Gerçek Gurbet Hikayeleri-Yolun açık olsun ÜMİT

Güçlü insan yolculuğunu kendi tarzıyla başlatan ve bitiren insandır. O, eğitimde yaşadığı olumsuzlukları hayatının sonuna kadar sırtında bir kambur olarak taşımayı reddetti. Kendi cehenneminin içinde kaybolmak yerine hayata tekrar ümitle bakmayı seçti. Kendi yolunun ışığı yine kendisi oldu. Bu ışık başka gençlerin yolunu da aydınlattı.

 HATİCE BEKTAŞ

Gazetedeki resme baktı Ümit, gülümsedi. Yazılanları okudu. sonra katlayıp masanın üstüne koydu. İş arkadası girdi içeri. Gazeteye gözü takıldı. Gülümsedi. Tebrik etti. “Birlikte başardık,” dedi Ümit, ”sen ve ben ve bizim gibiler…”

Ümit çocuk yaşta gelmişti Danimarka’ya. Oturdukları mahallede kendileri gibi Türkiye’den, Pakistan ya da Yugoslavya’dan gelen göçmen aileler vardı. Sanki köylerini Danimarka’nın bir şehrine taşımışlardı. Tek farkı horoz sesleriyle uyanmıyorlar,dışarı çıktıklarında ayakları toprağa basmıyordu. Ne yağmurdan sonra toprak kokusunu ne de güneşin batarken gökyüzündeki renk cümbüşünü getirebilmişlerdi gelirken. Yemyeşil bir ülkeydi Danimarka, ama başı dumanlı dağları, tepeleri yoktu. Nehirlerin vahşi ihtişamını da hatıralarında saklamak zorunda kalmışlardı. Çamaşırlarını gürül gürül akan derelerde değil, apartmanların altında, deterjan ve sıcaklığın ağır kokusunun hakim olduğu büyük ortak çamaşırhanelerde yıkar, kuruturlardı. Çamaşırlar köydeki gibi mis gibi güneş kokmazdı. Sanki daha eve gelmeden kokularını da renklerini de yolda bırakıp gelirdi çamaşırlar eve. Tıpkı yaşamın bütün renklerinin anavatanda kaldığı gibi.

Ümit’in kendine olan güveni yavaş yavaş kayboluyor

Yaşadıkları çevrede fazla  Danimarkalı aile yoktu. Bazen bir gurup Danimarkali evlerin arasındaki yeşillik alanda toplanır, sabahtan akşama kadar bira içerlerdi. Ürkerdi Ümit, alışkın değildi gündüz gözüne sarhoş gezen insanlara. Hele kadınların değil sarhoş olduğunu, içki içtiklerini bile görmemişti. 

Okula başladığında birkaç cümle dışında Danca bilmiyordu. Ana sınıfına başlamıştı. Sınıf oyunlar, kitaplar, resimlerle doluydu. Ümit’in en çok sevdiği, haftada bir okul kütüphanesine gidip hem hikaye dinledikleri hem de eve götürüp okumak için ödünç kitap aldıkları kütüphane saatiydi. En çok bol resimli kitapları severdi. O gün eve gitmek için sabırsızlanırdı. Hala kitap okumayı çok sever, kitapların büyülü dünyasında kaybolmaktan büyük zevk alır.

Evde ve mahallede Türkçe konuşuyorlardı. Danimarka televizyonu seyretmiyorlar, Danimarkalı ailerle görüşmüyorlardı. Bu yüzden Danca atasözlerini, deyimleri, şarkı türküleri, örf ve adetleri tanımıyorlardı. Sınıf arkadaşlarının yaş günlerine bile her zaman katılmıyorlardı. Okul dışında öğrendikleri kavramlar mahalledeki sarhoşların yüksek sesle birbirlerine ettikleri küfürlerdi. Anlamını bilmeden onlar da kullanırdı. Bazen mahallede futbol oynarken havada uçuşurdu danca küfür sözcükleri. Kendi dillerinde yüzleri kızarmadan kullanamayacakları küfürleri Danca rahatlıkla söylerlerdi. Çünkü onlar için bu kelimelerin arkasında aile terbiyesinin kullanıldığı kendi anadilleri yoktu. 

Dördüncü sınıfa kadar derslerinde sorun yaşamadı. Veli toplantılarına babası gelirdi genelde. Ümit de tercümanlık yapardı babasına. Öğretmenlerin babasına anlattıklarının hepsini anlamazdı. Anlamadığını söylemekten çekinirdi. Anlıyormuş gibi yapıp babasının duymak istediklerini söylerdi. Babası gülümseyerek öğretmenlerine teşekkür eder, neşeyle gelirdi eve.

Dördüncü sınıfa geldiğinde dersler birden ağırlaşmıştı. Hikayeler daha uzundu, bilmediği bir çok kelime vardı içlerinde. Kelimelerin arkasında saklı olan anlamları kavrayamazdı. Bu yüzden derslerin içeriğini anlamak ve sorulara cevap vermek zorlaşmıştı.  Matematik derslerinde bile bilmediği kelimeler dersleri anlamasına engel oluyordu. Çoğu kez ders yapıyormuş gibi yapardı. Her derste defalarca parmak kaldırıp ben anlamadım demek istemezdi. Kendine olan güveni yavaş yavaş kayboluyordu. Arkadaşlarının onun aptal olduğunu düşünmesini istemediği için derste hemen hemen hiç parmak kaldırmazdı. Arkadaşlarından önce o zaten kendini aptal hissetmeye başlamıştı anlamadıkları çoğaldıkça. 

koca bir kayayı tam tepeye çıkarmışken

Bir gün öğretmeni veli görüşmesine tercüman davet etmişti. Babası eve geldiğinde çok sinirliydi. Derslerinde eskisi kadar başarılı olmadığını, ödevlerine gereken özeni göstermediğini anlatmıştı öğretmenleri. Bazen de arkadaşlarıyla kavga ettiğini söylemişlerdi. Bu en kötüsüydü. Yaramaz bir çocuk başarısız bir çocuktan daha fenaydı. Ama o arkadaşlarıyla konuşarak iletişim kuramadığında kavga ederdi. Kendini yalnız hissettiğinde ya da arkadaşları beslenme çantası ya da süpermarketten alınan kıyafetleriyle dalga geçtiklerinde çaresizliğinin tepkisiydi kavgaları. Anlamını bilmeden ettiği küfürlerin yarattığı etkiyi her zaman kavrayamıyordu.

Hiç bir zaman kazanamayacağını düşünse bile her seferinde tekrar gayret ediyordu.

Bir tokat attı babası. Daha önce de tokat atmıştı, ama bu tokat en kötüsüydü. Çünkü babası nedenini sormamıştı. Tembellik yaptığını düşünmüştü. Aslında sorsalar öğretmenleri ya da babası, anlatırdı dersleri anlamadığını. Tembellikten değildi başarısızlığı. Her seferinde gereken gayreti gösteriyordu, ama tam anladığını düşündüğü anda yepyeni başka bir kelime ya da konu çıkıyordu karşısına. Koca bir kayayı çabalarıyla tam tepeye çıkarmışken birden kaya tekrar aşağılara yuvarlanıyor hissine kapılıyordu her seferinde. Ümit kayayı tepeye çıkarmak için yeniden inişe geçiyordu. Hiç bir zaman kazanamayacağını düşünse bile her seferinde tekrar gayret ediyordu. Ama nafile. Çok kızdı babasının sormadan yargılamasına. Odasına girdi, kapısını kilitledi.  Babası tehditler savurdu odanın kapısını açması için. Ama nedenini sormak hiç aklına gelmedi. Öğretmenleri de sormamıştı neden derslerini yapamadığını. Konuyu anlayıp anlamadığını merak etmemişlerdi. Aptal ve tembel olarak algılamışlardı, sormadan, ona anlatması için fırsat vermeden. Babası da onların dediklerine inanmış, tokat atmıştı ona. 

bir kez sadece bir kez o sihirli kelimeyi kullansın diye

Kırılan gururu onu hırçın bir öğrenci yapmıştı. Öğretmenlerine ters yanıtlar veriyor, verilen ödevleri artık yapmak istemiyordu. Her geçen gün daha da geride kaldı sınıf arkadaşlarından. Artık tembel bir öğrenciydi. Derslerinden geride kaldıkca okula gitmeyi istemez oldu. Bazen dışarlarda boş boş dolaşır, eve gitme saati gelince okuldan geliyormuş gibi gelirdi eve. Babası devamsızlığını öğrenince bir tokat daha attı. Ama Ümit artık koca bir delikanlıydı ve babasının tehditlerine de tokatlarına da karşı gelebiliyordu. Babası sormadıkça anlatmıyor, sorması için içinden yalvarıyordu. Bir kez, sadece bir kez o sihirli kelimeyi kullansın diye baktı babasının yüzüne, “neden” demesini bekledi. Babası demedi.  İlk kez kızgın horoz gibi diklendi babasına. Babası geri adım atmayınca annesi girmişti araya, ikisini de yatıştırmıştı. Bu Ümit’in ilk kırılma noktası olmuştu. İyi bir öğrenci olmak, derslerinde başarılı olmak önemli değildi artık. Onu kimsenin önemsemediğini düşündü. O da kendini önemsemekten vazgeçti.

Bir gün polislerle gelmişti eve, süpermarkette şeker çalarken yakalanmıştı. Babasının yüzündeki ifade öcünü aldığını anlatmıştı Ümit’e. Ama annesinin çaresiz bakışları suçluluk hissetmesine ve kendinden utanmasına yetmişti. Bir daha böyle bir hata yapmayacağına dair söz verdi kendine. 

Dokuzuncu sınıfı çok vasat notlarla bitirdi. Ablasının okumasına sıcak bakmayan aile Ümit’in iyi bir eğitim almasını, doktor, avukat ya da mühendis olmasını istiyordu. Temel eğitimi bitirme notlarını gören babasının gözlerindeki hayal kırıklığıyla karışık küçümsemeyi görünce daha çok kızmış, daha da öfkelenmişti. Notları  liseye devam etmeye değil ancak bir meslek okuluna girmeye yetiyordu. Okul danışmanlarının da yardımıyla duvar ustası olmaya karar vermişti. Babası çok gülmüştü duvar örmeyi öğrenmek için yaklaşık dört yıl okula gitmesi gerektiğini duyunca.

Vasıfsız işçiye ihtiyaç azaldıkca Ümit gibilerin iş bulması zorlaşıyordu.

İlk altı aylık temel kurslardan sonra bir ustanın yanında staj yapabileceği bir firma bulması gerekiyordu. Tanıdığı firma sahibi bir Danimarkalı yoktu. Okulda öğretmenlerinin yardımıyla bir kaç firmaya başvuruda bulunsa da ismi yabancı kökenli olunca hiç bir firma ona staj için fırsat vermeye yanaşmamıştı. Staj yeri olmadan eğitimine devam etmesi imkansızdı. Çaresiz eğitimini bırakıp bir süre işsiz gezdi. Devlet ona harçlığını verse bile işsiz gezmek daha da ağırına gitti. Kendini işe yaramaz hissediyor, kendini işe yaramaz hissettikçe hayata küsüyor, hayata küstükçe herşey anlamını yitiriyordu.   

Bazı Türkler yavaş yavaş işçilikten kurtulmanın yollarını ararken pizza dükkanları açmıştı. Ümit’in arkadaşlarından birisinin babasıydı ilk pizza dükkanını açan. Telefonda sipariş alacak iyi danca bilen birine ihtiyaç hissedince Ümit’e iş vermişti. Uzun zaman çalıştı Ümit orada, pizza yapmayı öğrendi.

vasıfsız işçiye ihtiyaç azaldıkça

Ailesi evlenme çağına geldiğini düşünüyordu. Henüz kendi hayatını düzene koymadan evlenmek aklından geçmiyordu. Ama eve Danimarkalı gelin getireceğinden korkan ailesi evlenmesi konusunda ısrar edince fazla itiraz etmedi. Bir süre birlikte oturma fikri de cazip geldi. Ailesinin uygun gördüğü ve beğendiği kızla evlendi bir yaz tatilinde. 

Türkiye’den bir akraba kızı olan karısı Danimarka’ya geldikten kısa bir süre sonra ablasının çalıştığı iş yerinde işe başladı. Daha önce aileyle birlikte oturmuslardı, ama ikinci çocukları olduğunda bir daire kiraladılar ve taşındılar. Ümit öğleden sonra çalışıyor, sabah geç saatlere kadar uyuyordu. Normal bir aile hayatları yoktu. Bir fabrikaya işe girip daha düzenli bir aile hayatı kurmak istese de iş bulmak kolay değildi. Yabancı kökenli gençler arasında işsizlik oranı Danimarkalılar arasındaki işsizlik oranına göre en az beş kat daha fazlaydı. Vasıfsız işçiye ihtiyaç azaldıkca Ümit gibilerin iş bulması zorlaşıyordu.

Yaşadığı düzensiz hayat sağlığını da olumsuz etkilemişti. Hergün ağrılarla uyanıyordu. Sabahları uyandığında ayaklarının üzerine basabilmek için bile olağanüstü bir gayret sarfediyordu. Öğünleri düzensizdi. Eve geldiğinde karısının yaptığı yemekleri yemeye bile gücünün olmadığını hissediyordu çoğu zaman. Enerji toplamak için tükettigi şekerli gıdalar sağlığını ciddi bir şekilde tehdit ediyordu. Yirmili yaşların ortasında kendini çok yaşlı hissediyor ve hayatının sanki başlamadan bittiğini düşünüyordu. Belki kendi iş yeri olursa daha iyi çalışma şartları olabilir diye düşünerek kendi adına bir pizza dükkanı açtı. Büyük heveslerle açtığı iş yerinden kazandığı para tatmin edici olsa bile sorumlulukları çoğalmış, sorunlar farklılaşmıştı. Şimdi sadece fiziksel yorgunluk değil alışveriş, işçi, vergi gibi daha başka sorunlar da eklenmişti sorumluluklarına. Sorumluluklar çoğaldıkça sinirli bir insan oluyordu. En çok da çocuklarına ayıramadığı zamana üzülüyor, daha da hırçınlaşıyordu. Sabah kalktığında çocuklar çoktan okullarına gitmiş, eve geldiğinde yataklarında uyuyor oluyorlardı. Haftada bir gün kendine izin veriyordu çocuklarıyla birlikte olabilmek için. O zaman da işleri merak ediyor, işçilerin hata yapmasından korkarak huzursuz oluyordu. Çocuklarının veli toplantılarına katılamıyor, derslerine yardımcı olamıyordu . 

hayal kurmayı unuttuğunu farkettiği bir anda

Danimarka’da okumanın yaşı yok diyerek yetişkinler için açılmış olan okula başladı bir gün. Haftada üç gün temel eğitimde önemli olan dersleri almaya başladı. Öğlene kadar okula gidiyor, sonra da pizza dükkanında çalışmaya. Çok yoruluyordu ama kendine ve hayallerine ayırdığı zaman ona farklı bir enerji katıyordu. Kendine güvenini yavaş yavaş tekrar kazanıyor, üniversitede okuyacağı günlerin hayalini kuruyordu. Nihayet hayatı geç de olsa yeniden başlamıştı. 

Hayal kurmayı unuttuğunu farkettiği bir anda karar vermişti buna. Hayal kurmadan, kendisi ve ailesi için daha iyisini dilemeden yaşamanın çok daha yorucu olacağını anladığı gün hayatının akışını değiştirmişti. Çocukları için biriktireceği paranın ya da Türkiye’de alacağı evlerin, çocuklarına örnek bir hayat sunmanın yanında ne kadar değersiz olduğunu anlamıştı. 

Temel eğitim derslerinden sonra lise derslerini almaya başlamıştı. Öğrendikce daha çok öğrenmek istiyor, başardıkca hedeflerini yükseklere çekiyordu. Hedeflerine ulaştıkca kendine olan güveni tazeleniyor, kendine güvendikçe daha fazla hırslanıyordu. Arkadaşlarının ve çevresindekilerin alaylı imalarına aldırmıyordu. Bu yaştan sonra da mühendis olunabileceğini göstermek istiyordu onlara. Ama en önemlisi kendini kendine kanıtlamak istiyordu. Tembelliğinden değildi temel eğitimdeki başarısızlığı. Mühendislik eğitimi alırken staj yaptığı şirket iş ahlakından ve yaptığı projelerden etkilenmiş ve okul bitiminde işinin hazır olduğunu söylemişti. Bunu duydugu gün  bildiği en güzel şarkıları söylemişti kah içinden kah yüksek sesle, bütün gün . Eve gelince eşiyle halay çekmişlerdi salonun orta yerinde. 

Mezuniyet töreninde ailesinin, özellikle babasının gözündeki ışıltı her şeyi unutmasına yetmişti. Babası tanımadığı bir ülkede ayakta kalmayı başarmıştı. İyi bir baba olmak istemişti, hatalarının sebebi bilmedikleriydi. O babasının hatalarını tekrarlamayacaktı. Mutlaka o da hata yapacaktı ama o hata kendi hatası olacaktı. Kendi tecrübeleriyle yetiştirecekti çocuklarını. 

Mühendis olarak işe başladıktan bir süre sonra yanına bir stajyer üniversite öğrencisi gelmişti. O da kendisi gibi yabancı kökenliydi. Sohbetlerinde yabancı kökenli gençlerin kariyer yaparken karşılaştıkları sorunları konuştular. Yeteneklerinin keşfedilmesine ihtiyaç duyan gençlerin karşılarına çıkan önyargıları yenmek için verdikleri mücadelelerden bahsettiler. 

gururla karışık bir gülümsemeyle

Danimarka sivil toplum kuruluşları konusunda oldukça ileri bir ülkeydi. Bundan yola çıkarak bu gençlere nasıl yardımcı olabileceklerini konuştular, çözümler aradılar. “Yeni Danimarkalılar” isimli bir dernek kurdular. Artık yabancı olarak algılanmak istemediklerini, toplumun bir parçası olmaya aday olduklarının sinyallerini veriyordu derneğin ismi ve yapmak istedikleri.

Yaşamın zorluklarını akıl ve bilinç yoluyla yenen ve kendi çizgisini çizmekte direnen insanları Albert Camus “Yaşamın Kahramanları” olarak tanımlar.

 Yetenekli ve becerikli öğrencilerle işyerleri arasında bir köprü kurdular. Hem zanaat öğreten meslek okulları hem de üniversite öğrencilerine staj yapma ve iş bulma konusunda yardımcı olacak çeşitli projeler ürettiler. Bu sayede yüzlerce başarılı öğrencinin staj yapabileceği ya da kariyerini devam ettirebileceği firmalarla buluşmalarını sağladılar. Gençlerin işyerlerinin beklentilerini anlamalarına yardımcı olacak kurslar düzenlediler. 

En önemli projeleri de firmaların kendi bünyelerinde üniversitede okuyan, özellikle yabancı kökenli gençler için başlattıkları öğrenci işçi kontenjanları oldu. Bu proje sayesinde bir çok genç yetenek, hayallerini gerçekleştirme fırsatı buldu. Onlarcası ulusarası şirketlerde çalışma olanağı yakaladı.  Hükümet tarafından da desteklenen bu proje, İşverenler Derneğinden entegrasyona en iyi katkıyı sağlayan proje ödülü aldı. Projenin kalıcı bir atılım olması için çalışmalar başlatıldı. Ümit bu projenin mimarı olarak onur ödülüne layık görülmüştü. Gazetenin yaptığı röportaj yayınlanmıştı bugün. Yüzünde gururla karışık bir gülümsemeyle dolaştı bütün gün.   

Yaşamın zorluklarını akıl ve bilinç yoluyla yenen ve kendi çizgisini çizmekte direnen insanları Albert Camus “Yaşamın Kahramanları” olarak tanımlar. Güçlü insan zorlu yolculuğunu kendi tarzıyla başlatan ve bitiren insandır. Ümit temel eğitimde yaşadığı olumsuzlukları hayatının sonuna kadar sırtında bir kambur olarak taşımayı reddetti.  Kendi cehenneminin içinde kaybolmak yerine hayata tekrar ümitle bakmayı seçti. Kendi yolunun ışığı kendisi oldu. Bu ışık başka gençlerin yolunu da aydınlattı.

Yolun açık olsun Ümit,

Başarmayı istemek başarının ilk adımıdır.

PAYLAŞMAK İÇİN