Ekim Devrimi: Dünyayı Sarsan 10 Gün

 

John Reed bir gazeteci olarak olup bitenleri anlamak ve okurlarına anlatmak için Rus kentlerinde dolaşırken, kendisini bir anda devrim hareketinin göbeğinde bulmuş, tanıklık etmiş ve bunları eşsiz bir biçimde yazıya dökmüştür

 

AV. CEM BAYINDIR

Gazeteci John Reed’in Ekim Devrimini anlattığı “Dünyayı Sarsan On Gün” yapıtını babamın kitapları arasında gördüğümde 7-8 yaşlarında bir çocuktum ve 1978 tarihli, Oda Yayınları’nın Erdoğan Gürkan çevirisiyle yayımladığı bu kitap, bana ta o günlerde kapak resmi ve adıyla etkileyici gelmişti.  

Kitabın yazarı yalnızca 33 yıl ömür sürmüş Amerikalı John Reed, 1887’de zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası yargıçtı. Özel okullarda okumuş, iyi bir atlet ve şairdi. Harvard Üniversitesini bitirdikten sonra gazeteciliğe başladı. 1913’te New Jersey ipek işçilerinin grevini izlediği sırada tutuklandı. The Masses (Halk Kitleleri) adlı dergiye yazdığı grev yazıları büyük ilgi uyandırdı. Bu grevle ilgili olarak kaleme aldığı, “Paterson’da Savaş” başlıklı makale, yansız ve mesafeli bir bakış açısı yerine katılımcılığı benimsemesi bakımından gazetecilikte bir ilktir. 1914’te Meksika’daki devrimi izlemek üzere ayaklanmanın olduğu bölgeye gönderildi. Burada Meksika devrimi hakkındaki izlenimlerini, “İhtilalci Meksika” adlı kitapta topladı.

Reed’in yaşamındaki en önemli dönem, 1917 Ekim Devrimi sırasında yaşadığı süreç oldu. Şubat 1917’den itibaren devrimi izlemiş ve bu eşsiz kitabı yazmıştır. 1919 yılında yapıt basıldıktan kısa bir süre sonra ölen John Reed, önemli liderlerin gömülü olduğu Kremlin Mezarlığında yatmaktadır.

Kitap birçok belgesele konu olduğu gibi sinemaya da uyarlanmış ve 1928 yılında dünyaca tanınmış yönetmen Sergei Eisenstein, 1981’de Warren Beatty, 1982’de de Sergei Bondarchuk kitabı beyaz perdeye taşımışlardır.

Ön sözünde Lenin’in eşi Nadejda Krupskaya’nın geniş bir değerlendirmesi bulunan kitap yazıldıktan sonra efsaneleşmiş ve dünyanın en etkili yapıtlarından biri haline gelmiştir.

Adından da anlaşılacağı üzere, Amerikalı gazeteci Reed, Ekim Devrimi’nin ilk 10 gününde, yabancı bir gazeteci olarak olup bitenleri anlamak ve okurlarına anlatmak için Rus kentlerinde dolaşırken, kendisini bir anda devrim hareketinin göbeğinde bulmuş, olayları gözlemlemiş, tanıklık etmiş ve bunları eşsiz bir biçimde yazıya dökmüştür.

Ekim başında ülkenin çözülmek üzere olduğunu söyleyen John Reed, Martov taraftarı Menşeviklerin saygınlıklarını gittikçe yitirdiklerini, o ana değin küçük bir siyasal topluluk olan Lenin taraftarı Bolşeviklerin ise halkın gözünde giderek güç kazandıklarını da belirtir.

Ülkeyi gerici General Kornilov’un diktatörlüğüne teslim etmeye hazırlanan burjuvazinin etkili adlarından Rus kapitalist Liyazonov ise 15 Ekim günkü görüşmelerinde devrimin bir hastalığa benzediğini ileri sürer, yabancı güçlerin de müdahalesini ve sıkıyönetim ilan edilmesini ister.

15 Ekimde büyük Rus kapitalisti Stepan Georgiyeviç Liyanozov ile görüştüm. Bu adama ‘Rusların Rockefelleri’ diyorlar. ‘Devrim bir hastalıktır. Yabancı devletler er geç buraya müdahale etmelidir; hasta bir çocuğu iyileştirmek, ona yürümeyi öğretmek için müdahale edilmesi gerektiği gibi. Proletarya diktatörlüğü ve dünya toplumsal devrimi bulaşıcı fikirlerdir. Bolşeviklerle iki yoldan başa çıkılabilir: Hükümet Petrograd’ı boşaltır, sıkıyönetim ilan edilir. O zaman bölgenin askeri komutanı yasal formalitelere başvurmadan bu baylarla başa çıkabilir? Ya da, mesela, Kurucu Mecliste birtakım ütopyacı eğilimler ortaya çıkarsa, Meclis silah zoruyla dağıtılır…’

7 Kasım 1917 günü, yeryüzünün ilk sosyalist  devrimi, Rusya’da, St. Petersburg’da ve Moskova’da silahlı bir ayaklanma ile başlamış, bu iki büyük kent ve çevresinde, Bolşevikler iktidarı  ele geçirmiş,  karşı-devrim tümüyle etkisizleştirilmiştir. John Reed kitabında bu gözlemi net belirtir: “Büyük  Rusya çözülme halindeydi. 1905’de başlayan Devrim 1917 Şubatında hızlanmış, 1917 Ekimindeyse şaha kalkmıştı. ”

John Reed’in bu devrimi “Dünyayı Sarsan On Gün” adıyla nitelendirmesinin amacı kuşkusuz kendisinin de bir devrimci olmasından, dünyayı kökünden etkileyecek bir düzenin doğmasından kaynaklı umutlu bir anlatımdır. Bu devrimle işçi sınıfı sahneye çıkmış ve on gün içinde Ekim Devrimiyle (Jülyen takvimine göre 7 Kasım 1917) yönetimi devralmıştır.

Reed’in belirttiği gibi, o günlerde Rusya dağılmanın, çözülmenin eşiğindeydi. Eylülün sonlarına doğru, çarlık rejiminin yıkılmasıyla devrim gerçekleştiriliyor; gündelikçiler, çalışanlar artık kimsenin açlık ve yoksulluk çekmeyeceği bir sistemi getirmek amacıyla “Bütün topraklar köylülerin, fabrikalar işçilerin” sloganları içinde, karşı güçlerin, burjuvazinin saldırılarını karşılıyorlardı. Ekim geldiğindeyse artık direnç artacak ve utku sağlanacaktı.  

Hareketin biçimi tartışılırken, ayaklanma önerisi için yapılan oylama reddedilince, bir işçi söz alarak; “Petrograd proletaryası adına konuşuyorum. Biz ayaklanmadan yanayız. Siz dilediğinizi yapın ama size şunu söylüyorum ki eğer Sovyetlerin ortadan kaldırılmasına göz yumacak olursanız bizim için bitersiniz” deyince birçok kişi bu işçiye katılmış ve yeniden yapılan oylamada ayaklanma kararı alınmıştır.

Bolşeviklerin sağ kanadını oluşturan Kamanev, Zinovyev ve Riazanov’un yönettiği çizgi, silahlı mücadeleye karşıydı. 31 Ekim günü Roboçi Put, Lenin’in, dünyanın gördüğü en cesur siyasal yazılardan biri olan “Yoldaşlara Mektuplar”ını yayımlamaya başladı ve bu kanadı eleştirerek, ikisinin ortası diye bir şey olmayacağını ya ‘İktidar Sovyetlere’ sözünü bırakacaklarını ya da ayaklanacaklarını dile getirdi. Artık yön belliydi.

3 Kasımda bir toplantıda Lenin; “5 Kasım çok erken, ayaklanmanın tüm ülkeye dayanması gerekir. Oysa ayın altısında tüm delegeler henüz kongreye gelmemiş olacaklar. Öte yandan 8 Kasım da çok geç. Bu tarihte kongre oluşacağından kesin ve çabuk karar alamazlar, kongrenin açılacağı 7 Kasımda işte iktidar ne yapacaksanız yapınızı diyebileceğiz o zaman” diye bir konuşma yaptı.  

Ayaklanmadan bir gün önce 6 Kasım günü gazeteler, hükumetin, Novaya Rus, Jivoie Slova, Roboçi Put gibi yayın organlarını yasakladığını ve konsey üyeleri, Petrograd Sovyet şeflerini tutuklama emri çıkarıldığını yazıyor olsa da bu tehditler kimsede bir etki yaratmayacaktı.

Kaldı ki, yalnızca bir gün sonra, yani 7 Kasımda hükümet devrilmiş ve artık yönetim Bolşeviklerin eline geçmişti. Dikkat çekici olan ise iktidarın alınması sırasında hiç kimsenin hükumeti savunmamasıydı. Tek bir kişi bile ölmeden, kan dökülmeden iktidar el değiştirmişti. Petrograd şefleri şu bildiriyi dağıttılar:

“Rusya yurttaşlarına,

Geçici Hükümet yerinden atılmıştır. Devlet gücü Petrograd proletaryasının ve garnizonunun başında bulunan Petrograd İşçi ve Köylü Delegeleri Sovyeti ile Askeri Devrimci Komitenin eline geçmiştir. Halkın uğruna çarpıştığı dava şudur: Hemen bir demokratik barışın önerilmesi, toprak üzerinde derebeyi mülkiyetinin kaldırılması, üretimin işçiler tarafından denetlenmesi, bir Sovyet Hükümetinin kurulması… Bu son dava kesin olarak gerçekleşmiştir.”

Hemen iktidarın Sovyetlere geçmesi kararı kabul edildi ve seçimle, Lenin’in başında bulunduğu bir sovyet hükümeti göreve getirildi.  Savaşın bitmesi için savaşan ülkelerin işçi sınıfına, Rusya’da ezilenlere, topraksız köylülere ilişkin olarak Sovyetler Kongresi kararlar almıştı. Bu kararların uygulanabilmesi için proletaryanın siyasal iktidarı elinde sağlam tutması ve kendi devletini örgütlemesi gerekiyordu. Troçki de, bu gerçeği, 28 Ekim tarihli Sovyet Kongresinde ilan edecekti: “Yalnızca iki olasılık var; ya Rus devrimi Avrupa’da devrimci bir hız yaratacak ya da Avrupa devletleri Rus devrimini yok edecekler.”

Bolşeviklerin burjuva iktidarını devirmesiyle dünya burjuvazisi ve emperyalist ülkeler de derinden sarsılmıştı.

Troçki, yeni hükümetin dış politikasını da şöyle anlatıyordu:  “Bizim ilk hareketimiz tüm cephelerde hemen bir ateşkes anlaşması yapmak ve bütün halkları demokratik barış koşullarını tartışmak üzere bir konferansa çağırmak olacaktır. Bu savaşın sonunda diplomatlarca değil işçiler tarafından kurulacak yeniden yaratılmış bir Avrupa görüyorum; Avrupa Federatif Cumhuriyeti -Avrupa Birleşik Devletleri- olmalı bu. Eğer Avrupa yeniden uluslar gruplara parçalanacak olursa, o zaman emperyalizm yeniden başlayacaktır. Yalnız Avrupa Federatif Cumhuriyeti dünyaya barış getirebilir. Ama Avrupa halk yığınlarının hareketi olmadan bu amaçlar gerçekleşmez.”

Hemen ardından, Troçki, dışişleri komiseri olarak ülkelerle aralarında olan gizli anlaşmaları da açıklayınca emperyalist yönetimler şaşkınlığa uğramaya devam edecek ve bu tür bir devrim tehlikesinin önlemlerini almak için sıraya gireceklerdi.

Bolşevikler, kısa zamanda Almanlarla Brest-Litovsk Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildiler. Böylelikle milyonlarca insanın etkilendiği, öldüğü dört büyük imparatorluğun çöktüğü I. Dünya Savaşı da Ekim Devrimiyle son bulmuştur.

Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım, John Reed’in “Dünyayı Sarsan On Gün” yapıtı sürükleyici, etkileyici, kusursuz bir anlatım içeriyor. Bugün Sovyetler ve Demirperde ülkelerinin tamamı yıkıldı. Küba ve Çin dışında da dünyada sosyalist bir yönetim bulunmuyor. Yapıtın içeriğinde ileride böyle bir sonla karşılaşılabilineceği de özellikle Troçki’nin sözlerinde duyumsanıyor.

“Dünyayı Sarsan On Gün”de umudu, barışı, eşitliği, dünyayı yeniden kurmak isteyenlerin çabalarına tanık oluyoruz, oradaymışız, o günleri yaşıyormuşuz gibi etkileniyoruz. 104 yıl önce yoksul işçilerin başardıkları ve dünyanın derinden sarsan Ekim Devrimi’ni anlatan bu yapıtla bugüne değin ilgilenme olanağı bulamayan kişilere önerim, kitabını da filmlerini de kaçırmamalarıdır…

John Reed

PAYLAŞMANIZ İÇİN