Tarih boyunca dinsel topluluklar (tarikat ve cemaatler)

CEM BAYINDIR

Günümüzde her yere yayılmış dinsel topluluklar ve kollarının siyasal güçle başladığını söylemek haksızlık olur. Ama siyasal güç ile önü açıldı, devlette söz sahibi oldu, yayıldı, devleti ele geçirmeye bile kalkıştılar demek olası. Özellikle 1980 sonrası gittikçe önü açılan dinsel topluluklar, devlet içinde “Türk-Sünni İslam” ya da “dindar nesil” anlayışının resmi ideoloji olarak görülmesiyle birlikte gücüne güç kattılar. “Eski Türkiye” dedikleri, sivil ve askersel kurumları, demokrasiyi, eğitimi, dış işlerini, basını, ekonomiyi bazı dinsel topluluklarla iş birliği yaparak yok ederek kendi sistemini kuran siyasal güç neredeyse tüm dinsel grupların önünü açmış, faaliyetlerini serbest bırakmış ve bundan siyasal kazanç ummuştur.    

Aslında “tarikat”, sözcük olarak “tarik”ten gelir, yani “yol” demektir. Din tarihine bakacak olursak tarikat tanrıya ulaşmak için gidilen yol olmaktan çıkmış iktidara, güce, çıkara doğru giden “ilahi(tanrısal)” amacını yitiren bir durum almıştır.  

Bilindiği üzere, tüm kaynaklarda Türkler’in, Anadolu’ya “Alp, gazi, ahi, abdal…” olarak bilinen savaşçı kişiliklerle adım atmış oldukları yazar. “Savaşçı” özellikleri daha önemli olsa da günümüzdeki siyasal iklimden kaynaklı, bu kişiler daha çok dinsel kimlikleri öne çıkarılarak tasavvuf kişileri ve müritleri olarak anlatılır. 

Örneğin, Geyikli Baba, Abdal Musa, Şeyh Bedreddin gibi şeyhler, müritleriyle birlikte fetihlerde savaşmış, kendi tekkelerinin bulunduğu yerleri ele geçirmişlerdir.

Aslında padişahlarının çoğu da dinsel örgütlerle ilgilidirler. O dönemde de Osman Gazi, kardeşi Alâeddin Paşa ve kayınpederi de Vefâiyye yolunun âhi şeyhi Edebâlî’ye bağlıdır. Orhan Gazi Vefai dervişine bağlı, komutanı Turgut Alp de Geyikli Baba’nın mürididir. Yine Orhan Gazi’nin oğlu Sultan I. Murad’ın Tebrizli Seyyid Mehmed Hammârî’ye ve torunu Sultan Yıldırım Bayezid’in de Nurbahşiyye Şeyhi Emir Sultan’a bağlılığı vardı.

Bir dönem hurufi etkisine giren Fatih’in Bayramiyye, oğlu Bayezid’in Cemaliyye, Yavuz’un Sünbüliyye, Kanunî’nin Gülşeniyye, III. Selim’in Mevleviye, Sultan Abdulaziz’in Bektaşilik, II. Abdülhamid’in Nakşibendi ve Şazeliyye, Mehmet Reşad’ın da Mevleviye dinsel örgütleriyle (tarikatı) ilgili oldukları söylenir. 

Tasavvufsal ya da dinsel akımların önemli bir bölümü, zaman içinde güç kazandıkça devlet yönetiminden pay istemine, siyasete karışmaya yönelmişlerdir.

Büyük Selçuklu Devletini hedef alan Hasan Sabbah bir tarikat lideridir, yine, Safevi Devleti de Erdebil’de (İran) kurulan bir tarikata dayanmaktadır.

Osmanlı’nın kuruluşunda, Alevi-Bektaşi anlayışı egemendi ve her dinden, mezhepten düşünce dilediği biçimde yaşam sürdürebiliyordu. Bunu, Yunus Emre, Mevlana, Şeyh Bedreddin gibi kişiliklerden, padişah Yıldırım Bayezid’in oğullarının Musa, İsa, Süleyman, Mehmed olan adlarından bile anlayabiliriz.

İmparatorlukta uzun süre egemen olacak Sünni anlayış ise II. Bayezid ile birlikte oluşmaya başlamıştır.  Osmanlının ilerleyen dönemlerinde, Safevi yanlıları, devlet felsefesi olarak benimsedikleri dinsel akımı, Anadolu içlerinde yayılma ve bazı şehzadelerin ayaklanmalarına destek verme kaygısından olacak ki Osmanlı Devletince tehdit olarak görülmüş ve Anadolu Türkmenleri, Safevi kimliğinden uzak tutulmaya çalışılmıştır.

Osmanlılar uzun zaman, Sünni anlayıştan olmayan Anadolu’daki Türkmenlerle olabildiğince uzlaşma yoluna giderek, tarikatlara özgür davranma olanağı sağlamış iseler de kısa süre içinde, -her ikisi de öz Türk olan- Osmanlılar-Safeviler arasındaki çekişme tümüyle “Sünni-Şii” sorununa dönüştü ve kaçınılmaz duruma gelen ve etkisi bugünlere uzanan bu kavgadan, yine zarar gören Anadolu insanı oldu.

Osmanlı medreseleri, zamanla keskin biçimde devletin denetimi ve yönlendirmesi altında Sünni geleneğin okulları olmuştur. Medrese ve koşulların etkisi ile bu tarihlerden sonra bu engin topraklarda yaşayan halkın ayrı inançlarına hoşgörü ile bakmak, birtakım düşünceler, “dinsizlik”, “dinden çıkmak” olarak kabul edildi.

İmparatorluğun duraklama ve gerilemesi ile koşut bu hoşgörüsüzlük, tutuculuk da aynı oranda artmış ve yönetim anlayışına egemen olmuştur.

Sünni anlayışın giderek ödünsüz olması, din bilginlerinin siyaset ve devletle içiçeliği, gelecek ve çıkar kaygısı gibi etkenler, devletin dinsel örgütlere bakış açısını değiştirmiş, Şeyh Bedreddin, Molla Lütfi, Nadajlı Sarı Abdurrahman gibi aydın ve önemli din adamları -Sünni olmalarına karşın- idam edilmişlerdir.

Anadolu ve Rumeli’deki Sünni, Alevi, her türlü tarikat ile şeyhler, dervişler gibi dinsel liderler ve çevreleri her davranışları denetim altında tutulan ve her an harekete geçebilecek tehditler olarak görülmüştür.

İşte günümüzde devlete sızan ve devleti ele geçirmeye yeltenen birtakım dinsel örgütler gibi, o dönemde de, tarikatlar kendilerine yaşama alanı açabilmek için devlet adamları arasında yayılmayı amaçlamış, Mevlevi, Melami gibi yaygın tarikatların müritleri arasından, çok sayıda vezir, paşa, bey, yönetici çıkmıştır.

Yine, Bektaşilik o dönemde bir çeşit devlet tarikatı biçiminde örgütlenmişti. Melâmîler ise gizlilik kurallarına daha bağlı çalışmalar yürüten bir tarikattı.

17. yüzyılın ortalarında İstanbul’da devlet işlerine karışmaya varacak yorumlarda bulunan “Kadızadeliler” akımı, günümüzdeki Selefîler ya da Işid gibi katı dinsel kuralları topluma dayatmış, minarelerin, kubbe ve türbelerin yıkılarak parçalanması, tekkelerin basılması, dervişlere ve aydınlara uygulanan şiddet eylemleri ile tarihte olumsuz etki bırakmışlardır. Bu örgüt de devletçe (Köprülü Mehmed Paşa dönemi) sert bir biçimde ezilmiştir.

Osmanlı devleti, mürit sayısı ve üyelerin canlarını şeyhleri için vermeleri aşamasına gelip gelmedikleri gibi iki ilkeye göre tarikatları izlerdi. Eğer bu iki durum oluşmuşsa, devlet yönetimine karışabilme, karşıt bir devinim oluşturabilme yani gücü paylaşma riski oluşmuş olduğundan hemen sert önlemler alınır, mallarına, vakıflarına el konulurdu. 

Örneğin, Diyarbakır’daki koyu Sünni inançlı Rumiye Şeyhi’nin 40.000’e ulaşan mürit sayısını ve bunların şeyhleri için her an canlarını vermeye hazır olduklarını öğrenen IV. Murad, duraksamadan bu Nakşibendî kolundan olan Şeyh Mahmud’u “şeyhlikten şahlığa çıkmak istediği” gerekçesiyle idam etmişti.

III. Selim ile birlikte, tarikatların her anlamda denetim altında bulunması açısından düzenlemeler yapılmış, Tanzimat sonrasında “Meclisi Meşayih” adı verilen denetim kurumu kurulmuştur.  

Günümüzde yeni moda Osmanlıcıların, -siyasal çıkarlar ve cumhuriyet düşmanlığından kaynaklı- tarikatlar üzerindeki yasakların kaldırılıp, sınırsız serbestlik istemlerini görünce, “Meclisi Meşayih” kurumundan bilgileri olduklarından bile kuşku duyuyorum.

Osmanlı dönemi belgelerinde, “Mehdilik” savıyla ortaya çıkan şeyhlerin, gücüne, çevresine bakılmadan, üç beş müridi bile olsa, -yine de tehlike olarak görülüp- aman vermeden idam edildiklerini okumak olasıdır.

16. yüzyıldan sonra Sünni bir İslâm devleti olarak tanımlayabileceğimiz Osmanlı İmparatorluğunda, tarikat, cemaat, tekke, mehdilik gibi olaylarda Alevi-Sünni gibi ayrım yapılmadan, devletin kalıcılığını (bek’asını) önde tutan bir yaklaşımla en küçük kaygı duyulduğunda, molla, alim, pir, seyyit, şeyh, veli, müderris, hoca kim olursa olsun, oluşan tehlike en hoşgörüsüz, en katı ve en sert biçimde yok edilirdi.

Gazetelerden okuduğuma göre, bugün ülkemizde en az 30 tarikat ve bu tarikatlarla bağı olan en az 400-500 kol bulunuyor ve 3 milyondan çok kişinin bir tarikat ya da cemaatle ilişkisi varmış. 1950’lerden bu yana birçok siyasetçi, başbakan, bakan, milletvekili ve üst düzey yöneticinin de bazı cemaatlere bağlı olduğu hep söylenen bir sav.

Halâ yürürlükte olan 1925 tarihli 677 sayılı Tekke Ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine Ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men Ve İlgasına Dair Yasaya göre bu tarikat ve cemaatlerin hiçbirinin faaliyet göstermemesi gerekirken, 1950 sonrası tüm iktidarlarca bu yasa görmezden gelinmiş, tarikatlara ve cemaatlere hoşgörüyle yaklaşılmış ve bunlar da kurdukları vakıflar, şirketler, okullar, kursalar, dershaneler, medreseler, hastaneler, üniversiteler, yurtlar ve dernekler aracılığıyla memleketin her yerine yayılmışlardır.

Türkiye’deki bugün her yere yayılmış dinsel cemaatlerin birkaçı dışında neredeyse tamamına yakını siyasal gücün kontrolünde ve Diyanet İşleri Başkanlığıyla iş birliği içinde. Onlar da biliyorlar ki, siyasal gücün zayıflaması, iktidardan düşmesi kendilerini de derinden etkileyecek. Bu cemaat lider ve üyelerinin neredeyse tamamı, şu anda bir siyasal gücün, dinsel teşkilatlardan sorumlu yöneticisi gibi davranmaktalar ve bu durum hem iktidarın hem de cemaatlerin işine geliyor.

Günümüzde ülkeyi yöneten siyasal gücün, siyasal çıkar uğruna, cemaat ve tarikatlara ödün veren, destek sağlayan tutumunu ve bundan cesaret alan bu türden oluşumların denetimsiz bırakılmasına, işlenen suçların yanlarına kâr kalmasına ve suç içeren fiillerine tanık oldukça, bu ülke tarihini hiç bilmediklerini; Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinden hatta çok yakın tarihteki acı olaylardan hiç ders almadıklarını söylemeliyiz.

Saygılarımla…

                                                                                             

1-    #tarih Dergisi/ Eylül 2016 sayısı

2-    Sinan Çuluk #tarih Dergisi Eylül 2016, 23.-33. sayfalar 

3-    Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal: Büyük Selçukîler, Anadolu Selçukîlerî, Anadolu Beylikleri, İlhânîler, Karakoyunlu ve Akkoyunlularla Memlûklerdeki Devlet Teşkilâtına Bir Bakış / İsmail Hakkı Uzunçarşılı

4-    Osmanlı Tarihi / İsmail Hakkı Uzunçarşılı

5-    Osmanlı Padişahları / Reşad Ekrem Koçu

6-    Osmanlı Tarihinin Panoraması / Reşad Ekrem Koçu 

7-    Devlet Ana / Kemal Tahir

8-    Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet / Halil İnalcık

9-    Devrimler ve Tepkileri / Mahmut Goloğlu

10-  Türkiye’de Çağdaşlaşma / Niyazi Berkes

11-   Büyük Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi / Enver Ziya Karal

12-   Osmanlılarda İlim ve Din / Adnan Adıvar

13-   https://medyascope.tv/2019/07/03/erdogan-ve-akp-ile-ozdeslesen-islami-cemaatler-23-haziranin-faturasini-odemekten-kurtulabilecek-mi/ Ruşen Çakır, 3 Temmuz 2019

14- https://www.birgun.net/haber/tarikatlar-holding-muritler-musteri-308869, Tayfun Atay, 19.07.2020

15- Türk Sufiliğine Bakışlar, Ahmet Yaşar Ocak, İletişim, 2016