Son Başbakan Fıkrası Yıldırım Akbulut için üretilmişti.

Siyasi tarihimizde haklarında fıkra üretilen siyasetçi ve devlet adamlarının en başında Yıldırım Akbulut gelir. Akbulut’un ayırt edici yönü, topu topu iki yıl süren Başbakanlığı süresince üretilen onca fıkraya, yüzlerce karikatüre gülüp geçmiş olmasıdır.

Bir de bugüne bakın…

 

MECİT ÜNAL

Fıkra bu ya, iki Yıldırım; Yıldırım Akbulut ile Yıldırım Aktuna, birlikte şirket kurmaya karar verirler…

Şirketin iştigal alanı, hisse oranları filan hep kararlaştırılır. Sıra adına gelince Yıldırım Aktuna, “şirketin adı senin adın benim de soyadım olsun” der. Yıldırım Akbulut kabul eder.

Bu fıkranın bir de ödüllü bulmaca çözme çeşitlemesi var…

Çoğu başka siyasiler üzerine yaratılmış fıkraların uyarlaması olan Yıldırım Akbulut’a ilişkin fıkralar içinde en yaygını ve özgün olanı kuşkusuz “Sabile” fıkrasıydı. Akbulut’un gittiği gazinoda, bir isteği olup olmadığını soran sanatçıdan istediği şarkı…“Eller ayır sabile, yıllar ayır sabile, yollar ayır sabile”…

AKBULUT’UN BAŞBAKANLIK YILLARI

Dedem Korkut’un dediği gibi, “gelimli gidimli dünya”.

Hakkında sayısız fıkra uyarlanan eski başbakanlardan Yıldırım Akbulut Tedavi gördüğü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde hayatını kaybetti.

1935’te Erzincan’da doğan Akbulut Meclis Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yaptı.

Mizaha konu edilecek denli renkli bir kişiliği, etkin bir siyasi kimliği yoktu merhumun. Evren’den sonra Çankaya’ya çıkan Özal’ın alandaki zabıt katibi, emanetçisi gibiydi daha çok. O yüzden de kısa sürdü zaten ANAP Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı.

Onun Başbakan olduğu 1989-1991 yıllarında Türkiye 12 Eylül sürecinden çıkışın sancıları içindeydi.

Gündelik hayatta, ekonomi, siyaset, kültür ve sanat alanlarında baş döndürücü gelişmeler yaşanıyordu.

Enflasyon sürekli yükselirken Türk parasının değeri sürekli düşüyor, ama bir yandan Türkiye renkli televizyon yayınıyla, otomatik telefon santralleriyle, çağrı cihazı ve araç telefonlarıyla, yayıncılıkta ilk masaüstü bilgisayarlarla, vb. tanışıyordu.

2000’e Doğru, Yeni Gündem, Nokta, Sokak Dergisi, Yeni Ülke gibi yeni yeni haftalık dergi ve gazeteler yayına başlıyordu.

“CUMARTESİ ANNELERİ” VE FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER

1989’un işçi Baharı, 1990’ın Zonguldak Madenci yürüyüşü onun Başbakanlığı sırasındaydı.

Cezaevlerindeki açlık grevleri, kadınların tencere-tava bedenim benimdir gibi eylemleri de yine onun döneminde yaşandı.

Dünya da ise daha büyük alt üst oluşlar gerçekleşmekteydi. Doğu ve Batı Almanya’yı birbirinden ayıran Berlin Duvarı yıkılıyor, binlerce Doğu Alman 100 Mark “hoş geldin parası” ve muz almak için Batı’ya hücum ediyordu.

Bu hücumu, Orta ve Doğu Avrupa’nın Sovyet güdümündeki “Demokratik Halk Halk Cumhuriyetleri”nin birbiri ardı sıra yıkılması izleyecek, sonrasında ise SSCB de kendisini fesh edecekti.

Türkiye bu içsel ve dışsal süreçten tek parça halinde çıkmayı güçlükle başarırken, aslında sürecin getirdiği daha boyutlu sorunların ve tartışmaların içine düşmekteydi.

90’lar kaosun, karmaşanın, bir gecede yere çakılan Türk lirasının ve uzaya fırlayan enflasyonun, türban eylemlerinin, gözaltında kaybolan kızlarını, oğullarını arayan “Cumartesi Anneleri”nin ve faili meçhul cinayetlerin yılları oldu.

CUMHURİYET REJİMİNİN DEVLET GELENEĞİ

Siyasi tarihimizde haklarında fıkra üretilen siyasetçi ve devlet adamlarının en başında bence Yıldırım Akbulut gelir.

Ayırt edici yönü, topu topu iki yıl süren başbakanlığı süresince üretilen onca fıkraya, yüzlerce karikatüre gülüp geçmiş olmasıdır.

Akbulut’un kimse hakkında herhangi bir dava açtığı ya da açtırdığı duyulmamış, görülmemiştir.

Hatta Yıldırım Akbulut, kendisinin yaşadığı fıkra gibi bir olayı Uğur Dündar’ın bir TV programında yine kendisi gülerek anlatmasını bilmiştir.

Neden?

O zamanların Cumhuriyet rejiminin devlet geleneği böyledir de ondan.

Süleyman Demirel’de Bülent Ecevit’te, Erbakan’da, Türkeş’te, Turgut Özal’da böyledirler. Özal’ın kendisi hakkındaki karikatürleri çerçeveletip duvara astığı da anlatılır.

Açın 70’lerin, 80’lerin gazetelerini, mizah dergilerini bugünün gazete ve dergileriyle kıyaslanamayacak ölçüde zengin bir mizahla karşılaşırsınız. Kimse de ne gözaltına alınmış, ne tutuklanmış de sokak çetelerince dövülmüştür.

Türkiye yaklaşık yirmi yıldır gülmeyi unutmuş bir ülkedir.

Bir de bugüne bakın…

İktidarından muhalefetine mizaha gelir portresi olan tek bir siyasetçi var mı?

YİRMİ YILDIR GÜLMEYİ UNUTMUŞ ÜLKE

Merhum Akbulut fıkralarda anlatıldığı denli saf değildi. Ama ona uyarlanan fıkralar memleketin kasvetli, karamsar havasına soluk aldırmıştır bir bakıma da.

Türkiye yaklaşık yirmi yıldır gülmeyi unutmuş bir ülkedir.

Bugünlerin sisi, pusu, belirsizliği, açık ve örtülü şiddeti, buna karşın sessizliği ve tepkisizliği içinden o günlere bakınca bu daha net görünüyor.

Yıldırım Akbulut ölümüyle bütün bunları hatırlattı bana.

Bir de o günlerde yazdığım şu alaysı şiiri…

“Polis Selahiyetleri Kanunu” yeni çıkarılmıştı.

Bir yandan bazı dergi ve kitaplar müstehcen bulunarak yasaklanıp toplatılıyor ya da poşete sokuluyor bir yandan da el ele tutuşan gençler bekçi ve polislerce uyarılıyor, karakola çekiliyordu.

İstanbul’da, Selimiye’de böyle bir olay olmuş, el ele tutuşan iki gencin karakola götürülmesi gazetelere yansımıştı.

 

YORGUN DÜŞ

1.

cumartesi iskelede buluşacaktık

kuşlara çiçeklere karışıp gelecektin

kuşlara çiçeklere karışıp gidecektik

elinde ben,

 

tam selimiye karakolu’nun önünde

sarılıp öpüşecektik polise inat

benim elimde,

mavisinden kaçmış bir lacivert

 

kadir can’a rastlasaydık

resmimizi çekerdi

böyle ağız ağıza

görseydi enis batur

bir bulut da bunun için

gelip çarpardı kızkulesi’ne

 

2.

cuma-cumartesi-pazar

pazartesi-salı geçti sen yoksun

kederli bir şişe dibiyim

bu tek başına kalmış kent

bu vapur bu deniz bu martılar böyle sarhoş

bu gökyüzü boydan boya İstanbul

bak iyi bir dize düşürdüm

sen de kendinden kaçan

bir bulutsun aslında

aşk içinden çıkılmaz bir labirent

 

3.

iskelede durup

herkesi yoldan çevirmişim Çarşamba

şakaklarına dayanmış bir lacivertle

karşılaşınca tanrım,

nasıl da korkmuş adamlar

neleri var

neleri yok

bırakmışlar avcuma

 

4.

perşembe

polis ifademi soruyor

son başbakan fıkrasını anlatıyorum.

(REQUIEM/Zamandışı-Sessizliksaati)

PAYLAŞMAK İÇİN