme geçişin ardından, Haziran ve Temmuzda kurulan iki sol parti 16 Aralık 1946’da kapatılır. Yani bütün dava, Türkiye’de yükselen devrimci sol muhalefeti sindirmektir. Nitekim 1947’de yasal parti kapatılır. Parti çalışmalarını; İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere bu üç büyük kentte yoğunlaştırılır ve kendisini yeraltına çeker. Gizli olan partinin üç kişilik Merkez Komitesi vardır. Bunlar Zeki Baştımar, yeraltına inen TKP’nin teşkilat sekreteri, yayın ve propagandadan sorumlu Mihri Belli ve Halil Yalçınkaya da işçi temsilciğinden sorumludurlar. 1947’de yeraltına girip, kendini bu gizlilik içinde büyüten parti, 1951 Tevkifatı’nın ardından çözüme ve çözümlenme sürecine sokulmuş, ardı ardına tutuklamalar, Tabutluklar’da inanılmaz işkenceli süren iki yıllık tutukluluklar…

Yargılamalar sonrasında mahkumiyetle sonuçlanan bu dava, TKP tarihi açısından içler acısı bir durumdur. Üç şehir; İstanbul, Ankara ve İzmir bu kapsamda tutulmuş. Bu sıkılıkla partinin yeraltına sızması, kendi içine devletin ajanlarının sızmasını önleyememiş demek.

Rasih Nuri İleri ile dava arkadaşlarından Zileli Halil Yalçınkaya hakkında yapılan bir söyleşide, bakın bu konuda neler söylüyor:

“3 vilayetin parti görevlilerinin tutuklanmasının sebebi, içimizdeki ajanlardır. Çünkü İzmir teşkilatında ilk günden beri Milli Emniyet Ajanı vardı. …” [4]

Araya girip, şu soruyu sorsak da, bu saatten sonra yanıtını alamayacağız. Ne ki, biz, Enver Gökçe adına ve onu suçlayanlara inat tarihe not düşülsün diye soralım:

Madem ki İzmir teşkilatında açık var, sızıntı var, ajanlar bu sızıntıyı iyi kullanmışlar ve İleri’nin söylediklerinden hareketle, haberli olunan bu durumla ilgili zamanında neden bir önlem alınmamış ve ajanlar ortaya çıkarılmamamıştır?

Neyi beklendiniz, niye, niçin?

Devamla şunları aktarıyor İleri:

“Dava kararında Şükrü Dinsel ismi yer almaktadır ki, bu şahıs yönetimde görev almıştır. Bu şahsın irtibat kurduğu İstanbul ve İzmir örgütlerinde de çözülmeler olmuştur.

Burada şu aksi soru da sorulabilir: Neden 1947’de İzmir Teşkilatı kurulduğu günden beri partide idi? Ankara ve İstanbul’da da teşkilat içinde Milli Emniyet Ajanları var idi. Sorulacak soru budur. Yani Milli Emniyet Teşkilatı 1947’den 1951’e kadar tevkifat yapmak istememiştir…” [5]

TKP’DE ÇÖZÜLMENİN “KİLİT TAŞI

1950’li yıllar, ABD’nin, ilkin kendi içinde, ardından ekonomik ve her türlü tehdit içeren ambargolarıyla avucuna aldığı ülkelerde bir komünist avını başlattığı yıllardır. II. Dünya Savaşı’nın yangını sırasında, böyle bir sürecin başlatılması demek, pimi çekilmiş bombanın elde patlaması demekti. Savaşın son bulması, yenen ve yenilenin ortaya çıkması, yenenlerin, “sırf kazandıkları” için, dünyanın yeni dengeleriyle, yenilenler aleyhine kurguladıkları bir tasarımının da tarihi oldu. Daha da büyümek isteyen devin, kendi cüssesinin ne kadar büyük olduğunu gösterecek bir savaşı başlatmak yerine, kendi adına başlatacak içerden “beslemeler” tutması, onları bakıp büyütmesi, okutup yetiştirmelerinin ardında, bugün meyvalarını fersah fersah topladıkları ve dünyayı “küresel bir leşe” döndürdükleri yeni sömürü sistemini kurmalarının altyapısını hazırlattı. Ekonomik sömürgelerine dönüştüreceği ülkelerde, devşirmelerini iktidara taşımak için gerekliydi bu.

İlk gözaltına alınıp tutuklanan Enver Gökçe değildi. Aynı anda, üç ilde TKP’ye yönelik operasyonda gerçekleştirilen tutuklanmaların sebebi de Enver Gökçe değil.

1950’ler niye seçildi dersiniz?

Durup dururken çok partili hayata geçişi, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine, eşitliğe, bağımsızlığa, halkların kardeşçe ve barış içinde ülkelerini, yaşamalarını düşünüp savundukları için miydi bütün bunlar dersiniz?

Buna inanıyorsanız, çocuksu bir saflık içindesiniz demektir. Elbet ki, yetiştirdikleri beslemelerinin, sahipleri adına, kendi halkı ve ülkesine ihanet etme pahasına, emperyalistlerle, daha önceleri olduğu gibi, o gün de işbirliği yapmalarında bir sakınca görmediler. İçinde bulunduğumuz bu süreç, emperyalist tarihin, daha o günlerde uygulamaya koyduğu bir projenin son aşamasıdır. Bu iyi biline…

ABD’ye bağlılığın tarihi ve tarifi Bayar-Menderes iktidarıdır…

1950; Bayar Menderes iktidarı dış ilişkilerde ABD’ye teslimiyetin de tarihidir aslında. Aynı yılda, ABD’de senatör McCarty çılgınlığı yaşanır. Ülkesinde başlattığı komünist avını, yalnızca kendi ülkesinde bir temizlik harekatı olarak sınırlanmaz. Elinin altındaki işbirlikçi iktidarları aracılığıyla, jeostaratejik ve jeopolitik açıdan (Türkiye Cumhuriyeti gibi) çok önemi bir yerde olan ülkemiz başta olmak üzere, enerji kaynakları zengin ve atıl durumda olan üçüncü dünya ülkelerinde de başlattı. İşte, ABD’de başlayan bu komünist avının yerli güncellemesi, Bayar ve Menderes iktidarının eliyle gerçekleştirilir. Bu gelişmeyi salt iktidar değişikliğine ve çok partili hayata geçişle sınırlamak, haksızlık. ABD’nin, Türkiye’de Bayar-Menderes ikilisinin iktidara getirilmesinde Sovyet dış politikasının da buna ses çıkarmayan bir sürece evrilmesinin payı büyüktür. Bu politika değişikliğinin ilk ipuçları Lenin’in iktidar döneminde saklıdır. Bu tarihi iyi ve doğru okumak gerek.

Peki bu değişiklik neyi getirmiştir?

CIA tarafından son derece iyi eğitilip hazırlanan, Rasih Nuri İleri’nin demesiyle, “Milli Emniyet Ajanları”nca büyük bir başarı gösteren süreç yaşatılmıştır Türkiye’de. TKP bütün teşkilatı ve yapılarıyla, teker teker çözdürülmüş ve ABD için çözümlenerek, çözümsüz hale getirilmiştir.

TKP, 951 Tevkifatı’yla, bütün kadrolarının; İstanbul, Ankara ve İzmir ayaklarının, iki yıllık işkenceli, tabutluklu, sorgulu tutukluluklarının ardından, çıkarıldıkları mahkemce 184 sanıklı ve 167 kişinin, yedi yıllık mahkûmiyetle sonuçlanan bu dava, vurgulayalım; TKP tarihi açısından bir fiyasko ve utançtır. TKP’nin bütün ülkedeki kadrolarını yöneten ve kararların alınıp uygulanmasını sağlayan teşkilat yönetimlerinin, bu üç il ile sınırlamış olmaları, çözülmenin “kilit taşıdır”, vesselam!

RASİH NURİ NE DİYOR?

Sevim Belli, “51 Tevkifatı’nda ifade verdi, yani, ‘konuştu’ dediğimiz tutuma girdi Enver.” diyerek, Enver Gökçe’yi suçlaması traji komik bir serzeniş. Zira, ilk gözaltına alınıp tutuklanan Enver Gökçe değildi. Ve bu tutuklamanın ardından, aynı anda, üç ilde TKP’ye yönelik operasyonda gerçekleştirilen tutuklanmaların sebebi de Enver Gökçe değil. Dahası, üç kişilik TKP Merkez Komite üyelerinden biri de Enver Gökçe değil.

Tarihe bu düzeltmeyi not düşmek kaçınılmaz bir ödevimizdi. Onu yapıyoruz. Zira, hayatını komünist bir dava için adamış ve heba etmiş bir insandan söz ediyoruz burada. Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra, TKP’nin bütün kadrolarıyla çözülmesinin asıl sebeplerine bakalım:

Rasih Nuri’nin “Ayrıca Adana, Bursa, Samsun ve Trabzon illerindeki teşkilatlarımızda tevkifat yoktur. Çünkü, partideki ajanlar bu illere nüfuz edememiştir. Ama partinin bütün önemli faaliyetleri Ankara, İstanbul ve İzmir teşkilatları kanalı ile sürdürüldüğü için 1951 Tevkifatı çok vahim neticeler doğurmuştur.” sözlerindeki bu gerçek çözülmenin ilk söküğü olmasın sakın?

Ardından, dönemin koşulları içinde sevindirici bulduğu bir sebebi de şu sözleriyle dile getiriyor:

“Fakat olayın sevindirici yanı, Aydınlar Grubu dediğimiz grup, deşifre edilemediği için, bu grup tutuklama ve yargılama dışında kaldı. 

Yani burada iki önemli soru ortaya çıkmaktadır. Neden…”

Yazılı düşündüm…

PAYLAŞMAK İÇİN

 


[1] “Kirtim kirt” bir Kastamonu iş türküsü “Kirtmen Kızı”nın kavuştağıdır. Türkü Muzaffer Sarısözen tarafından derleme gezileri sırasında Kastamonulu sanatçı İhsan Ozanoğlu’dan derlenmiştir:

Haydindi kirtmenin kızı (sunam of)
Yanağı gülden kırmızı
Gerdanında beni var (aman)
Sandım seher yıldızı

Kirtim de kirt kirtim kirt
Kirtimde kirt kirtim kirt
Kirtimde kirt kirtim kirt

Öyledir yar öyledir (sunam of)
Aşk adamı söyletir
Almış kirtimeni yanına (aman)
Bülbül gibi söyletir

Kirtim de kirt kirtim kirt
Kirtimde kirt kirtim kirt
Kirtimde kirt kirtim kirt

(Eskimiyen’in notu).

[2] Karabey Aydoğan, “Enver Gökçe ile İlk Kez…”/Ali Ekber Ataş (Derleyen) “Doğumunun 1oo. Yılında Enver Gökçe’ye Armağan.” Sayfa: 83. H2okitap, Aralık 2020, İstanbul.

[3] Orhan Yılmaz. Türkiye’nin İlk Komünistlerinden Zileli Halil Yalçınkaya. s. 23. Veni Vidi Vici Yayınevi. Zile)

[4] a.g.y. s. 31

[5] a.g.y.s. 32