Bizim şahane kasaba bürokrasimiz!

Hanımlar-beyler, özne ben olabilirim ama anlattıklarım kültürel “kavramlara” yönelik bilinçsizlik suçlarıdır.Hüsnü kabul görebilmem için illaki “rey”e tahvil üstünlüğü olan gecekonduculardan mı olmam gerekirdi? Kamu makamları, kültür insanlarına bir teneffüs kadar randevu verme bilincine paralel nezaket içerisinde olmak zorundadır

 

 

SAMİ GÜNAL

Öğretmenevi üyesiyim ve adı üzerinde bana hizmet için var olan resepsiyon sahasındaki lobide kütüphane dışındaki zamanlarımda işte böyle gazete yazıları için bir koltuğa tünüyorum. Yazı yazdığım bariz bir şekilde etraf nazarında maluma eriyor. Yani sözde ben bir yazarım.

İlk günden bu yana dikkatimi çekecek şekilde sosyal fobik gariplikte biraz da kinli edalarla beni izleyen tuvalet teknisyeni cüdam, burada oturamazsın, deme cüretini gösteriyor. Ne diyorsun sen, dememle birlikte kaçmaya kalkışıyor. Kamu görevlisi birinin böylesi kaçması her yönüyle tuhaf! Bu davranışı sırf asosyalliğinden değildi. Yazmayı-çizmeyi, okumayı tu kaka eden bir ideolojik kültürün kodlanmasıyla hareket ettiğinden kuşkum yoktu. Eğer bu tespitim bir yanılgıysa doğrusu şudur: O keldi, bense omuzlarımı aşmış saçların sahibiydim. Mesele kıskançlıktır!

Aynı şekilde diğer bir günün sabahında aşçı çıkıp şarj ünitemin başına dikilmesin mi? Demek beni gözetlerlermiş. Ne o? Müdür beyin emri varmış fişe takamazmışım. Bertaraf ettim etmesine de şimdi sorarım. O kadar saha görevlisi teknisyen, gözcü, garson varken üzerine vazife olmayan aşçı neden ocaktan çıkma pahasına müdahale ihtiyacı içinde olur? Üstelik, önceki yazımda ( linki alttadır) saydığım kriminal tiplere müdahaleye kalkışmaz da neden bana? Bu kadar tesadüfi müdahale olur mu? Cevap: Bir önceki hem kel hem fodul için belki önyargı diyebileceğiniz tanımlamalarda bulunmuştum değil mi? Neydi o? İdeolojik sakatlıktan kaynaklı kültürel düşmanlık kodlanmasıydı dediğim o söz.

Sahi ben sözde bir yazardım ha? Üstelik de içinde bulunduğum o anlarda kitap yazıyordum değil mi? Oh oh… En en en rahat edeceğim bir yerdeyim! Bir yazarın yazması için biçilmiş kaftan olan bir yer. Neresi burası? Tabii ki kütüphanedir.

İçeri girmişsiniz ki yeni yerine taşınacağı için biraz da döküntülüğüne göz yumulan bir kütüphanedesiniz. Bir ilçede bulduğunuza şükretmelisiniz. Ben de öyle ettim. Şımara şımara sanki memurluk atamasıyla gelmişim gibi her gün saat 8.30’da girip 17.30’da çıkıyorum. Sonra çalışan memurların sıkıntısına ortak olunca kendi inisiyatifim dâhilinde girişimi 15-30 dakika yukarı, çıkışımı da 30-45 dakika aşağıya çektim.

Üç memurdan ikisinin kültür yanlısı olduklarını tabii ki kavradım zaman içerisinde. En “bariz” olanı varlığıma sabretmiş sabretmiş günlerimin son haftasına yaklaşmışken diğer memura ilettiğim bilgilenmeye dayalı sorularımı bahane edip birden bre aslan gibi kükremesin mi? Bu ne ya her gün her gün de gelinmez ki zaten yetişkinlerin yararlanma süresi bir saatken bu yazar efendi gün boyu çıkmaz oldu… Maşallah her şeyi de biliyorsun, yazarsan yazarlığını bil… Evet, hitabet aynen böyleydi. Daha devamını da kustu. Cahilliğime verilsin, son giydirmesini gerçekten çözemedim. Kendisinin hiçbir şey bilmeyişine mi içerlemişti acaba? Oysaki kendisi ferasetine güvenilen hiçbir şey bilmeyenlerden birisi olduğu için bilmezliklerinden gurur duymalıydı!

Efendim, azar yediğim burası neydi, ben neydim ve ne iş yapıyordum?

Bu defa şu kültürel kodlanma meselesini tekrarlamayacağım. Bu formüle en uygun düşen cüdam, ne hazindir ki bir kütüphane görevlisi çıktı. Bu affedilmez boş kafalılığını karikatürize etmek için “cücük beyinlisin”, dediğimde “bana cüce dedin” hinliğine kalkıştı. Mağduriyet edebiyatına yatkınlığı iyi öğrenmişlerden olduğu muhakkaktır.

Evet, konuştum. Bu işlerin nakkaşıyım, bendenizi dinlemeleri elzemdir. İlgililerden sadece bir talebim oldu. Bulunduğu yerin anlamını ve yazar nedir bilmeyen o cüdamı oradan derhal alıp ambar nöbetine ya da geleni geçeni sayma memurluğuna vermelerini talep ettim. En azından iş sahasındaki nesnelerin yapıcıları için a aa bunlar da bizim gibi insanlarmış ya, merakıyla saygı içerisinde tahammül edecek bir kişiyi istihdam eylemeleri gerekir kültür evlerinde.

Çok içerledim. Yavaş yavaş belediyenin içine gireceğim. Aslında ta ilk günlerimde girmiştim.

Kütüphanenin bilgisayarlarının bakımı için “Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü”ne gittim. İşte yazarım, kitap yazıyorum, çok yavaş çalışan, hatta donan, hatta açılmayan şu bilgisayarlara bakım, güncelleme vb. şeyler yapılmasını hem kendim hem öğrenciler için rica edecektim sizden, dememle birlikte müdür sıfatlı kültür ve nezaket abidesinin ağzından karşılaştığım terbiyesizlikleri (yalan dolan, kaba hitabet) buradan yazmama gerek yok ki başkan beye direkt yazılması sözüm var. Kaldı ki ilgili başkan yardımcısına anlattım.

Bitsin mi?

Başkan Bey’le bir nezaket-veda görüşmesi randevusu ayarlanması için sekreterlikten ricada bulundum. Giderayak sağladıkları çalışma imkânına mahsus hem imzalı kitaplarımla teşekkür edeceğim hem de Didim üzerine sanat tabanlı sohbet edeceğim. Sekreter hanım kraldan çok kralcılar kulübünün üyesi çıktı ki başkanımızdan para (sponsorluk) isteyecektir zannıyla randevumu salladıkça salladı. Çok çok ayıp etti. Üstelik te baştan para mara talebim olmayacak, dememe rağmen.

Hüsnü kabul görebilmem için illaki “rey”e tahvil üstünlüğü olan gecekonduculardan mı olmam gerekirdi? Zaten kaç kaç kültür emekçisinin yolu düşmüştür de nesinden bıkmışsınızdır ki? Kamu ajanları, alt-üst hangi mevkiden olursa olsunlar kültür insanlarına bir teneffüs kadar randevu verme bilincine paralel nezaket içerisinde olmak zorundadırlar. Bir şey istemeyeceğim yahu, imzalı kitap vereceğim!

Hanımlar-beyler, özne ben olabilirim ama anlattıklarım kültürel “kavramlara” yönelik bilinçsizlik suçlarıdır. Bendenizin vücut bütünlüğünü unutunuz, saymayınız! Hatta benim yerime herhangi bir kültür işçisi olan Şahin Bey ya da Şaziment Hanım yazar olmuş olsun. Şehrinizi çalışma alanı olarak seçmiş, buna istinaden de orada vücut buldurduğu eserinin önsözünde “Bu kitap Didim tabanlıdır.” gibi naif bir cümle kuracak olmasından kıvanç duymanız gerekirken bir dövmediğiniz kaldı. İstenen iltimas değil, itinadır.

Saygıdeğer Başkan,

Haberiniz var mıdır ki bu küllü kültürsüz liyakatsiz kişiler altınızı oymaktadırlar. Lütfederseniz, tabii ki bir daha gelirsem, iki yıldır fiili olarak gözlemlediğim altınızı oyma faaliyetlerini örnekleriyle önünüze sererim.

Bu işler böyle gitmez! Çook reorganizasyon gerekli çoook!

 

paylaşmanız için

60 Günlerin Hikmetine Yandım – Kamp Çadırları