Hidayet Karakuş’un şiirinde barışın güzelliği; sevginin, aşkın kadim ferahlığı, üretimin yüceliği gibi temaların varlığını izleksel olarak sürekli hissediyoruz. Fakat bu temaların işlenişi açısından onu belirleyen özelliğin hayatın bu taraflarının yaralarına dönük duyarlığının olduğunu belirtmeliyim.
CAFER YILDIRIM
gün doğuyor
sevincim akıyor dağlardan
gözlerin bekliyor beni
yalnızlığımda
gözlerin bir yığın çocuk
Hidayet Karakuş’un “Gün Doğuyor” şiirinden aldım bu bölümü. Yalın, rahat, pırıl pırıl bir anlatım egemen bu şiire. Anlatımla içeriğin bir başka tarzda kurgulanmış uyumuna da dikkat çekmek isterim. Yalnızlıktan söz ediliyor ama hüzünden ziyade umutla donanmış bir ifade.
şaire esin veren kaynakların zenginliği
Karakuş’tan yaptığım bu küçücük alıntı aslında onun bütün şiirini kapsayıcı bir özellik taşıyor. Buradan Karakuş şiirinin temel özellikleriyle ilgili belirlemelere geçebilirim sanırım.
Duygular, kavramlar, nesneler, tanıklıklar ve aslında hayatta olan biten her şey Karakuş’un şiir yazmasına gerekçe olabiliyor. Siz bunu “şaire esin veren kaynakların zenginliği” olarak da anlayabilirsiniz.
Karakuş’un şiirinde barışın güzelliği; sevginin, aşkın kadim ferahlığı, üretimin yüceliği gibi temaların varlığını izleksel olarak sürekli hissediyoruz. Fakat bu temaların işlenişi açısından onu belirleyen özelliğin hayatın bu taraflarının yaralarına dönük duyarlığının olduğunu belirtmeliyim. Alıntı yaptığım “Gün Doğuyor” şiiri mesela şu dizelerle son buluyor:
yaşamak
keskin bir sirke burukluğunda
akşamsız gün doğuyor
Buradan Karakuş şiirinin bir karakteristiğine işaret etme olanağımın da doğduğunu hissediyorum. O da şudur: Üstteki ilk iki dizenin anlamı oldukça açıktır. Fakat üçüncü dizede durum değişmektedir. Ne demektir “akşamsız gün doğuyor”? “Sirke burukluğu” bir olumsuzluğu çağrıştırmaktadır. “Akşamsız gün doğması” ise bütünüyle okurun vereceği olumlu ya da olumsuz anlama açık bir ifadedir.
toplumcu gerçekçi şiir coğrafyasında
Anlatımın yalınlığına ve duruluğuna tezat oluşturan anlam kapalılıklarına sıkça rastlıyoruz Karakuş şiirinde. Mesela “Bir Sokağın Öteki Yarısı” şiirinden aktardığım bölüme bir bakın:
kaldır başını pencerelere
öteki yarısı bir şiirin
ürperir erkekleri çekip alan
fabrikaların çelik soluğundan
musluklarda sular uyanır
“Boş Koltuktaki” şiirin son bölümü de aynı özellikleri taşımaktadır:
sular bulandı fabrikalarda
sus boruları çalıyor
cin tütsüleriyle
kendinden biliciler
intihar damarlarına
lazerle giriyor
örtülü ödeneği kepenek sanarak
Bu ve benzeri anlatımlar bize Hidayet Karakuş’un açık, anlaşılır bir dil üzerine kurduğu şiirinde muğlak, belirsiz, her okuyanın farklı yorumlar yapabileceği alanları bilinçli olarak ürettiği izlenimini vermektedir. Bu durum, şiir adına kuşkusuz olumlanması gereken bir çabadır. Ne var ki sorun şairin kendi algısıyla okurun algısının örtüşeceğine peşinen inanmasıdır. Eğer böyle olmasaydı kendi hissettiklerini okura da hissettirebilmek için daha sıkı ve anlaşılır bir şiir dili kurardı.
Hidayet Karakuş, şiirinin genel çerçevesi ve özü itibarıyla da toplumcu gerçekçi şiir coğrafyasında yer alan bir şairdir. Bu şiir anlayışına onun şiirinin birebir uyduğunu söylemem kuşkusuz mümkün değildir. Kaldı ki içinde yaşadığımız dönemde toplumcu gerçekçi olduğunu söyleyen hiçbir şairin şiiri de klasik toplumcu gerçekçi anlayışla bütünlüklü bir uyuşma içinde değildir. Fakat Hidayet Karakuş’un farkında olmadan okuru açıklıktan kapalı bir mana alanına taşıması, duru ve arı anlatımdaki ısrarı, temaları düzleminde gösterdiği geçişkenlik mahareti bakımlarından toplumcu gerçekçi şiir birikimine katkı sunduğunu, bu şiir birikimini zenginleştirdiğini düşünüyorum.
elli beş yılda elli beş şiir
Hidayet Karakuş’un ilk şiiri 1965 yılında Çağrı dergisinde çıkmış. O tarihten bugüne her yıla bir şiir ayırarak elli beş yılda elli beş şiir düşüncesiyle yayımlamış “Kül Kahvesi”ni. Bu kitapta tam elli beş şiir bulunuyor.
“Kül Kahvesi” dışında şairimizin sekiz şiir kitabı, altı romanı, iki anı ve anlatı kitabı, tam yirmi dokuz çocuk kitabı, dördü arkası yarın olmak üzere on altı tane de radyo oyunu bulunmaktadır.
Yazımı şöyle bağlamak istiyorum: Değişik türlerde de ürün veren şairler, buna kendim de dâhilim, şiir dışındaki eserlerini oluştururken acaba şiirin hayatından ne kadar çalmışlardır ya da bir başka ifade ile: Şairler şiir dışına çıkarken şiirlerine yeni kaynaklar aramak, yeni besin yolları bulmak için mi edebiyatın bambaşka sokaklarına, birbirinden farklı adreslerine uğramışlardır?