Kaç fuzuli insana, kaç fuzuli yazar düşüyor acaba?

Yaşantılarınızı istediğiniz ya da istemediğiniz bir biçimde kurmuş olabilirsiniz. Ama her koşulda yaşantınızın karşı duvarının altında bilinçaltınızın/bilinçdışınızın cesedi yatar

 

 

MAHMUT AYAZ

 

Belki bir güzelliği ödüyoruz
Sanki bir güzelliği ödüyoruz
Ne gelir elimizden, insan olmaktan başka.
Edip Cansever

Sözcükler çürüyerek anlamlarını yitiriyorlar. Hangi sözcük bir acıyı onarabilir ki artık! Hoyrat ve kanayan sözcüklerdir inciten onuru. Susmak, sözcükleri kutsayarak, gizlice, umarsızca ve onurluca yaşatmaktır artık. Kırılgan ve yaralı yüreğime hiçbir kent sığmıyor. Zaman hiçbir acıyı onarmıyor artık (oysa zaman her şeyi onarır demişlerdi). Bir kentin ortasında umarsızca ağlıyor zaman!

Örselenmiş ve yaralı yüreğime hiçbir kent sığmıyor. Her kent yıkıcı bir yalnızlık, sesimin kaybolduğu bir kimsesizlik. Her kent çok konuşmuşluk, çok kokuşmuşluk. Her konuşmuşluk aslında hiç konuşmamışlık, zehir zemberek susmuşluk; çokça ıssızlık, çokça kimsesizlik ortasında aslında hiç konuşmamışlık, güya çokça her şeyi yaşamışlık ama aslında hiçbir şeyi yaşamamışlık, çokça kahrolmuşluk. Çokça yürekleri yırtan korkunç bir çığlık, bir kent dolusu çığlık. Alkol ve sefa gecelerinde bardakları, şişeleri, yürekleri aşıp taşan, kimse kimseyi anlamasa da içten dışa bir cerahat gibi akan yapayalnız birer çığlıklar toplamı. Bir çığlık bir çığlığa teğet geçmese, bir çığlık bir çığlığa yaslanmasa, bir çığlık bir çığlığı anlamasa ne çıkar! Çığlık yine çığlıktır, yapayalnız çığlıktır. Çığlığı çığlık yapan yapayalnızlığı değil midir? Herkes aslında birer çığlık değil midir? Herkesin kanayan bir şarkısı vardır Arkadaşım dememiş miydim!? Herkes aslında birer eksiklik, birer yarım kalmışlık, biraz yaşanmamışlıktır!

Geldik mi acı çığlıkların altında yatanlara, toplumsal nevroz ve depresyonlara. Freud sevsin sizi, bilinçaltınız öldürsün sizi, pisi pisi psikanaliz çarpsın sizi e mi!
Artık bir şeyler değil, bir şeylerden de çok şey, hatta her şey eksiktir! Her eksiklik bir yaşanmamışlık, bir kanamışlık, bir yenilmişliktir. Her konuşmuşluk buruk bir çığlıktır kar tanesi gibi yere düşmeden eriyip giden. Hiçbir sözcük bir çığlığı onaramaz artık! Çürüyerek anlamlarını yitiren sözcükler çarpık ağızlara özgü, sözcüklerin sahipleriyse kendilerine özgü değiller. Sahte ve kirli sözcüklerle başlar ölüm; yiter kendine özgülük, yiter özgürlük, yiter kendilik. Başkalık başlar, ölüm başlar, ama bilinmez yiten, başlayan görülmez; bilemezler yiteni, başlayanı göremezler. Ne yazık, çok şeyin farkında olmadan, kendilerinin farkında olmadan, kendileri olmadan ölürler.

Yaşantılarınızı istediğiniz ya da istemediğiniz bir biçimde kurmuş olabilirsiniz. Ama her koşulda yaşantınızın karşı duvarının altında bilinçaltınızın/bilinçdışınızın cesedi yatar. Bazıları bazen ürkerek, korkarak da olsa bir köpeğin bir duvar dibini kazdığı gibi o duvarın altını kazmaya çalışır. Ve bir sürprizle karşılaşır: Aaa hortlaaak! Bilinçaltlarından anneler-babalar- geçmiş ve üstü örtülmüş yaşantılar nanik yaparlar! Koskoca yaşamlar, onca kariyerli ömürler ansızın çürürler.

Ben derim ki, cesetler üzerine yuva yapmayın, fasa fiso şeylere tapmayın, ömürlerinizi boşuna karartmayın. Beğenmediniz mi? E o zaman açık söyleyeyim; paraya pula, mala mülke, kariyere mevkiye ömrünüzü satmayın, hayatınızı karartmayın, bilinçaltınızı kanatmayın. (Para pul, mal mülk, kariyer mevkii… gibi şeyler, heveslisi olanlarca elde edilebilir ve bu uğurda yırtınan herkeste bir şekilde olabilecek olan şeylerdir, herkeste olamayacak olan asıl servetse kişilik ve zekadır!)

Yok ama ben boşuna söylüyorum. Ne desem boş ve boşuna. Siz yine de osuruktan oyunlarla oynayıp/oyalanıp mutluluk tabloları çizeceksiniz! Nazım Usta da kalkıp, “sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diyor. O da laf mı, herkes kendince mutluluğun yanılsamasını ne güzel yapıyor işte.

Hayat insanların umurlarında olmayınca incinip küserek ve sonra da insanları ti’ye alarak çekip gitti hayatlardan. Bu insanlardan bir bok olmazdı ve boklarını hayata da bulaştırıyorlardı. Hayat incinerek küsüp gitmeseydi, onu da bok götürecekti. Şimdi bok insanları götürüyor! Bu sözlerimi de beğenmediniz değil mi? Ama bu sefer hak vermeniz gerekecek. Sözlerimle çevreyi kirlettiğimi düşünüyorsunuz belki, ama bu sözler eylemden o kadar uzak ve bir olgunun tespiti ve tahliline o kadar yakın ki! Oysa bırakın çevreyi, o çevrenin en başat unsuru olan insanı kirleten kim?!

Gece yatmadan önce lenslerinizi ilaçlı su dolu bir bardağa koymayı, makyajlarınızı silerek, en azından uyurken/uykudayken maskelerinizi çıkarmayı, dişlerinizi fırçalayıp, yatağa girmeden önce de geğirmeyi ve osurmayı unutmayın e mi! Asıl önemlisi içinizi havalandırmanız! Haa rüyalarınıza karışmıyorum, ona bilinçaltınız bakıyor. Ama yine de siz siz olun rüyalarınızda da kontrolü elden bırakmayın! Her zaman, her yerde hep tetikte olun, belli mi olur! Bir bakarsınız hayatlarınız üstünüze çıkıp sizi ezen bir dev oluverir, bir bakarsınız beyniniz ya da yüreğiniz bedeninizden fırlayıp dışarı çıkmış ve derin bir uçurum oluvermiş ya da ne bileyim, tüm vücudunuz parça parça ayrılarak, her organınız ayrılıp birer özerk ve demokratik cumhuriyet kurarlar, ya da cinsel organınız birden bir piton yılanı oluverir ve sizi bir hamlede yutar, bir sürü vajina size kahkahayla güler… kan, ter, kusmuk, osuruk birbirine karışır. Neyse, çıkalım bu konudan, uzatmakla bitmez çünkü.

En iyisi konuyu biraz değiştirmek. Kendimden bir şey söyleyeyim, içimden geldi birden, fikir uçuşması işte (yok canım, psikiyatrideki halüsinatif klank çağrışım değil bu). Ben bazen çok şeyi yerli yerine oturtabilirken, bazen de tam tersi olur ve bazı şeyleri anlamakta bile güçlük çekerim ya da hiç anlayamam. Örneğin, annem beni niye doğurdu? Sahi onca çocuğu varken niye beni de doğurdu? Ben doğurulmak için kimseye dilekçeyle başvurmadım ki! Her neyse, sadece demek istiyorum ki; annem beni doğurma işinden daha önemli bir iş yapabilir ve dünya ya da ahiret işlerine daha faideli olabilirdi. Sanırım cehaletinden ve analık duygularından beni tercih etti. Tercihler çoğu zaman yanıltıcı olabiliyormuş!

Hasbelkader okuyup-yazan bir adam oldum ve kitaplarda geçen cümleleri ben de kurabiliyorum. Zaten birkaç yazarın kitapları dışında, bir sürü fuzuli kitap da anlam ve önemini yitirdi (Gözler küçükse karşıdaki/görülen büyük görünür, gözler büyüdükçe karşıdaki küçülür). Hem bir sürü fuzuli insanın yanı sıra, bir sürü de fuzuli yazar var (sen de onlardan birisin diyebilirsiniz ama ben kendimi yazar mazar saymıyorum, yazar kaç yazar/ne yazar!). Kaç fuzuli insana, kaç fuzuli yazar düşüyor acaba? Neyse, buraları karıştırmayayım. Ekonomideki arz-talep meselesine giriyor bu ve en az bildiğim alandır ikti-sat. Her ne kadar mikro ve makro ikti-sat okuduysam da yine de sevemedim o kurtlar pazarını.
Size acı bir şey daha söyleyeyim mi? Hemen herkesin gittiği, gideceği ya da gidebileceği bir yer vardır mutlaka ya da bu olasılık kuvvetle muhtemeldir. Ama biliyor musunuz ki, benim yok! Kendimden başka gidebileceğim hiçbir yer yok, hiçbir şeyse hiç olmadı. Kendimden başka hiçbir şeyim de olmadı. Bazen kendimi hırpalarım, bakmayın siz zaman zaman kendimi hırpaladığıma, oysa kendimi severim, sevdiklerimi de hırpalarım. Amaaan hasta bu herif mi diyorsunuz! Bence böyle demekte acele etmeyin. Belki hastayım, belki değilim, belki hasta olan ben değilim! Lütfen acele etmeyin ama çok sabırsızsanız, siz bilirsiniz, sizi zorla tutacak değilim. Ah bakın sözümün devamını unuttum, ipin ucunu hep böyle kaçırıyorum.

Biliyor musunuz (cümleye biliyor musunuz diye başlamak aptallara özgüdür ve ben de bu hakkımı böylece kullanmış oldum), aslında her şeyin her şeyle ilgisi vardır, tıpkı doğanın/canlıların yasalarını anlatan hayvanlar belgesellerindeki gibi. Sanırım kafanız gittikçe karışıyor, bağışlayın ama, çoğu durumda kafanız zaten karışık değil mi? Ne riskli bir cümle, sizinle dalga geçtiğimi sanabilirsiniz. Sanılar çoğu zaman aldatıcı ve utandırıcıdır!

Her neyse, eski günleriniz, geçmiş yaşantınız yeni günlerinize ayak bağı olmasın yeter! Ama eskidikçe ekşiyen o arkaikleşmiş eski günler eskidikçe sizi de eskitir ve eksiltirler! Ve aslında insanlar çok konuşur da kimse kimseye bir şey söylemez! Ne acı! Sahi kimse kimseye niye bir şey söylemez ki? Peki bazen gözlerinizden akan yaşlar ne ola ki? Şaşkın ve ağlamış gözleri de mi gizleyeceksiniz? İyi, gizleyin de, en başta gözleriniz ve ben aptal değilim ki! İçinizde dolaşıyor, içinizi okuyor, içinize akıttığınız gözyaşlarınıza dokunuyorum. Biliyorum azım, yalnızım ve umarsızım. İçinizdeki ur, sırtınızdaki kamburum aslında. İçinizde boğduğunuz geveze çocuk ve acı çığlığınızım. Bırakın da sizin yerinize konuşayım. İçten konuşmaların nesli tükenirken, boş konuşmalar istila ediyor her yanı. Sözcük kirliliğinden kulaklar sağırlaşmış!

Her neyse, yeri gelince biz de konuşalım arkadaşım! Susmak elbette onurlucadır, ama sustukça ortalığı bok götürüyor. Boğulmamak için sayıklayıp duruyorum işte.

 

paylaşmanız için