Üç Kırmızı… Veda, Elma Şekeri, Kuğu

Adeta bir elma şekeriydi vitrinde. Karnını mı yoksa ayaklarını mı mutlu etmek isterdi bilemedi, bakınca cama yapışmış kızın yüzüne. Kara bulut gibi düşürdü gölgesini adam, al şu parayı dedi, çekil vitrinin önünden.

HURİYE TİBET

Veda

Sabah ezanıyla çıkardılar dışarı. Koyu kırmızı çatlamış derisi, gecenin bıraktığı ayazı biraz olsun kırmıştı.

İçerideki ağıtlara inat, fiyonklarının kıvrımıyla gülüyordu henüz karanlığı üzerlerinden atamamış damlara. 

Etrafına ılıman bir halka oluşturdu gülüşü, genişledikçe turuncusu güneşe karışacak olan.

Şu karşısında duran karlı yolda, dün yürümüştü siyah tabanlarıyla.

Hatta şu havlayan köpek de oradaydı adımlarını hızlandıran, topuklarını karlı çamura batırırken korkularını karıştıran.

Sonunda kesildi dedi köpeğin sesi.

Şimdi sivri uçları kıbleye dönmüş, bekliyordu gitmeyi.

Elma Şekeri

Adeta bir elma şekeriydi vitrinde. Karnını mı yoksa ayaklarını mı mutlu etmek isterdi bilemedi, bakınca cama yapışmış kızın yüzüne.

Görmüştü onları, arkadaşı satıyordu trafikte, kıza da vermişti patrona çaktırmadan.  

Gülerek kaçışmışlardı biri sağa, biri sola, tıpkı fiyonkları gibi.  Sivri topuklarını düşündü sonra, değer diye düşündü annesinin ilk tokadına. Siyah tabanları yakışmazdı ama olsun, basar üstüne her gün babasının sakalları niyetine. Kara bulut gibi düşürdü gölgesini adam, al şu parayı dedi, çekil vitrinin önünden.  

Kuğu

Maalesef büyük değildim yeterince, çirkin ördek yavrusunun ayaklarına. Kırmızımla, bir lubunya çiçeği gibi davetkar duruyordum vitrinde, içeriğe cesaretle girdirecek kadar. “Uymaz bunlar senin gibilere” bakışıydı adamdaki, bir neden bulsun istedim beni bırakıp gitmeye. Siyah tabanlarımı gösterdim, yakışmaz artık kılsız göğsüne. Haklısın der gibi göz kırptı, bir kuğuydu anladı.

Gülücük yolladım fiyonklarımla, adeta bıyık altından eski madi günlere.