sakın gözünü boyamasın, kamaştırmasın ruhunu
birçok kez söyledim bunu; gerçekse bütün bunlar
onca itibar, şeref ve onur bağışı değilse yalan
sen niye hâlâ çaresizsin ve çıkmaz sokaklar içindesin
sen hâlâ niye vatanının ortasında vatansız gibi yaşamaktasın
gençliğini harcamaktasın, sonra mesleksiz, aşksız öylece yaşlanmaktasın
CAFER YILDIRIM
kamyoncu lokantalarında yemek yedim, işçi kahvelerinde bira içtim
dağ köylerinde, çiftliklerde, mezralarda konukluk ettim
odunlar o kadar mı intizamla dizilirdi avlulara
arpa çuvalları, su kabakları, biber hevenkleri
tereyağı tulumları, yoğurt keseleri…
sanki bir umut gibi…
ve bu özen, bu sabırla sınanmış itina ancak bir devrime yakışabilirdi
kadınlar, erkekler bir yabancıyı gündelik hayatlarına
dünyanın neresinde bu denli bir içtenlikle davet etmişlerdir
bu nasıl evrensel bir otantikliktir, tanık oldum ve yaşadım
buyurun dediler omuzlarımdaki karı elleriyle silkelediler
çay demlediler, sonra sonra bakışları genişledi, hallerine kelimeler eklendi
fakat kendi evlerinde yine bir yabancı gibiydiler
ekmek vereyim derken öyleydiler, çay sunarken öyleydiler
bana o dağ köylerinden, kendine kapanmış kasabalardan
şehir şehir bütün bir toplamından anadolu’nun
kar gibi duygular, kısacık ve her şeyi anlatan cümleler kaldı
her kent seni bana kendi suretinde bir kez daha sundu
bazen deniz, bazen dağ, bazen rüzgâr, bazen toprak
bazen vaha yüzlü, hınç yüzlü, öfke yüzlü, çorak yüzlü
çaresiz, ekmeksiz, acınacak yüzlü, kalbi kırık, teselliye muhtaç yüzlü
iyiliksever, konuksever, kadirbilir, vefa anar, fedakâr yüzlü
demeliyim ki ey türkiye dünyanın bütün yüzlerini senin yüzünde gördüm
her yüzünden yeni bir fotoğraf, her duruşundan yepyeni bir anlam edindim
şaşırdım ne kadar özensiz giyindiğinin farkına vardığımda,
rüzgâra karşı tükürdüğünü gördüm, ürperdim intikam hissinden
ürperdim şehvetindeki derinlikten; inatla varlığını koruyan
ve hangi kaynaktan beslediğini çözemediğim bir de umudun kaldı bende
her acıklı durumun ortasında birden patlayan kahkahaların gıdası da sanırım oydu
lastik papuçlarla kasaba caddelerinde bir gündeliği yürüyen kadınlar gördüm
üzüldüm onları ilk gördüğümde fakat mutlu insanlardı bunlar
meyhane masalarında daha çok içmek isteyen ve içtikçe ağlayan erkeklerle oturdum
her kentin ey türkiye bana oralı olduğum hissini verdi bir kez daha
çocukları sevdim, yaşlılarla konuştum huzur evlerinde, parklarda, kapı önlerinde
çocuklarını reddeden anneler ve kızlarının yolunu gözleyen babalarla tanıştım
sonra yeniden döndüm kendime, bu karmakarışık dünya düzeninde
vefanın vefadan, merhametin merhametten, oluşun oluştan
gülün gülden, barışın barıştan başka anlamı yoktu, bunu anladım
bu yalınlığı ben senin dilinden öğrendim, senin iç yollarında, kılcallarında
senin iç zamanlarında öğrendim, içim yanıyor diyen hiç kimse “ama” demez
kardeşiz diyen hiç kimse, defterinden “k” harfini silmez
bu yüksekliği sende gördüm ben; gördüm, duydum, inandım
böyle böyle tazelendim, hülyalarıma düşen şüphe ve nihayetinde dağıldı
böyle böyle geçtim kasırların, konakların, gecekonduların, köşklerin önünden
yalıların, sıradan müstakillerin, apartmanların ve barınakların gölgesinden
böyle böyle geçtim sanayi mahallelerinden, kırlardan, tarlalardan, güzlerden
suflörle konuşur senin için kurulan sahnelerdeki aktörler
her sahnede yeni bir kılıkla karşına çıkar onlar ki
sade bir güvenin yalın ama gerçek kelimeleri ile
sesleniyorum sana, diyorum ki:
adınla birlikte başlayan ve adına tutulan alkışlar yalandır
sakın gözünü boyamasın, kamaştırmasın ruhunu
birçok kez söyledim bunu; gerçekse bütün bunlar
onca itibar, şeref ve onur bağışı değilse yalan
sen niye hâlâ çaresizsin ve çıkmaz sokaklar içindesin
sen hâlâ niye vatanının ortasında vatansız gibi yaşamaktasın
gençliğini harcamaktasın, sonra mesleksiz, aşksız öylece yaşlanmaktasın
sen hâlâ neden seni helâk eden gündeliklerin kahramanısın
sen hâlâ neden tutukevlerinin müdavimisin
sen hâlâ neden karakolların başmisafirisin
adalet saraylarının yegâne mağduru, refah âlemlerinin garsonu sen değil misin
düşündün mü hiç böylesi cezaların suçunu nasıl ve nerede işlediğini
böylesi ödüllerin niçin sen olmaktasın muteber şölen yıldızı
ey varlığını varlığımla sınadığım gerçek
deneylediğim umut, manasından geldiğim mısra
sana şairlerin, o engin bilim insanlarının, sana yunus gibi dervişlerin
sinan gibi mimarların, sana mühendislerin, adını dahi duymadığın baletlerin
sopranoların, mesela zehra yıldız’ın kalbiyle seslenirim
sana senin adına edindiğim önderlerden şiarlar iletirim:
“en yüce değer emektir”
yine sorarım, kadıların, şeyhülislamların, halifelerin
ve onların ardıllarının bu güne kadar sundukları nedir sana
papaların, hahamların, kardinallerin vaatleri nedir
düşünmeni isterim bir kez olsun anımsamanı isterim
onlar ki senin için hangi hayatı inşa ettiler
onlar ki ruhunu hangi azabın pençesinden kurtardılar
ve yine onlar ki bedenini hangi çilenin azabından çekip aldılar
onlar senin için ne zaman eza çektiler, kendilerini senin önüne attılar
ey halkım bir kez olsun anımsa belleğine düşenleri
bir kez olsun aklından geçir bütün bir tarihini
demem o ki dön de bir bak kendine, türkiye.