Her şairin bir istanbul’u var

Yahya Kemal, Nedim’in İstanbul övgüsündeki abartı ve aşırılıkları ayıklar, benzer duyguları gerçekçi ve inandırıcı bir anlatımla ortaya koyar. Fikret’in söyleminin yaralayıcı şiddeti Yahya Kemal’in İstanbul duyarlığı açısından ancak “beddua” kavramında tanımını bulabilir. Fakat Yahya Kemal, Mütareke döneminin gerçekliğini anlatırken “sis” mecazında Fikret’le ortaklaşmaktan da kaçınamaz

CAFER YILDIRIM

Nedim’in İbrahim Paşa için yazdığı kasidenin giriş bölümünde yer alan, birçok beyti lise öğreniminden geçmiş herkesin belleğine kazınmış o ünlü şiirde, İstanbul eşsiz, ender bir coğrafya olarak tanımlanır. O denli eşsiz ve enderdir ki “bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır”.

İstanbul’a biçilen değer ve bu değeri dillendiriş tarzında kaside geleneğinin abartı payı bulunmaktadır kuşkusuz. Fakat Nedim gerçek bir İstanbul severdir ve abartısı da onun İstanbul’la ilgili duygu gerçekliğinin bir yansımasıdır. Nedim, İstanbul’u öncelikle sunduğu doğal güzellikler nedeniyle sever:

“Güzel cennet onun altında mı, üstünde midir? Doğrusu bu ne hal, bu ne hoş su ve havadır
Her bahçesi bir güzellik çimenliği, her köşesi bir feyiz ve safa meclisidir.”

 Bu baş döndürücü doğal görkem gündelik yaşamın pratik gereksinimlerini karşılayan başka özelliklerle birleşir:

“Orada herkes muradına erişir, onun için dergâhları dilekçiler sığınağıdır.
Çarşılarında bilgi kumaşı satılır, onun hüner pazarı bilim ve bilgin madenidir.
Camilerinin her biri Tanrının göründüğü bir dağdır, oradaki dua mihrabı melek kaşıdır.
Mescitlerinin her biri bir ışıklar denizidir, kandilleri ay gibi ışıkla doludur.
Çeşmeleri insana ruh vermekte, hamamları cana safa, bedene şifadır.
Bütün halkının tutumları beğenilmiş ve makbuldür, derler ki:
‘Güzeli biraz merhametsiz ve vefasızdır.’”

Nedim İstanbul’u eşsiz, ender bir coğrafya olarak tanımlar. O denli eşsiz ve enderdir ki “bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır”.

Görünen odur ki Nedim’in İstanbul’una ait ne varsa o iyilerin en iyisidir. Sadece dilberleri biraz sorunludur, o kadar.

Hiçbir gündelik gaile ile örselenmemiş bir ruh şenliği ve inceliğiyle, böylesi bir ruhun gereksinim duyabileceği sosyal yaşamı Nedim’e yine İstanbul sunmaktadır:

“Her köşesi bir feyiz ve safa meclisidir.”

“Feyzabat, Sad’abat, laleler, güller ve nazlı, narin sevgililer. Sevgililerin endamlarının gölgesinde yudumlanan kadehler ve gazelhanların adanmış sesleri…” Nedim’in İstanbul sevgisinin ana kaynaklarından birisi şairin coşkulu ve şen ruhunun karşılık bulduğu eğlence yaşamıdır. Bu yaşamı doğal estetiğiyle zenginleştiren şehir, Nedim için tam anlamıyla bir ayrıcalık mekânıdır. Bu bakımlardan Nedim’in İstanbul algısı oldukça pratiktir. Gündelik yaşamın pratik bilinci ve gereksinimleriyle belirlenmiştir. Tarihsel bir bilincin ve kavrayışın izlerini taşımaz. Geçmişten geleceğe bırakılmış bir armağana yönelik tarihsel bir sahiplenme duygusunu da içermez.

Fikret’in İstanbul’u

Tevfik Fikret, İstanbul kavrayışıyla Nedim’in bütünüyle karşısında yer alır. Fikret’in İstanbul’u tarihsel-siyasal bir okumanın ve anlamlandırmanın karşılığıdır. Sis’le mecazlanan şehir, aynı adlı şiirde arınmış bir ahlak ve yüksek bir sorumluluk duygusuyla sorgulanır. Fikret, İstanbul’u “sis”le etiketlerken gerçekte imparatorluğun işleyiş düzenini hedef alır. Sis kötü ve kara bir dönemin temsiliyken, bu kötü ve kara dönemin mekânı İstanbul da sürdürülen düzenin, düzen anlayışının, sonuçta bir rejimin anlatımını karşılayan bir rumuzdur.

Tevfik Fikret, Sis’te İstanbul’u teşhis sanatı üzerinden kişileştirip karşısına alır. Şiir boyunca artık sürekli olarak ona hitap halinde bir konum edinir. Bu hitaplarda bütün öfkesini, kızgınlıklarını, nefret ve hırçınlığını sebepleriyle birlikte dile getirir. İstanbul, kötülük üretimi bakımından tarihsel bir süreklilik arz eden yönetimlerin karşılığıdır. Aynı zamanda bir kötülük üretim mekânıdır. Sonuçta İstanbul, Sis’te faille onun yurt edindiği mekânın bütünleştiği bir metafor olarak çıkar karşımıza.

Kötülük üreten yönetimin ve onun kurduğu rejimin halka sunduğu değerlerden şairin lanetine uğrayanların listesi epeyce de uzundur. Fikret’in İstanbul’u “zulümler yurdu, zulümler alanı, parlak sahne, gösterişin beşiği, en kanlı sevgileri büyüten kitle, köhne Bizans, koca bunak büyücü, bin kocadan arta kalan el değmemiş dul, zerrelerinde ikiyüzlülük-kıskançlık çıkarcılık, dünya orospusu, yaşayan efsane, boş vaat, hakkın sürüldüğü adalet mekânı ve sansürdür.

Fikret’in İstanbul’u tarihsel-siyasal bir okumanın ve anlamlandırmanın karşılığıdır. Sis’le mecazlanan şehir, aynı adlı şiirde arınmış bir ahlak ve yüksek bir sorumluluk duygusuyla sorgulanır.

Fikret, Sis’te İstanbul’un karanlık, kasvetli bir dönemini, bu dönemin sorumlusu olarak gördüğü yönetici elitleri, aristokrasiyi hedef tahtasına koymakla yetinmez. Kaleleri, burçları, surları, yıkıntı ve Tanrı’ya yalvaran sıradan insanlarıyla da İstanbul onun için bir rahatsızlık kaynağıdır. Her olay, her olgu, her değer ve duruş bir facia halini almıştır ve İstanbul, bütün cepheleriyle amansız bir çürümeyi yaşarken aynı zamanda bütün değerleri de çürüten: bir gerçekliktir.

“Mavi gözlerinle ne munis görünürsün!
Munis fakat ne kirli kadınlar gibi munis:
Üstünde coşan ağlamaların hepsine karşı hissiz.
Daha kurulurken bir hıyanet eli
Temeline lanetin zehirli suyunu katmış gibi!
Zerrelerinde, hep riya kiri dalgalanır,
İçlerinde bir saflık zerresi bulamazsın.
Hep riya kiri, haset kiri, menfaatçilik kiri:
Yalnız bu… ve yükselme umudu yalnız bunun.
Milyonla barındırdığın cesetler arasında
Parlak ve parlak kaç alın vardır?
(Günümüz Türkçesine aktaran Ahmet Muhip Dıranas).

Yahya Kemal’de İstanbul sevgisi tarihsel bir duyarlık ve kültürel övünçle zenginleşir

Yahya Kemal, Nedim’in İstanbul övgüsündeki abartı ve aşırılıkları ayıklar, benzer duyguları gerçekçi ve inandırıcı bir anlatımla ortaya koyar. Yahya Kemal’le birlikte İstanbul; var olan, içinde yaşanan somut bir şehir, İstanbul sevgisi de daha sahici bir duygu karakteri kazanır.

Nedim gibi o da şehrin coğrafyasına tutkundur. Bu coğrafyaya ait mevsimler, iklimler, bu coğrafyanın sahip olduğu doğasal çekicilik Yahya Kemal için de bağlılık duygusunu oluşturan önemli bir etmendir:

“Dün Fenerbahçe’de gördüm,
İri bir zümrüt içindeydi bahar…”
(Fenerbahçe şiirinden)

 “Suyu ürpertiyor çıkan rüzgâr,
Şimdi sahil boyunca Maltepe’yi
Köpüren mavi dalgalar yalıyor.”
(Maltepe şiirinden)

İstanbul’un birçok semtiyle ilgili şiirler yazması, bir yönüyle de şairin şehre ne denli derin bir mekân duygusuyla bağlı olduğunun tanıtıdır. Nedim’de olduğu gibi Yahya Kemal’de de bu mekânın görkemi sevgiliyle tamamlanıp eğlenceyle taçlanır:

“Bu büyük zümrütte
Varsa her aşkın bir hatırası,
Varsa her sevgili, her sevdalı,
Varsa engin geceler, gündüzler,
Bu derin zümrütte
Biz de cananla beraber varız.”
(Fenerbahçe şiirinden)

“Bir saltanat iklimine benzer bu şehirde,
Hülya gibi engin gecelerde,
Yıldızlara karşı,
Cananla beraber,
Allah içecek sıhhati bahşetse…
Bu kâfi ..!”
(İstanbul Ufuktaydı şiirinden)

 Yahya Kemal’in Nedim’le mekân – canan – eğlence boyutunda koşutluk gösteren duyarlığı bu noktadan sonra farklılaşır. O İstanbul’u tarihsel bir miras ve Türk’ün emeğinin de çokça geçtiği kültürel bir değer olarak da kucaklar. Nedim’le benzerlik gösteren coğrafi, sosyal kaynaklı İstanbul sevgisi tarihsel bir duyarlık ve kültürel övünçle zenginleşerek entelektüel bir içerik kazanır:

“Ve seslenir büyük Itrî, semayı örten ruh,
Peşinde dalgalanır bestesiyle Seyyid Nuh,
O mutlu devrede Itrî’ye en yakın bir dost
Işıklı danteleler bestekârı Hafız Post…
Bu neslin ortada dâhicedir başardığı iş,
Vatan nasıl karışır mûsıkıyle, göstermiş.

 Bu yaz kemençeyi bir dinledinse Kanlıca’da,
Baharda bir gece tanbûru dinle Çamlıca’da.
Bu sazların duyulur her telinde sade vatan,
Sihirli rüzgâr eser daima bu topraktan.”
(Eski Mûsıkî)

Yahya Kemal’i Fikret’le mütarekede buluşturan sis

Vatan duygusunun kültürel edimler üzerinden yüceltilmesi, toprağın ve iklimin kültürel içerikli bir bağlılık ve mutluluk duygusuyla kucaklanması Yahya Kemal’in İstanbul algısını önemli ve özgün kılan bir yaklaşımdır. Onun kültürel ve tarihsel izlek üzerinden kimlik bulan yaklaşımı Bizans ve Türk sentezine dayanmakla birlikte, bu sentezin Türk katkısına vurgu yapar: 

“Türk’ün asude mizaciyle Bizans’ın kederi
Karışıp mağfiret iklimi edinmiş bu yeri.”
(Kocamustapaşa şiirinden)

Fikret’in İstanbul algısı da tarihsel bir kavrayışı içerir. Fakat Fikret’in şehrin Bizans ve Osmanlı geçmişine bakışı, güncel olumsuzlamalarına dayanak olmakta, bunlara tarihsel bir temel sağlamakta ve bir sürekliliğe işaret etmektedir. Bu bakımdan iki şair, karşı uçlarda yer alır.

Fikret’in sisi şehrin kendisi iken, Yahya Kemal’in sisi dışsaldır. Şehir bu sisin arkasındadır, “pırıl pırıl ve berrak”tır.

“Siste Söyleniş” şiirinde Yahya Kemal şöyle yazar:

“Bir devri lanetiyle boğan şairin Sis’i
Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi

 Hulyâma bir ezâ gibi aksetti bir daha
-Örtün! Müebbeden uyu! Ey şehr!- O bedduâ…”

Fikret’in söyleminin yaralayıcı şiddeti Yahya Kemal’in İstanbul duyarlığı açısından ancak “beddua” kavramında tanımını bulabilir. Fakat Yahya Kemal, Mütareke döneminin gerçekliğini anlatırken “sis” mecazında Fikret’le ortaklaşmaktan da kaçınamaz:

“Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın;
Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın.”

Ortak mecaz alanında bile iki şairin İstanbul tasavvurunun birbirinden nedenli farklı olduğu açıktır. Fikret’in sisi şehrin kendisi iken, Yahya Kemal’in sisi dışsaldır. Şehir bu sisin arkasındadır, “pırıl pırıl ve berrak”tır.

Yahya Kemal, “Bir Başka Tepeden” şiirinde tutkulu ve çok boyutlu İstanbul sevgisini özlü ve etkili bir anlatımla özetler:

“Sana dün bir tepen baktım azîz İstanbul!
Görmediğim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”