Prestij

Demem o ki, uluslar arası düzeyde ülkeyi temsil eden şahsın prestij kaybı sadece kendisinin değil; topyekun bir ulusun, ülke toprakları üzerinde yaşayan her canın, geçmişten gelen tüm kültürel birikimin de saygınlığına dokunuyor

 

EMİNE SUPÇİN

Latince’den Fransızca’ya, oradan da bize misafir gelip vatandaşlık hakkı elde ederek dilimize yerleşmiş “prestij” sözcüğünün karşılığı saygınlık olsa gerektir.

Prestij’in söylenişindeki fiyaka ve çapkın duruşuna karşılık, saygınlık’ın oturuşundaki ağırlık ve bin yılları kapsayan bilgelik tartışılamaz bile.

Fakat konumuz bu değil… Konumuz, bireyler olarak kendimizi ve ülkemizi temsil etmekle ilgili. Bireysel olarak her gün, her yerde ve her an bir şeyleri temsil ederiz. Ailede aldığımız terbiyeyi, diplomasını aldığımız okullarımızı, mesleğimizi, dostlarımızı… Uzun uzun sıralamak mümkün.

Bir ailenin kızını istemeye giderken oğlan tarafı kendi sülalesindeki saygın yaşlıları yanlarına alırlar. Çünkü o aileyi onlar temsil eder.

Büyük şirketlerin devasa maaşlarla akıllı, çalışkan, eğitimli, bilgili ve yaratıcı insanları CEO olarak seçmelerinin altında yatan asıl gaye temsildir. Şirketin bu üst düzey yöneticisi öncelikle o şirketin saygınlığını gösterir. Bu yüzden prestijli kimselerdir kendileri.

Aileler, şirketler derken tüm bunları kapsayan en büyük öge ülkedir. Ve ülkeleri başkanı, başbakanı, cumhurbaşkanı temsil eder.

İşte bu yüzden başbakan veya cumhurbaşkanının en az bir fakülte mezunu olması kanunla sabitlenmiştir. Hatta keşke en az yüksek lisans yapmış, mümkünse doktorası olmak, milletvekilliği adaylığı için kıstas olsa da memleketin yüzü aydınlansa…

‘Temsil’, ‘saygınlık’ ve batıdan gelen oturumlu misafirimiz ‘prestij’ gibi kavramlar çok önemli.  Hem de çok…

Anayasamızdaki cumhurbaşkanı kavramı da tamamen temsil yetkisi ile vardır. Bu yüzden tarafsızdır. Çünkü kız istemeye giden aileden, şirketlerdeki ceo’lara varıncaya kadar herkesi o temsil eder.

Keşke o kadarla kalsa temsil ettiği değerler…

Cumhurbaşkanı ülkesinin maddi ve manevi kıymetlerinin tamamını temsil eder.  Ölüsünü dirisini, gelmişini geçmişini hepsini…

Dar bir sokakta, iki karo taş arasından başını güneşe çıkarmış, cılız bedeniyle yaşamı kutsayan nazlı gelinciği temsil eder. Dikkatsiz birinin ayağı altında ezilmekten son anda kurtulup yuvasına yem taşıyan topal karıncayı temsil eder. Henüz hayatın farkında olmayan ve bu yüzden neşeyle oradan oraya koşturan kuşlar kadar sevimli, filizler kadar canlı ve umutlu çocukları da temsil eder!

Bu nasıl ağır bir yüktür ki dağdaki kurttan, ovadaki keçiye; gökyüzündeki kuştan, toprak altındaki solucana kadar her nüveyi kapsayan bir temsildir! Yer üstündeki tarihi eserlerden, yer altındaki maden cevherine kadar uzanan bir temsil bu!

Cumhurbaşkanlığı forsumuzda on altı tane yıldız vardır ve her biri geçmişte kurulan on altı Türk Devletini işaret eder. Geçmişteki on altı Türk Devleti’nin askeri kıyafetlerini mankenlere giydirip önlerinde fiyakalı fotoğraf çektirmek değildir, geçmişi temsil etmek!

Orhun kitabelerini yazdıran görklü bilinçten, kartal başlı Selçuklu’ya; Kutadgu Bilig’den Sultan Mehmet’i Fatih yapan Ak Şemseddin’e uzanan sürecin mimarisinden mesnevisine, kervanlarından, bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen akıncılarına varana kadar her ögeyi temsil etmek… 

Demem o ki, uluslar arası düzeyde ülkeyi temsil eden şahsın prestij kaybı sadece kendisinin değil; topyekun bir ulusun, ülke toprakları üzerinde yaşayan her canın, geçmişten gelen tüm kültürel birikimin de saygınlığına dokunuyor.

Topal karıncadan, tarhana çorbasına; Bilge Kaan’dan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’e kadar…

 

Notum: Yukarıdaki yumuşacık yazıyı 2010’da yazmışım. O günden bugüne bizimkinin temsil ettiği değerleri düşünüp başımı taşlara vurasım geldi. Meğer amaç temsil etmek değil, yok etmekmiş tüm değerleri. Ne topal karınca kaldı yakılan ormanlarda, ne de yeraltında maden cevheri satılmadık. Ne toprak kaldı yabancılara peşkeş çekilmemiş, ne de düşman kaldı kapılardan içeri buyur edilmemiş.

Yoruldum/k…

 

paylaşmanız için