Üç patron, sekiz yayın yönetmeni… Gazetecilikte 50 yıl

Fikret Ercan’ın çalıştığı gazeteler, patronları, iş arkadaşları, sanat, siyaset ve futbol dünyası anıları ne kadar canlıysa, kıyısından köşesinden katıldığı 68 günleri, devrimci arkadaşları, lisede “et ve tırnak” olduğu Aydın Çubukçu, Ertan Günçiner filan hep çok uzak geçmişte kalmış silik fotoğraflar. Yıllar sonra Aydın Çubukçu hapisten çıkıp ziyaretine geldiğinde koşarak karşılaması mahcubiyetten

 

MECİT ÜNAL

İşin mutfağında, en alt kademelerden yetişerek gelen gazetecilerin doldurdukları ajanda sayısı oranında hafızaları da yüklüdür.

Ahmet Rasim’den Falih Rıfkı’ya, Hüseyin Cahit Yalçın’dan Ref’i Cevat Ulunay’a, Yusuf Ziya Ortaç’tan Ahmet Emin Yalman’a, pek çok meslekten gazetecinin yayımladıkları anılar bize gazete dünyasının kapılarını aralar. Gazeteci anılarıyla, Türkiye’de yayımlanan ilk gazeteden günümüze değin gazetelerin hangi koşullarda nasıl çıkarıldıklarını, haberlerin nasıl oluşturulduğunu değil sadece, gazetecilerin toplumla, iktidarlarla, siyasetçilerle, kültür-sanat dünyasıyla ve patronlarıyla ilişkilerine de tanık oluruz.

Gazetecilikte bir ömür tüketmiş olanlar, kuşkusuz çok şeye tanıktırlar. Ancak biz bu tanıklıkların yazıya döküldüğü kadarını öğrenebiliyoruz. Gazeteci ketumluğu, her zaman, ama özellikle günümüzde kuşkusuz anı yazımında da kendini gösteriyor. Gazetecinin anlattıkları anlatmadıklarının çok küçük bir kısmıdır sadece. Hürriyet, Milliyet gibi büyük gazetelere yıllarını vermiş gazeteciler çok daha ketumdurlar ve bildiklerini kendilerine saklarlar, ne işlerine yarayacaksa!

İşlerine yaramaktan ziyade, burada, mesleğin özelliği gereği kendiliğinden oluşmuş ve genel gazeteci ketumluğu görünümündeki bir konsensüsü/uzlaşmayı, hatta giderek de sırdaşlığı söz konusu edebilirim. Büyük gazetelerin yöneticileri, sorumluluklarının düzeyine göre iktidarın ve muhalefetin ayrılmaz parçası durumundadırlar.

Fikret Ercan’ın “Gazetecilikte 3 Patron 50 Yıl” adlı kitabı da (H2O Kitap, Nisan 2022, İstanbul) diğer gazeteci anılarındaki gibi ister istemez bunları düşündürüyor.

Bizim uzak durduğumuz Hürriyet ekolü

Gazetecilikte 50 yıl…

Üstelik Erol Simavi, Asil Nadir ve Aydın Doğan gibi üç patron, Nezih Demirkent, Çetin Emeç, Ertuğrul Özkök gibi sekiz de yayın yönetmeni söz konusu ki, bu isimlerin Ercan’ın gazeteciliğindeki tarihsel sıralanmaları, matbuatımızın son 50 yılda nereden nereye geldiğinin fotoğrafını da verir. O fotoğrafın hiç de övünç fotoğrafı olmadığını, son yılların gazete başlıklarına bakarak da saptayabiliriz. Bu fotoğrafta elbet Fikret Ercan da gazete yönetimlerindeki sorumluluğu ölçüsünde yer almaktadır!

Yani her gazeteciyi, Ertuğrul Özkök’ün nitelemesiyle, matbuatımızın “amiral gemisi” Hürriyet’e -veya Milliyet’e- almadıklarına ve almayacaklarına göre, bu işin belli bir “esbab-ı mucibesi” olmalı ve kuşkusuz var. Fikret Ercan’ın “Gazetecilikte 50 Yıl”ı bu anlamda bir kılavuz.

Yeni Gazete’den başlayıp Hafta Sonu, Kelebek, Hürriyet, Tan gibi gazetelerde geçen uzun bir yol. Kısaca “Bab-ı Ali gazeteciliği” dediğimiz –gerçi şimdi o bile değil ya,- futbol, sanat, siyaset, ticaret, tarikat, sosyete dünyası ile yakın, iç içe ilişkiler. Gazetecilikte bizim hep uzak durduğumuz, Hürriyet gazeteciliği ekolü de diyebileceğimiz bir “ekol”.

Petrole bulanmış karabatak

Bu ekol batılı ajanslardan, resmi makamlardan aldığı haber ve fotoğrafları hiçbir doğrulama kaygısı taşımadan olduğu gibi kullanır. Bu konudaki meşhur örnek petrole bulanmış karabatak fotoğrafıdır.

Başta Hürriyet olmak üzere, “Körfez Savaşı” sırasında Associated Pres, Reuters, Agence France-Presse gibi batılı ajanslardan alarak Saddam Hüseyin’in bombaladığı petrol tesislerinin resmi diye tepe tepe kullandığı petrole bulanmış bu karabatak fotoğrafının gerçekte bir tanker kazasıyla ilgili olduğu yıllar sonra ortaya çıkmış bir dezenformasyon örneğidir.

Bu fotoğrafı basan ve yayanların, ABD’nin Irak’ı işgalinde, işgal boyunca yaşanan nice katliamda şuncacık sorumluluğu yok mudur?

Yakın zamanlara kadar Hürriyet izlediğim gazetelerden biriydi. Haber ihtiyacımı karşılıyordu yazdıkları kadar yazmadıklarıyla. Hatta şöyle söyleyeyim: Haber, Hürriyet’in yazdıkları kadar da aslında yazmadıklarındadır.

Hem enformasyon hem dezenformasyon konusunda Hürriyet, hâlâ aşılamamıştır. Ertuğrul Özkök’ün genel yayın yönetimi altında hep birinci gelen Hürriyet’te örneğin, Altına Uygur-Sincian olaylarının fotoğrafı yazıp Çin’de başka bir yerde meydana gelmiş bir trafik kazasının fotoğraflarını manşette katliam fotoğrafları diye kullanılmasına ilişkin ertesi günkü düzeltmeyi ancak büyüteçle ararsanız bulabilirdiniz. Böylesi apaçık gazetecilik başarısızlığından haftalık olağan halkla ilişkiler yazısında söz etmeyi anlamsız bulan Özkök’e göre soyunması büyük bir olay olan Ayşe’nin (Arman), örtünmesi de aynı büyüklükte -hem fotoğraf hem de haber olarak- görülmesi gereken bir olay ve gazetecilik başarısıydı. Üstelik örtünmesi de dizi olmuştu Ayşe’nin.

Bu birinciliği Hürriyet, daha kaba bir biçimde şimdi Ahmet Hakan’ın genel yayın yönetiminde sürdürüyor.

Tarafsız gazete, nesnel habercilik yoktur

Hürriyet eskiden de, ama şimdi çok daha fazla olarak ve hatta tümüyle, tarafsız değil kurulu düzenin, iktidar kimdeyse onun tarafında yer almış bir gazetedir. Yayın yönetmeni, yazıişleri kadrosu kimlerden oluşmuş olursa olsun bu böyledir. Hürriyet’in 50 yılının manşetlerine baktığımızda nispeten görebildiğimiz bu gerçek, şimdi apaçık biçimde ortadadır.

Günümüzde Ahmet Hakan marifetiyle o ekolden geriye hiçbir şey kalmamış olsa da bir haberin oluşturuluşu, işlenişi ve takibi açısından iyi bir gazetecinin/muhabirin gözü bir yandan hep Hürriyet’teydi. Arada bir öbür gözüyle baktığı Aydınlık’tan da geriye hiçbir şeyin kalmadığı günümüzde gazeteciliğin hali aslında içler acısı.

Peki tarafsız gazete, tarafsız gazetecilik, tarafsız, nesnel haber var mıdır derseniz; yoktur! Gazetecilik en ideolojik alanların başta gelenlerinden biridir. Gazetenin, gazetecinin, burada gazete yazıişlerinin, neyi görüp neyi görmeyip ama neyi gösterdiğidir haber dediğimiz şey. Olay olur, haber olaydan sonra oluşturulur. Haber bir üretimdir. Gazete patronu/yönetim nasıl istiyorsa haber de o şekilde üretilir. Bunu da en açık haliyle haberin başlığından anlarız. Hürriyet’ten Milliyet’e, Sabah’tan Akit’e, Cumhuriyet’ten Sözcü’ye en solundan en sağına tüm medyada haber –dünyada da böyledir,- gazete(ci)nin okuyucusuna sunduğudur. Muhabir daha kapıdan çıkmadan neyi getirmesi gerektiği kararlaştırılmış, hatta başlığı bile atılmıştır. Medya, haber-başlık-spot-arabaşlık-fotoğraf-fotoğraf altı gibi haberin olmazsa olmazı “5 N 1 K” dışında başka hangi unsurları varsa, ki vardır,  hepsiyle okuru -TV’lerde izleyiciyi,-yönlendirmektedir. Gazetenin bağlı olduğu şirket, siyasi parti, tarikat vb. o günkü gündemi neyse haber de yorum da o gündeme uydurulur.

Uzak geçmişte kalan silik fotoğraflar

Mesleğe en alt kademelerde bir üniversite öğrencisiyken başlayan Fikret Ercan’ın “Gazetecilikte 3 Patron 50 Yıl” adlı anı kitabında, içinde yetiştiği, yöneticilerinden biri olduğu dünyaya yönelik dişe dokunur tek bir eleştirisi yok.

Kitapta Fikret Ercan’ın çalıştığı gazeteler, patronları, iş arkadaşları, sanat, siyaset ve futbol dünyasına ilişkin anıları ne kadar canlıysa, kendisinin de kıyısından köşesinden katıldığı 68 günleri, devrimci arkadaşları, lisede “et ve tırnak gibi” olduğu Aydın Çubukçu, Ertan Günçiner filan hep çok uzak geçmişte kalmış silik fotoğraflardır.

Yine de yıllar sonra Aydın Çubukçu hapisten çıkıp ziyaretine geldiğinde koşarak karşılayacaktır. Fikret Ercan’ın Sivas’ta Grup Albatros’ta birlikte müzik yaptıkları Ali Çubukçu’yla (Aydın Çubukçu’nun kardeşi) benzer bir karşılaşmasını da olaya tanık olan Haldun Çubukçu anlatmıştı.

Bab-ı Ali’ye soldan gelip düzenle bütünleşenlerin –sadece gazetecilerle sınırlı değil, genelde arkadaşları gibi zorluklar, hapislikler, sürgünler, işsizlikler, yoksunluklar yaşamamış kişilerde gördüğüm bir insiyaktır bu,- içlerinde hep bir ukde, yüzlerinde hep bir mahcubiyet, gizli bir suçluluk duygusu görmüşümdür. Çabucak geçen duygulardır ama bunlar. Kişi o ortamdan çıkar çıkmaz hayat kaldığı yerden devam eder.

Fikret Ercan’da da var bu. Davranışlarının tüm mahcubiyetine karşın içten olduğunu anlıyorsunuz. Üniversite yıllarını anlattığı bölümlerdeki içtenliği, duygusallığı gülümsetiyor. Bu da içinde bir yerlerdeki o üniversiteli Fikret’in yaşıyor olmasından sanırım. İnsan çelişkiler yumağıdır ne de olsa. Ama o kadar…

Tüm bunların dışında “Gazetecilikte 3 Patron 50 Yıl” ile matbuatımızın çok önemli gazetelerine emek vermiş bir gazetecinin anıları aracılığıyla ülkemizin ve gazeteciliğimizin bir dönemine tanık oluyoruz…

 

paylaşmanız için