Bilim kurgu filmlerinde, insanların karşılaştığı uzaylıların çoğu insan biçimlidir. İki kol ve iki bacakla, dik yürüyen ve farklı bileşenleri de olsa hava soluyan akıllı canlılar. Zeki, uyum sağlayabilen, güçlü tür denilince aklımıza insandan başka bir şey gelmemesi, Ksenofanes’ın 2.500 yıl önce isabetli bir şekilde belirttiği gibi o muazzam kibrimizdendir sanıyorum.
LEYLA TUNÇ YELTİN
T.S. Elliot’un “Kedilerin Adlandırılması” (Naming of Cats) adlı şiirini bilir misiniz? İnternette hem orijinalini hem çevirisini bulabilirsiniz. Ben hoş bir tat olsun diye aşağıya bu uzun şiirin son kısmını alıyorum; İsmail Aksoy çevirisi ile.
“(…)
Engin bir tefekkür içinde görürseniz bir kediyi,
Hep aynıdır, efendime söyleyeyim, bunun nedeni:
Aklı meşguldür esrimeli bir dalgınlıkla
Düşünmekten, düşünmekten, düşünmekten kendi adını:
Tarifsiz tarifli
Tarifi imkânsız
Derin ve esrarlı tekil Adı’nı.”
Harika değil mi? Tamamını okumak lazım gerçi. Kedilere ne isim koyarsak koyalım, onların sadece kendilerinin bildikleri gizli bir isimleri olduğundan bahseder. Ve tabii; insan niteliklerinin başka bir varlığa atfedilmesi olarak basitçe tanımlanabilen insanbiçimciliğin (antropomorfizm) güzel örneklerinden biridir.
Antropomorfizm, Antropos (insan) ve morfe (biçim) kelimelerinden türetilmiş ve antik çağlardan günümüze gelmiş Yunanca bir kelime. İlk kez, Homeros’un, tanrıları insan biçiminde tasvir eden şiirini eleştiren Ksenofanes (MÖ 570-480) tarafından kullanılmış.
Ksenofanes, tanrıları insan biçiminde düşünmenin kibirli bir yaklaşım olduğunu söylemiş:
“Habeşler tanrıların kara ve basık burunlu, Trakyalılar ise mavi gözlü ve kızıl saçlı olduklarını söylerler.”
“Eğer öküzlerin, atların ve aslanların elleri olsaydı ve onlar elleriyle insanlar gibi resim yapmasını ve sanat eserleri meydana getirmesini bilselerdi, atlar tanrıların biçimlerini atlarınkine, öküzler öküzlerinkine benzer çizerlerdi.“
Hatta bu değerlendirmeleri doğrultusunda tek tanrıcılık görüşünü de dile getirmiş. Ama bu yazıda kendisine sadece antropomorfizm kelimesini ilk kullanan kişi olarak değiniyoruz.
Günümüzde sanatta ve bilimde insanbiçimcilik hem kullanılan hem de -özellikle bilimde- çokça eleştirilen bir yaklaşım. Hemen her yerde karşımıza çıkar, biz de günlük hayatımızda sıklıkla hayvanlara insan duygu ve davranışları atfeden yaklaşımlarda bulunuruz.
Edebiyatta İnsanbiçimcilik
Bu alanda en belirgin örneğini fabllarda (öykünce) görürüz. Fabllarda insan ahlakına ve moral değerlerine hayvanlar aracılığıyla ayna tutulur. Hayvanları insan gibi konuşturarak insanların ders çıkaracağı özler sunan bu türden bahsedince akla hemen La Fontaine veya Ezop geliyor tabii. Hele Orhan Veli’nin harika çevirisi ile La Fontaine okumak apayrı bir zevktir.
“Tarla Faresi ile Kent Faresi” adlı öyküde; iki fare arkadaş kent faresinin sofrasındaki muhteşem yiyecekleri ev sahibinin korkusundan bir türlü yiyemezler. Sonunda özgürlüğünü ve korkusuz yaşamını özleyen tarla faresi dostuna şöyle veda eder:
“Ama ben isterim ki bir kimse
Karnını biraz rahat doyursun.
Eyvallah… Böyle korku içinde
Sürülen sefa yerinde dursun.”
Sadece fabllarda değil edebiyatın pek çok alanında rastlarız insanbiçimciliğe. “Alice Harikalar Diyarında”, “Orman Kitabı”, hemen hemen bütün Disney çizgi filmleri, bu mecrada tam altı hafta boyunca enine boyuna incelediğim “Yüzüklerin Efendisi”, büyük usta Yaşar Kemal’in “Filler Sultanı ve Kırmızı Sakallı Karınca” adlı öyküsü… sayısız örnek verilebilir.
Çocukluğumun Kahramanı Karbonel: Burada çocukluğumun en sevgili kahramanı kara kedi Karbonel’den bahsetmeden geçmem mümkün değil. Milliyet Yayınlarının o mavi karton kapaklı cep kitaplarını hatırlar mısınız? İşte o seriden. Adı “Kediler Kralı”. Barbara Sleigh yazmış. Bana dokuzuncu yaş günümde çok sevdiğim Çiğdem teyzem tarafından hediye edilmişti.
Kitabın iki ana kahramanından biri olan Rosemary on yaşında idi ve kitabı ilk okuduğumda neredeyse aynı yaşta olduğumuzu görerek kendimi yakın hissetmiştim. Kitap bir cadının tutsağı olan kediler kralı Karbonel’in (ki bu isim Elliot’un şiirinde bahsettiği gibi kara kedinin sadece kendi bildiği ismidir, kimselere söylemez) Rosemary ile birlikte yaşadığı maceraları ve kediler dünyasındaki krallığını yeniden ele geçirmesini anlatır.
Aşağıda kitaptan iki görsel paylaşıyorum.
Kitabı çocukken çok sevmeme rağmen, uzunca bir süredir aklıma gelmiyordu doğrusu.
Zeynep Oral 7 Ağustos 2022 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde kedi müzeleri ile ilgili bir yazı yayımladı. Güzel bir yazı. Kedisever bir yazı. Okumadıysanız, kaynakça kısmında bağlantı adresi var.
Yazısında kediler kralı adlı kitabın çevirisini yaptığından da bahsetmiş Zeynep Oral. Kitabın adını okuduğum an, çocukluğumun uzak ve puslu bir anısı yeniden ortaya çıktı. Eski bir dosta rastlamış gibi sevindim. Ama tabii kitap yıllardır bende değildi. Nerede, ne zaman yitip gitti onu bile hatırlamıyordum.
Neyse uzatmayayım, ben böyle heyecanlanınca eşim sürpriz yapmış, aramış, nadirkitap’da bulmuş. Ben de böylece kitabı yeniden okuma, Karbonel ve Rosemary ile birlikte yeniden ağlayıp gülme fırsatını elde ettim.
Rosemary hala on yaşında küçücük bir kız, ben ise koşa koşa büyümüşüm… ne acelem vardıysaJ
Kediler Kralı, alçakgönüllüğü, yardımseverliği, para ve mevki sahibi olmanın önemli olmadığını ve hayvanlara iyi davranmayı öğütleyen bir çocuk kitabıdır… ve insanbiçimciliğin iyi bir örneğidir.
Edebiyat, kediler ve insanbiçimcilik derken Bülent Üstün’ün muhteşem karakteri Kötü Kedi Şerafettin’i de unutmamak lazım.
Aşağıda Lombak Dergisi kapağında yer alan bir Şerafettin görseli var.
Gerçekten de insanbiçimcilik edebiyatta çok sık kullanılır. Hatta bilim kurgu filmlerinde, insan/hayvan bağlamından uzak bir kullanım olsa da aynı manaya gelecek şekilde; insanların karşılaştığı uzaylıların çoğu insan biçimlidir. İki kol ve iki bacakla, dik yürüyen ve farklı bileşenleri de olsa hava soluyan akıllı canlılar.
Zeki, uyum sağlayabilen, güçlü tür denilince aklımıza insandan başka bir şey gelmemesi, Ksenofanes’ın 2.500 yıl önce isabetli bir şekilde belirttiği gibi o muazzam kibrimizdendir sanıyorum.
Mitolojik hikâyelerde insanbiçimciliğin örnekleri çoktur. En temel insanbiçimcilik tanrıların insan formunda ve karakterinde olmasıdır. Zaten az önce gördüğümüz gibi, antropomorfizm kelimesi de bu duruma bir eleştiri olarak ortaya çıkmış.
Mitoloji dünyasında sadece tanrılar değil hayvanlar da antropomorfiktir. Hayvanlar konuşur, insanların yanında savaşır, hatta insanlarla (veya tanrı ve yarı tanrılarla) evlenir, çocuk sahibi olur.
Bunun dışında bir kahramanın hayatta kalma mücadelesine yardımcı olan hayvanlar da çoktur. Özellikle de tehlikeli bir kehanetle doğan ve vahşi doğada ölüme terkedilen çocukların hayatta kalmasını sağlamak bağlamında. Hayvan, insanbiçimci bir özellik göstererek küçük bebeğe şefkatle yaklaşır, kehanetin gerçekleşmesine yardım eder.
Gılgamış destanında; krallığı büyükbabasından alacağı kehanetiyle doğan bebek ölmesi için akropolün tepesinden aşağı atılır. Keskin gözlü bir kartal uçarak onu kurtarır ve nazikçe yere bırakır.
Troya savaşının mimarlarından ünlü Paris de mitolojik öykülerde beş gün boyunca bir ayı tarafından emzirilir. Roma kentinin kurucuları olan Remus ve Romulus, yeni doğum yapmış ve memeleri süt dolu olan bir kurt tarafından beslenir. Örnekleri çoğaltabiliriz.
Resimdeki insanbiçimciliği de unutmamak lazım. Ben insanbiçimci resimleri hem güzel hem de biraz tekinsiz bulurum, neden bilmiyorum.
Aşağıda ressam Lucia Hefferman tarafından yapılmış insanbiçimci bir kuş portresi var.
Resimde insanbiçimcilik, antik çağlardaki kaya resimlerinden Rönesans’a, oradan da günümüze uzanan bir yol izlemiş.
Başlangıçta, antik çağlarda eski Sümer, Mısır ve Yunan uygarlıklarında insanbiçimciliğin bir önceki yönelimi olarak değerlendirilen zoomorfizm (hayvanbiçimcilik) varmış. Hayvana insan özellikleri değil, insana hayvan özellikleri atfedilirmiş. Mesela, bir ölünün küllerinin koyulduğu seramik kabın üzerine ölen kişinin güçlü ve önemli olduğunu belirtmek için kaplan figürü resmedilirmiş.
Aynı bağlamda, mesela Sümerler ve Hititlerden günümüze kadar gelen; Şamanizm’de de yeri bulunan çift başlı kartal ululuk ve hâkimiyeti temsil eder. Bugün de çeşitli ülkelerin bayraklarında kullanılır. ABD’nin sembolü olan kel kartal ülkenin gücünü ve bağımsızlığını simgeler.
Bu, hayvanların üstün özelliklerinin insanlara yönlendirilmesidir. Bir anlamda insanın kendi zayıflığını görüp, hayvanların sahip olduğu özelliklere saygı göstermesidir.
Bir noktada kendimizi hayvanlara benzemekten vazgeçerek, hayvanları kendimize benzetmeyi daha çok tercih eder olmuşuz. Burada da bir kibir olsa gerek.
Bilimde İnsanbiçimcilik
Bilim dünyasında insanbiçimcilik çoğunlukla reddedilmekle birlikte, özellikle primatlar gibi insana çok benzeyen türlerin bazı davranışlarını daha iyi anlamak ve anlamlandırmak için kullanılabileceğini düşünen bilim insanları var.
Örneğin; Profesör Frans De Waal (psikolog, primatalog, etolog) “Hayvanların Ne Kadar Zeki Olduğunu Anlayacak Kadar Zeki miyiz?” adlı kitabında hayvan davranışlarının altında yatan sebepleri araştırırken insanbiçimciliğin bir yöntem olarak kullanılabileceğini, önemli olanın bu yöntemin ne zaman ve nasıl kullanılacağının iyi bilinmesi olduğunu söylüyor.
“Öpüşen gurami olarak bilinen balıklar insanlarla aynı nedenle ve aynı biçimde öpüşmezler. Yetişkin balıklar bazen anlaşmazlıkları çözmek için çıkıntılı ağızlarını bir araya getirir. Bu alışkanlığı “öpüşmek” diye adlandırmak açıkça yanıltıcıdır.”
“Diğer yandan kuyruksuz maymunlar bir ayrılıktan sonra birbirlerini selamlamak için dudaklarını nazikçe birbirlerinin ağzına veya omzuna koyarak, yani insanların öpüşmesine oldukça benzeyen biçimde ve durumlarda öpüşürler.”
“Kuyruksuz maymunların jestleri insanlarınkiyle homologdur. Yalnızca insanınkilere çarpıcı derecede benzemekle kalmazlar, aşağı yukarı aynı koşullarda görülürler.”
Anlaşılan hayvan davranışları ile ilgili bilim dallarında bir hayvan tür olarak insana ne kadar yakınsa insanbiçimcilik bir yöntem olarak o kadar kullanılabilir hale geliyor. De Waal’in de dediği gibi “bir amaç değil de bir araç olarak kullanıldığında eleştirel insanbiçimcilik değerli bir hipotez kaynağıdır.”
Ancak hayvan davranışları alanında çalışan pek çok bilim insanı; incelenen hayvan insandan uzaklaştıkça araştırma ve değerlendirmelerde insanbiçimciliğin tuzaklarına düşmenin hayvan davranışını anlamayı zorlaştıracağını, daha da kötüsü yanlış anlamalara yol açabileceğini düşünüyor.
Kaldı ki insan toplulukları arasında da vücut dili, jest ve mimikler, aynı kelimenin farklı kavram ve duyguları ifade etmesi gibi farklılıklar gözlemlenebilir. Toplumlar arasındaki bu farklılıklar bazen yanlış anlaşılmalara, derin anlaşmazlıklara, hatta çatışmalara yol açabilir.
Bitirirken
Bir İnsanbiçimcilik Örneği Olarak “Pi’nin Yaşamı”: Yazının sonunda size çok beğendiğim bir filmden bahsedeceğim: Pi’nin Yaşamı. Aynı adlı kitaptan uyarlanmış ama ben kitabı okumadım, sadece filmi seyrettim.
Filmi siz de seyrettiyseniz hatırlayacaksınız; Pi’nin babası, Richard Parker adlı kaplan özelinde hayvanlarla ilişkilerimizde insanbiçimciliğin yanlışlığı ve tehlikesi konusunda Pi’ye unutulmaz bir ders vermişti. Hayvanlara sevimli, anlayışlı, özgüvenli veya kana susamış, sinsi gibi insan nitelikleri atfetmenin hem insan hem de hayvan açısından yanlış ve tehlikeli sonuçlar doğuracağını anlatmıştı.
Hani Pi, kaplanın gözlerinde sevgi gördüğünü düşünürken, Richard Parker’ın, babasının kafesin önüne bıraktığı koyunu parçaladığı sahneden bahsediyorum.
Gerçi film boyunca Pi, yaşadığı korkunç dramdan aklını koruyabilmek için kurgusal bir insanbiçimciliğin büyülü dünyasına gizlemişti kendisini.
Bambaşka mesajlar ve alt metinler de içeren film, bugünkü yazımız açısından, hem insanbiçimciliğin hem de yanlışlığının çok güzel örneklerini barındırır.
Hele, nihayet karaya ayak bastıklarında, Pi’nin kaplandan son bir veda bakışı, jesti bekleyişi ve kaplanın hiç ardına bakmadan gitmesi… her türün kendi özellikleri içinde değerlendirilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulayan hüzünlü bir sahnedir.
İnsanbiçimcilik gibi bir deryada ayaklarımızı zar zor ıslatarak bir küçük tur attık. Hayvan hayvandır, insan da insandır diye kestirip atma kolaycılığına kaçmamak lazım. Doğrusu; insan insandır, kedi kedidir, yılan yılandır, kurt kurttur olmalı. İnsan ve hayvan diye iki geniş grup yok. Çünkü her tür, her alt tür kendine benzer. Kendi özellikleri bağlamında ve kendi yaşam alanında değerlendirilmesi gerekir.
Peki yaşam alanı evlerimiz ve bahçelerimiz olan evcil hayvanlara ne demeli?
Birlikte yaşadığımız, dost olduğumuz hayvanlar (mümkün olduğunca) özgür ve güvenli bir şekilde ve arzu ettikleri için bizimle iseler, o bambaşka bir keyiftir.
Ama ev hayvanlarının eğlence olsun diye, tütüler, güneş gözlükleri, şapkalar, pijamalar içinde dolaştırılması; internette karşıma çıkan bu tip fotoğraf ve videolar benim içimi sızlatır. Yazının başlık görseli olarak internette bulup kullandığım kedinin ifadesine bakmak yeterli değil mi!
Öte yandan, birlikte yaşadığımız hayvanların ruh hallerini anlamak ve anlamlandırmak için insanbiçimciliğin yöntemlerini tabii ki kullanıyoruz. Benim de mesela kocaman köpeğim, ailenin yeni üyesi minicik bir kediyi “kıskanarak” onun minderine sığışmaya çalışıyor.
Bazen insanbiçimcilik karşımızdaki hayvanla duygudaşlık hissetmemizi kolaylaştırır, ilişkiyi güçlendirir. Sonuç olarak, hayvan dostlarımızla iyi ilişkilerimiz açısından doğru yönlendirilmiş bir parça insanbiçimciliğin kimseye zararı dokunmaz sanıyorum.
Kaynakça:
- Frans De Waal; Hayvanların Ne kadar Zeki Olduğunu Anlayacak Kadar Zeki Miyiz?
- Otto Rank; Kahramanın Doğuşu Miti
- Barbara Sleigh; Kediler Kralı
- com
- com
- https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zeynep-oral/yasasin-kedi-muzesi-1966514