Türkiye’de siyasal tercihler

Son yerel seçimlerde iktidarın büyük bir yenilgi aldığı, devreye soktuğu yargı, tarafsız olması gereken tüm kurumlar, yoğun kara propaganda vb tüm unsurlara karşın başarılı olamadığı ve her girişiminin ters teptiği de ortada

 

 

AV. CEM BAYINDIR

Batı demokrasilerinde partiler Fransız Devrimi’yle birlikte doğmuş, ekonomik-siyasal-sosyal temeller üzerine kurulmuştur.

Batı’da öteden beri sınıf ayrımı-sınıflar sözkonusu olduğundan, paranın ve toprağın gücüne sahip zenginler (derebeyleri) dinsel erk sahibi kilise, devletin tek sahibi kral (devlet); öte yanda da halk, yoksul kitleler, işçiler vardır.

Batı’da partiler ekonomik ve toplumsal konuma göre kurulduklarından; sağcı partiler, zenginlerin, soyluların, tüccarların, kilisenin çıkarlarını; solcu partiler de işçi sınıfının, köylülerin, taşranın, tarımla uğraşanların, yoksulların çıkarlarını savunan siyasal örgütler olmuşlardır.

Bizde de Cumhuriyetle birlikte padişahtan alınan egemenlik TBMM’ye verilmiş ise de partilerin kuruluşu yukarıdaki gibi olmamış, kültürel farklılıklar üzerine bir yol tutturulmuştur.

Sağdaki partiler geleneksel kültürü, dinsel bir yaşamı, eskiyi, daha kapalı bir toplumu savunagelmiş, soldaki partiler ise çağdaş uygarlığı, Batı kültürünü, laikliği, ilericiliği, eşit ve özgürlükçü bir düzeni savunmayı ilke edinmiştir.

 

İttihatçılık kültürü

Niyazi Berkes ve Attila İlhan bizim partilerimizin “ekonomik siyasal” değil “kültürel” ayrımlar üzerine konuşlanmasının nedenini bizde parti anlayışının kökeninin Batı demokrasilerine değil Doğu Avrupa yani Rusya olmasına bağlarlar.

Bu iki önemli yazara göre, bizdeki siyasal parti kavramı Meşrutiyet öncesi ortaya çıktığından o dönem Balkanlar’da Osmanlı içerisinde savaşım veren, Bulgarlar, Rumenler ve Sırplar “komitacı” bir kimlikle kendilerine göre bağımsızlık için savaş verdiklerini ileri sürseler de Batı’nın ve Rusya’nın 

çıkarları için Türklere isyan etmişlerdir.

İşte, Ruslardan Rumenlere, oradan Bulgarlara ve Sırplara geçen komitacılık (silahlı eylem bile içeren siyasal örgüt) bizdeki ilk particiliğin yani İttihatçıların örnek aldığı örgütlenme biçimdir.

İttihatçılık ya da komitacılık ile Batı particiliği birbirine benzemez. Bizdekinin Batılı ilkeleri yoktu, örneğin seçimin sonucu ne olursa olsun iktidarı vermezlerdi, itiraz eden ya da karşı çıkanların ise sonu zindan ya da ölüm olurdu.

Günümüzde de öyledir, Batı’da seçimi yitiren ya da halkın gözünde saygınlığı zedelenen bir parti istifa etmesini, görevi bırakmasını bilir, halkın bir seçimde onları seçip bir sonrakinde seçmeyebileceğini kabul ederken, burada bir siyasi ahlakın da gücünü görürüz.

Bizde ise sağda ya da solda bir partiyi, ilçede, ilde, genel merkezde bir kez ele geçiren onu yenilse de yense de ölene değin yönetme sevdasındadır. Gerek duyarsa o partiden bu partiye transfer olmaktan utanmaz. Başarısızlıkta bile “istifa” diye bir şey kitapta yazmaz. Yani parti içinde bile bir demokrasiden söz edilmez ki, ülke içinde demokrasiden söz edilebilsin.

Cumhuriyetin ilk 15 yılında neler olmuştu?

Oysa, 1923’te Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Halk Partisi, halkın çıkarlarını koruyan, sol düşünceye yakın, yoksul halkın yanında, halkçı, milliyetçi, laik, devrimci, cumhuriyetçi, ekonomik bağımsızlığı ilke edinmiş bir partiydi.

Hem memleketin içinde halkı soyanlara hem memleketin dışında ülkeyi soymaya kalkanlara karşı Türk halkının çıkarlarını ölümüne savunmaktan çekinmemiş ve bunu yaklaşık 15 yıl başarıyla sürdürmüştür.

Ancak 1938’den sonra CHP bu çizginin yavaş yavaş dışına çıkmış, gittikçe devleti koruyacak, özünü yitirmiş bir partiye dönüşmüş, ardından sağ kulvardaki Demokrat Parti de özde hemen hemen bu çizgide kurulmuş, neredeyse iki benzer parti olarak halkın karşına seçenek olarak sunulmuşlardır.

 

Demokrat Parti Dönemi

1950’den sonra siyaset sahnesinde gücü ele geçiren Demokrat Parti, CHP’de eleştirilen her ne varsa çok daha beterini uygulamaktan, baskıcı yasalarla muhalefeti şeytanlaştırıp, ezmekten çekinmemiştir.

 

Seçmenin Tercihleri

1940’lardan bu yana CHP halkın gözünde gerçek anlamda halkın değil aydınların, zenginlerin, Batı kültürünün, dine karşı laikliğin (halk gözünde dinsizlik) savunucusu olarak görülmüş; karşısındaki merkez sağ parti ise dinin, daha yoksul kitlelerin, muhafazakârlığın, geleneksel kültürün, sıradan yurttaşın savunucusu konumuna geçmiş ve sağ partiler halkın kendisine daha yakın hissettiği partiler olmuşlardır.

Bir yandan çağdaş yaşamı, bireyin ve halkın özgürlüğünü, düşünce ve inanç özgürlüğünü, ilericiliği desteklerken, bir yandan da Türk kimliğini korumak, halkın çıkarlarını savunmak, insanları yoksulluktan çıkarmak, korumak ve refaha kavuşturmak amacıyla kurulan ve 1923-1935 arasında bunu başaran bu parti amaçlarını gerçekleştirecek bir düzeye bir daha gelememiştir.

Bugün görüyoruz, halkın yarısı oy tercihinde “bizim parti dini ve geleneksel kültürü savunuyor”, “biz oy vermezsek, CHP yani karşı taraf Batı kültürünü, Batı ahlakını getirecek, Batı’yla gizli işbirliğini sağlayacak geleneksel kültürümüzü, dinimizi yok edecek” gibi nedenlerle oy verirken; öteki yarısı da -daha çok CHP’ye oy verenler- laikliği, çağdaş yaşamı, ilericiliği istiyor ve karşısındaki parti “gericiliği egemen kılacak, insanların yaşamına müdahale edecek, laikliği, kültürel ve toplumsal yaşamı yok edecek” kaygısıyla oy veriyor.

 

Manzara ne durumda

Oysa şu anki yönetim anlayışının, Türkiye Cumhuriyeti’nin “her fabrika bir kaledir” ilkesini ayaklar altına alıp, tüm milli ekonomik varlıkları yani kalelerimizi özelleştirmelerle kapitalizme teslim ettiğini, kültürel mirasımızı ve geçmişimize zarar verdiğini, doğayı ve tarihi önemsemediğini, halkı yoksulluğa iterek sadaka kültürüne, asgari ücrete alıştırdığını, toplumun aza kanaat etmesini istediğini, geleneksel kültürümüzü ve manevi değerlerimizi koruyamadığını ve toplumdaki derin ayrımı büyüterek, medya yoluyla ulusal-dinsel ve gerçek dışı ekonomik söylemlerle halkın algılarını değiştirerek siyasal tercihlerin doğru yapılmasına olanak vermediğini görüyoruz.

 

Bu tercihler hep böyle sürecek mi?

Uzun zamandır süren ekonomik sıkıntılar, liranın değer yitimi, rakamlarla oynamasına karşın gizlenemeyen enflasyon, sürekli para basımı, işsizlik oranlarının yükselmesi ve salgın, yukarıda saydığımız nedenlerle yapılan siyasal tercihleri etkileyebilir.

Son yerel seçimlerde iktidarın büyük bir yenilgi aldığı, devreye soktuğu yargı, tarafsız olması gereken tüm kurumlar, yoğun kara propaganda vb tüm unsurlara karşın başarılı olamadığı ve her girişiminin ters teptiği de ortada. Neredeyse tüm büyükşehirleri kazanan muhalefetin geçen sürede tüm engellemelere karşın iyi yönetim sergileme çabaları, yoksul kitlelere gösterdiği ve göstereceği yaklaşım, siyasette yeni bir dönemin ayak sesleri olabilir.

Düşük bir olasılık da ülkedeki tüm göstergelerin alarm vermesine, her alanda olumsuz gidişin artarak sürmesine karşın, siyasal gücün hep aynı taktikle; halkın ekonomik kriz ve salgının başka partilerle daha da büyüyeceği korkusunu pompalayıp bir de ulusal-dinsel kaygıları yoğun bir propaganda ile havuz medyası yoluyla ön plana çıkararak yine seçmen kararlarının değişmesini sağlama yoluna gidip başarılı olmalarıdır.

Eğer, siyasal güç kendini bu ülkenin sahibi ve bekçisi savıyla kendini ayrıcalıklı konuma, muhalefeti de ötekileştirip düşman yerine koyarak, gerektiğinde en antidemokratik tutumları bile sergilemekten, uygulamaktan vazgeçmez; oy uğruna bir arada yaşama kültürümüzü, Anadolu’nun kadim hoşgörü kültürünü yok etmekten kaçınmazsa, biz de; toplumdaki bu derin ve keskin ayrımı ve bu bakış açısını yenemezsek, oy tercihlerimizi ekonomik ve milli çıkarlarımızı koruyanlara değil de dinsel ve kültürel kaygılarla yapmayı sürdürürsek, bile bile girdiğimiz bu yolun sonunun -ne yazık ki- İttihatçıların bizi düşürdüğü zifiri karanlığa gittiğini gösteren pek çok olumsuz belirti olduğunu söylemek zorundayız.

İlk seçimlerde ülkeyi yöneten ittifakın kazanması, Türkiye’nin evrensel çerçevede bir demokrasiye dönüş olasılığını rafa kaldıracak, kazanan mevcut siyasal güç bu sonucu, “milli irade”nin isteğine, halkın bu yönetim sistemini bir kez daha onayladığı biçiminde değerlendirilecek, sert ve denetimsiz yönetim daha da güçlenecek; muhalif partilerin ise yolu kapanacak ve umutları tükenecektir.   

Umarım ki seçmen tercihini demokrasinin sürmesinden yana kullanır.