Edebiyat dünyasından cuk oturan dedikodular

Yazdıklarının içinde aforizma olan da var, olmayan da. Ama hepsinin ortak noktası “cuk” oturması. 400’ü aşkın edebiyatçıdan fıkra gibi anıların yer aldığı Dedikodu Kitabı’nın yazarı Günel Altıntaş, “Cuk sözcüğünü aforizma sözcüğü yerine öneriyorum” diyor, “cuk oturuyor!”

BEYAZIT KAHRAMAN

İnsanlar birbirleri hakkında konuşurlar. Edebiyatçılar da… Çünkü edebiyatçılar da insandır. Bu konuşmalar olumlu ya da olumsuz değerlendirmeler olabilir. Olumsuz değerlendirmeleri o kişinin yüzüne söylemek zordur; ilişkiler bozulabilir. Bu nedenle, bir kişi hakkındaki olumsuz değerlendirmelerimizi genellikle o kişinin yokluğunda başkalarına yaparız yani onu çekiştiririz. Bu tür çekiştirmelere dedikodu deniyor. Bizim edebiyat tarihimiz bu tür çekiştirmelerle doludur. Birçok edebiyatçımız, kendi dönemlerinde yaşadıklarını, izlenimlerini, başka edebiyatçılar hakkındaki değerlendirmelerini yazdılar, yayımladılar. Bu tür anı kitapları hep ilgimi çekmiştir.

Herkesin ilgisini çekecek dedikodular

Türk edebiyatının en ilginç simalarından biri olan Günel Altıntaş da kendi tanıklıklarını “Dedikodu Kitabı” adını verdiği anılarında toplamış. Bu, daha önce okuduklarımdan da ilginçti. Bazı edebiyatçılarımızın edebiyat anılarından biraz farklı bir anlatımla dile getirilen anılar, herkesin ilgisini çekecek değer ve önemde. Bu ilginç anıların ayrıntısına girmek için Günel Altıntaş’ın ağzını yokladım.

Kitap Fuarında Abdullah Nefes’in imza gününde. Aydan Ay, Abdullah Nefes, Günel altıntaş, Beyazıt Kahraman.

– Sayın Altıntaş, edebiyat dünyamızdaki tanıklıklarınızın ve edebiyatçılarımızla tanışıklıklığınızın boyutlarını öğrenmek için soruyorum; edebiyat ortamına girişiniz ne zaman ve nasıl oldu? Bugüne kadar tanıdığınız edebiyatçılarımızın sayısı ne kadardır?

– İlk şiirim 1959 Varlık Yıllığı’nda çıktı. Babam Ödemiş’te avukattı. Demir Özlü’nün babası Sabih Bey de hem avukat hem de ortaokulda Yurttaşlık Bilgisi öğretmenimdi. Yeni Ufuklar dergisinde karşılaştığım Demir Özlü’ye bunları söyleyince bana sahip çıktı. O zamanlar sanatçılar, daha çok, Baylan Pastanesi’nde toplanıyorlar, oradan meyhanelere gidiyorlardı. Ben de Demir Özlü’yle birlikte gittiğim için çoğuyla öyle tanıştım.

Bugüne kadar tanıştığım edebiyatçıların 400 kadarının kitabımda adı geçiyor. Adını anmadıklarımı da sayarsam, 500’ü bulur herhalde.

Hurda fiyatına satılan kitaplar

– Bir ara yayıncılık da yapmışsınız. Bunu özetler misiniz?

– Basın İlan Kurumu’nda çalışıyordum. Bizi, sendikaya üye olduğumuz için attılar. Aldığım tazminatla yayınevi kurmaya karar vermiştim. Bunu Mehmet Kemal’e söylediğim zaman, “Benim 12 Mart, Öfkeli Generaller ve İşkence adlı kitabımı bas. Para da istemiyorum” dedi. Bastım. 6.000 kitap iki ayda tükendi. Sonra Demir Özlü’nün Öteki Günler Gibi Bir Gün, Orhan Duru’nun Ağır İşçiler ve Dünya Batıyor mu?,  yine Mehmet Kemal’in Sürgün Alayı gibi kitaplarını bastım. Yürümedi. Yayınevini nasıl kurtarırım diye düşünürken, kız tavlama konusunda bir kitabın satacağını düşündüm ve Garantili Kız Tavlama Yolları adlı bir kitap hazırladım. Tanıdığım, tanımadığım karikatüristlerden karikatür istedim. Hiçbiri beni kırmadı. Soyut Yayınevi olarak çıkardığım bütün kitapları hurda fiyatına sattım. Garantili Kız Tavlama Yolları’nı Seçme Kitaplar Yayınevi’nin ilk kitabı olarak bastım. Şunları öğrendim: 1) Evlilikte ilk gece derseniz, cinsel kitap satıyor. İkinci geceyi kimse merak etmiyor. 2) Çoğu kitapçı cinsel kitap satmayı ayıp sayıyor, tezgâhına koymuyor. 3) Halk yayıncısını da, yazarını da pezevenk olarak görüyor.

– Bu kitabınız genelde edebiyat anılarından oluşuyor fakat siz bunu “Dedikodu Kitabı” olarak adlandırmışsınız. Neden?

– Sizin de belirttiğiniz gibi, genelde edebiyat anılarından oluşuyor. Edebiyatçıların edebiyatla ilgili olmayan olaylarından da söz ediliyor. Nâzım’ın Piraye’ye olan aşkına karşın niçin Münevver’le birlikte olduğu sorusuna Memet Fuat’ın verdiği cevap gibi…

– Türkçe Sözlük’te dedikodu maddesi, “Bir kimseyi çekiştirmeye, kınamaya yönelik söylenti; birini çekiştirmek…” olarak açıklanmış. Anladığım kadarıyla, sözü edilen kişinin beğenilmeyen, onaylanmayan, olumsuz bulunan davranışları, bilinmeyen özellikleri onun yokluğunda bir başkasına anlatılınca dedikodu niteliğine bürünüyor. Sizin anlattıklarınız da tam olarak bu tanıma uyuyor mu?

– Sorunuzda “Anladığım kadarıyla sözü edilen kişinin (…) bilinmeyen özellikleri onun yokluğunda bir başkasına anlatılınca dedikodu niteliğine bürünüyor” diyorsunuz. Bu tanıma uyuyor. Çekiştirme, kınama tanımlarına pek uymaz. Herhalde bundan olacak, Ataol Behramoğlu da kitabım için yazdığı tanıtma yazınına “İyi Yürekli Anılar” başlığını koymuştu.

Günel’in yazılacak tarafı

– Dedikodu kavramını ben, “demek” ve “komak” eylemlerinden türetilmiş bileşik bir sözcük olarak biliyorum. Halkımızın sözcük türetme gücünün güzel bir örneği. Bir kişi hakkında, onun yokluğunda, onun aleyhinde, başkalarına yapılan değerlendirmeler “arkasından konuşmak” deyimiyle de örtüşüyor. “Bir kişinin arkasından konuşmak” eyleminde “kanıtlamak” yoktur. Kanıtlamadan ya da kanıtlamaya gerek duyulmadan yapılan söylemler dedikodu niteliğine kavuşuyor sanırım. Sizin anlattıklarınızın bundan farkı nedir?

– Fark şurada: Benim anlattıklarım benim tanığı olduğum, içinde yaşadığım olaylardır. “Garazsız” yazılmıştır. Zaten hemen hemen hepsi sevdiğim, saydığım insanlardır. Hem ben size bir şey söyleyeyim mi? Ben bir insanın yüzüne söyleyemeyeceğim lâfı arkasından söylemem. Muzaffer Buyrukçu, Duran Karaca’nın sergisini anlattığı bir “Günlük”ünde ikide bir “Günel’in kahkahası duyuldu” diye yazmıştı da, Cemal bana, “Günel’in yazılacak tarafı kahkahası değildir ki, mertliğidir” demişti.

Günel Altıntaş, Muzaffer Buyrukçu, Nurer Uğurlu, Talat Kılıç, Halil İbrahim Bahar, Refik Durbaş Kumkapı’da.

– Başkalarının arkasından konuşmayan bir insan var mıdır? Edebiyatçılar arasında da durum aynı mı?

– Sanatçının anasına küfret, eserini kötüleme!

– Edebiyatçılarımızın birbirlerinin arkasından konuşmalarının asıl nedeni ne olabilir? Kıskançlık, rekabet, üstünlük duygusu, çekememezlik, gözden düşürme çabası, hırs, görüş ayrılıkları dedikodularımızın nedeni olabilir mi? Sizin anlattıklarınız arasında bunun örnekleri var mı?

– Benim kitabımda Fahir Onger’in çok eski ve yakın arkadaşı Behçet Necatigil için yazdıkları bunun örneklerinden biridir. Bu örnekteki neden, görüş ayrılığıdır.

Edebiyatımızın tuzu biberi

– Edebiyatçılarımızın birbirlerini çekiştirmelerinin edebiyatımıza bir katkısı olmuş mudur?

– Edebiyatın tuzu, biberidir bunlar. Sanatçı zaten muhalif insandır. Dört yaşındayken benim gözüme makas battı. Kendi kendimle “iyiyi, güzeli, doğruyu gören gözüm kör oldu” diye dalga geçiyorum bazen.

– Bir edebiyatçının edebiyat dünyasındaki izlenimlerini, anılarını okuyup öğrenmek edebiyat okurlarına ne kazandırır?

– Onu insan olarak tanımasını sağlar. Eserini okuduğun zaman, onun gösterdiği yere; ama anılarını, izlenimlerini okuduğun zaman kendisine bakmış olursun.

Cemal Süreya, Günel Altıntaş, Eray Canberk.
Günel Altıntaş Cemal Süreya ile.

– Cumhuriyet gazetesinin Ciddiyet sayfasındaki “CUK” köşesinde yayımlanan yazılarınız arasında da cuk oturan dedikodulara yer veriyor musunuz?

– Ben başlangıçta Değinmeler başlığı altında yayımlıyordum yazdıklarımı. Bir ara “inci’l” diyeyim istedim. Eleştiri de içerdiği için Âsım Bezirci, “değinmeler değil, dokundurmalar onlar” derdi zaman zaman. Aforizma, özdeyiş, motto gibi sözcükler benim yazdıklarımı pek karşılamıyor. Benim yazdıklarımın içinde aforizma olan da var, olmayan da. Ama hepsinin ortak noktası cuk oturmasıdır. Cuk sözcüğünü aforizma sözcüğü yerine öneriyorum, cuk oturuyor!

Uygun düşerse, neden yer vermeyeyim?


70’lerin ünlü edebiyat dergisi Soyut’u 10 yıl yöneten Günel Altıntaş’ın, edebiyatçılar arasındaki dedikodusal ilişkiyi ele alan fıkra tadındaki anılarından oluşan kitapta adı geçen 400’den sanatçıdan bazıları şunlar:

Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ruhi Su, Cemal Süreya, Behçet Necatigil, Memet Fuat, Ahmet Arif, Duran Karaca, Muzaffer Buyrukçu, Vedat Günyol, Demir Özlü, İsmat Zeki Eyüboğlu, Fahir Onger, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Burhan Günel, Eray Canberk, Orhan Kemal, İsmet Bozdağ, Sait Maden, Selahattin Hilav, Leyla Erbil, Ümit Yaşar Oğuzcan, Burhan Uygur, Mehmet Seyda, Doğan Hızlan, Ece Ayhan, Orhan Apaydın, Tan, Ferruh, Abbas Sayar, Cengiz Tuncer…