‘Tanrıyı tedavülden kaldıracağız’

Şimdilerde elinde genetik deşifre, yapay zeka ve sentetik biyoloji silahlarını kuşanmış sivilceli bir ergen. Üstelik Tanrı’yı tedavülden kaldıracağız diyebilecek kadar özgüveni yüksek ve şımarık

 

EMİNE SUPÇİN

Gözünü sevdiğimin bilimi! İnsanoğlunu tanrılaştıran senden başka kim olabilir?

İlkin izlediğim bir dizinin* bir sahnesini vererek başlamak istiyorum.

Tıp fakültesi birinci sınıf öğrencileri okulun ilk günü amfideler. Derslerine girecek bir profesör ilk dersin şaşkınlık yaratacak sorularını soruyor öğrencilere.

Profesör: Tıbbın geleceği nedir?

Öğrenci: Tele tıp ve yapay zeka.

Profesör: Öyle olsaydı karşınızda bir biyolog değil, bir yazılım uzmanı olurdu.

Öğrenci: Gen terapisi?

Profesör: Peki, bunun temeli nedir?

Öğrenci: Sentetik biyoloji?

Profesör: Sentetik biyoloji nedir peki?

Öğrenci: Sentetik biyoloji ile var olan yaşam formlarını değiştirebilir ve yenilerini yaratabiliriz.

Profesör: Bu kadar küçük düşünmeyin. Sentetik biyoloji insanı yaratılmıştan yaratıcıya dönüştürür. İnsanlığın tüm sağlık sorunlarını çözebilir, herhangi bir hastalık yayılmadan yok edebiliriz. Bu sadece tıbbın değil insanlığın geleceğidir. Genetik bozuklukları ortadan kaldırırız ya da işimizi düzgün yapmazsak bütün insanlığı…

Öğrenci: Ya Tanrı?

Profesör: Tanrıyı tedavülden kaldıracağız.

Şimdi insanoğlunun bu dünyadaki serüvenini, bir insanın doğumundan yetişkinliğe geçerken aldığı yaşları ve ona paralel geliştirdiği teknolojiyle birlikte düşünelim.

İnsanlık yenice dünyaya geldiğinde ilkin mızrağı keşfetti çünkü vahşi yaşamda av olmak yerine av bulmak zorundaydı. Üstelik sınırlarını bilmediği bir dünyada, bilmenin ne demek olduğunu henüz kavrayamadığı çağdaydı. Emekleme döneminde toprağı eşelemeyi öğrendi, buğdayı evcilleştirdi çünkü sürekli yiyecek aramak hem yorucu hem de sonuçsuz bırakabiliyordu. Ne var ki toprağı işlerken efendiler ve köleler sınıflamasını oluşturdu. Bu süreçte tek düşmanı doğa değildi artık, kendi hemcinslerinden düşmanlar yarattı. Küçücük yaşında ne kadar toprak, o kadar güç; ne kadar nüfus o kadar egemenlik diye düşündü. Kıçını silmeyi öğrenemeden, keskin aletler yapıyor, kılıçla kalkanla savaşıyor, ölmemek için öldürüyor; bazen de sırf keyfine yakıp yıkıyordu.

Beş yaşına geldiğinde çoktan barutu icat etmiş, ateşli silahları kullanmayı öğrenmişti. Köroğlu’nun “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu,” dediği yıllarda insanlık yedi yaşlarında şımarık bir veletti.

İlk çocukluğun merakı ve keşif duygusuyla dünyayı dolaşıyor, yeni yerler buluyor, yeni icatlar çıkarıyordu. Fakat düşmanı hiç değişmiyordu; ya kendisi ya da doğa. (Öyle. Doğayı başından beri düşman bellemişti. Hatta doğa karşısındaki acziyeti ona Tanrı’yı icat ettirmişti.) Elektriği buluşu, telefonu icadı derken teknolojiyi can belledi.

On yaşlarındaydı atom bombasını kullandığında. Sonuçlarından dehşete kapıldı ama durmadı. Çünkü çocuklar durmayı bilmezdi.

Şimdilerde elinde genetik deşifre, yapay zeka ve sentetik biyoloji silahlarını kuşanmış sivilceli bir ergen. Üstelik Tanrı’yı tedavülden kaldıracağız diyebilecek kadar özgüveni yüksek ve şımarık.

Peki ne olacak?

Bir yanı Tanrı’yı tedavülden kaldırabilecek kadar bilgiye ve doğaya hakim, öteki yanı Tanrı’sına inancını korumak adına ölmeyi ve öldürmeyi göze alan bağnazların bir araya getirdiği insanlık tek bir vücut mudur? Ya da ikisinden biri organizmanın kanserli bölgesi midir? Hangisi diğerini çıkarıp atacak?

Ey muhteşem bilim! Senden başka kim kaldırabilir Tanrı’yı ortadan ya da kim keşfedebilir?

* Dizinin adı Biohackers

PAYLAŞMANIZ İÇİN