Yabancılaşmaya direnen ve otoriteye boyun eğmeyen şiirler

İmgelerin bolluğu ve güzelliği, iç sesin ve ritmin zenginliği, çeşitliliği bizi büyüler. Şiirlerde hiç dinmeyen bu coşkunluğa, her zaman aşırı sağlamlık ve titizlik peşindeki bir düşünce eşlik eder.

YAŞAR KARA

Hayati Baki’nin Harfler Kitabı adlı şiir kitabını okudunuz mu?

Bu kitabı okuduğunuz zaman Hayati Baki’nin yazdığı her bir şiirin; akla dayalı, yabancılaşmaya direnen, akıldan korkmayan ve otoriteye boyun eğmeyen, düşünen, düşündüren organik şiirler olduğunu göreceksiniz.

SİNOP’TA BİR KALEBENT

Hayati Baki’nin şiirlerinde her şeyden önce kesin olma gibi büyük bir zorluk vardır. İmgelerin bolluğu ve güzelliği, iç sesin ve ritmin zenginliği, çeşitliliği bizi büyüler. Şiirlerde hiç dinmeyen bu coşkunluğa, her zaman aşırı sağlamlık ve titizlik peşindeki bir düşünce eşlik eder. Şiirler üzerinde defalarca kez durulmuş; her sözcük ve her noktalama işaretinin yeri üzerinde taslaklar oluşturulmuş, hep daha keskin ve hep daha vurucu ifadenin peşinden gidilmiş olduğunu hemen anlarız.

Hayati Baki

Bu kadar sıkı bir disiplin içinde olan Hayati Baki’nin anlayışı, deyişi ve de yaşayışı hep doğallıktan, hep doğal olandan yana çeker. Hayati Baki’yi bilen bilir. O Sinop’ta bir kalebenttir. Bir gün yolunuz Sinop’a düşerse eğer; ona gidin, görün ve tanıyın. Korkmayın, kapısını çalmadan girin. Onu kedilerle, köpeklerle, kuşlarla konuşurken görürseniz şaşırmayın. Şiirlerindeki esaslı görme ve duyma gücü işte buradan gelir. O doğadan aldıklarını, hiç eksiltmeden hatta üstüne katarak doğaya geri verir şiirlerinde.

BEŞİR FUAD HARFİ

“ey ötesi: ötesi hiç.” Bir beşir fuad harfi.  Varlık’ın var oluşunu dile getirir. Onun sözü Varlık’ın mevcut olduğudur ve bunu bilir. ‘Yüzüne zihnin o güzel yorgunluğu vursa da, saydam aklın bilgisinin töz’ yani “elmas öfke” varlıktan başka bir şey değildir ve “parçalanan tin” varlığın sahici yüzüdür.

Burada varılacak tek yol Hayati Baki’nin dil kudretidir. Bu dil “varlığın evi”nin ötesinde bulunmaktadır. Burası ise “hiçlik”tir. “hiçlik”te imlenen “yaşam ırmağı” varlığın kendini kökensel olarak açmasına olanak sağlar. Bu olanak bize kendini “poetik sessizlik” olarak açar. Bu açıklığın ötesinde yani  “ihtilâlişuurun maddîyûnûnda”boğulan “yeni insan” “cenin cinnet ve cinâyât ehlidir”; “parçalanan tin kendini kusarak arınır” ve böylece Varlığın bilincindekini, bilincimizdeki Varlığa yeniden aktarır.

“çıvgın gün pencerede.” İçinde bulunduğumuz zamanın, dolayısıyla çağın; açığa çıkan her şeyin uzantısı olduğu “akan zamanın kanında”n bellidir. Hayati Baki’nin köktenci bir tavırla haykırdığı bu zamanın “simya ve esrarla” çürüdüğünü, insanların artık “hakikat bahçesinin iklimi”nde karanlık bir çağı yaşadığını ve bu insanların, dünyayı zifiri bir karanlıkta bıraktığını açık, kesin ve cüretkâr bir tavırla ortaya koymaktadır.

Bu tavır bir “poetik tavır”dır. Şairin bir görevi de budur. Şair bu poetik tavrı göstererek üstü örtülü olan ne varsa kaldırarak, söylenemeyeni söyleyerek orada var olanı açığa çıkarmaktatır. İşte Hayati Baki’nin çarpıcı sözlerinde sessizce büyüyen şey varlığın; zifiri karanlık zamanların içinde, umutsuz bir şekilde yaşadığını “akıl: dinmeyen uğultuya kaçıyor acısından”: “uçurum orada” sözlerinin üzerine inşa eder.

“büyük erinç uyuyor uğultuda” ve evet; “aslolan hayat eviriyor bengi ışığı”. Gerçek sanat hayatın içinden çıkar. Nasıl; “aslolan hayat” eviriyorsa o ölümsüz ışığı; aslolan sanat da o ölümsüz ışığın yansıtıcısıdır. Beşir Fuad bir dostuna yazdığı mektupta şöyle der; ““Şairler söz ile pek çok kahramanlık satarlar; fakat fiiliyata gelince, böyle bir metanet göstereceklerinden pek emin değilim. Çünkü şu intihar, beyne bir tabanca sıkmak, kendini asmak veya suya atılmak gibi değildir. Onlara bir kere teşebbüs edilince, onu menetmek ihtiyari elden gider.”

Beşir Fuad. İlk pozitivistimiz

Beşir Fuad, yazdığı mektupta nasıl intihar edeceğini, ölürken neler hissettiğini kaleme alacağını ve kadavra sıkıntısı çeken tıbbiyeye cesedini bağışlayarak ölümüyle de bilime hizmet edeceğini belirtir. ”her şey yalın taşın şuurunda” dizesinde anlatısallaşan modern insanın kendi enkazının altında kalmasının nedeni yine kendini sorgulamıyor olmasında yatmaktadır. Oysa, “bilginin ve doğanın kardeşliği” bizi bu yitimden ve aç gözlü çağın açığa çıkardığı unutulmuşluktan kurtaracak ve yaşatacak olan bir güç “leylak geceyi emzirir.”.

“senin kadar yorgunum” ey “dilsûz dil”; “gölgesizlik ikliminde beşir fuad.” hayatın anlamını “işaret ediyor mutlak doğayı, gerçeği söylemenin tükenmez sabrıyla” yalnızca “coşkun yalnızlığın pusulasında” ve aklın açıklığında gerçekleşebileceğini söyler Hayati Baki bizlere.

LUDWİG VAN BEETHOVEN HARFİ

Şiir yazılmadan önce var olan şeylerle, şiir yazıldıktan sonra var olan şeyler aynı mıdır? Peki şiirin içinde olan şeylerle, dışında olan şeyler aynı mıdır? “ludwig van beethoven harfi”nde öz ve biçim birliğinin kaynaşmış, kemikleşmiş halinin röntgeni görülebilir. Şiirin bütün parçaları, öncesi ve sonrasını, kendi kendisinin amacını, kendi kendisinin yasalarını söylemek için uyum içerisinde bir araya gelmiştir. Başından sonuna kadar, şiirin yapısına karışmış olan şey yani şiirin içinde var olan şiir ortaya çıkmış ve içindeki enerji bir “kasırga”ya dönüşmüş, “kasırga kayayı deliyor, deliriyor tin dingin sessizlikte, us” imgeleminde söz “içkin” bir hâle bürünmüştür.

Şiir ve felsefe farklı söylemler değildir. Şair sahip olduğu deneyimleri kullanarak bunu ifadeye dönüştürür; söylenen ile söylenenin anlamı arasındaki bağı bu şekilde kurar. Biri dilin içindeki düşünceyi açığa çıkarır, diğeri de düşüncenin içindeki dili. Ancak Hayati Baki burada kelimelerin ne anlamlara geldiklerinden çok, belli anlamları nasıl gösterdiği üzerinde durarak düşüncenin içindeki dili açığa çıkarır. “doğmanın ışıltısı: insanca berrak/diri tutkunun ikliminden doğuyor,/dokunuşun dili.

Ludwig van Beethoven

Varlık, var olanlarla ilişkisinde düşünüldüğü zaman anlam bulur. Varlığın dünya ile ilişkisinde açığa çıkan anlamıyla, dünyanın da anlamı değişir. Buradan yola çıkarak, şiirin felsefeyle ilişkisinde açığa çıkan anlamıyla da imgenin ve sözün anlamı biçimlendiren poetik tavrı belirginleşir. Ve burada şair, varlığın anlamını, imge ve dünya ilişkisi içinde ancak poetik dille ifade eder. insan sesi: asla. doğa: evet, dirençle/doğuyor orada benzersiz sabah, sonra aşk:/büyük delilik, kopuş ve süreğen bakış:

Buradaki imgeler bildiğimiz imgelerin anlamlarından çok farklı olarak karşımıza çıkar. Yaşadığımız dünyanın, bulunduğumuz zaman ve mekân aralığında “sözcükler sağır: düş kırıklığı zamanın/yok ediyor özlemin tadını, umut/bilgece biliyor geceyle deliren/sessizliği. uğultu, gök gürültüsü, hayır/ acı ve kahkahanın rengi karışıyor/ölümün yüzüne: yalın ve derin.”dir. İşte imgenin var oluşu tam da böyle bir aralıkta yani “haykırış”ın “öpüyor kendi sesini” dediği yerde ve zamanda gerçekleşir.

Söz, “dokunuşun ve duyuşun deliren dili”nde her şeyin “ölüm ve sevinçten ibaret” olduğunu imlemektedir. “tek ve biricik yaşam”, “eşsiz ve benzersiz olan doğada”, ”dokunuşun dili” doğmaktadır. Ve “dokunuşun ve duyuşun deliren dili”nde aklı dinlenmiş, alkışı susmuş, “ölüm ve sevinçten ibaret” olan “yaşam: komedi”dir ancak.

devam edecek…