Sağlıkta geleneksel, tamamlayıcı, alternatif uygulamalar

Sağlık Bakanlığı modernlikle savaşmak, dini referans alan uygulamaları güçlendirmek için değişik alanlardaki bilim dışı uygulamaları desteklemekte. Bu uygulamalar arasında sülük, kupa çekme, hacamat, akupunktur, müzik, ayak masajı, bitkisel tedaviler, ozon… gibi geniş bir yelpazedeki 15 yöntem yer alıyor

PROF. DR. GÜLAY MİLLİ LOĞOĞLU

Ülkemizde çeşitli üniversitelerde alternatif tıp birimlerinin açıldığını belirterek ve ‘’Tıp bir bilimdir. Tıbbın alternatifi olmaz’’ vurgusuyla başlayalım…

Sağlık Bakanlığı modernlikle savaşmak, Osmanlı’yı referans alan uygulamaları güçlendirmek için değişik alanlardaki bilim dışı uygulamaları desteklemekte. Bakanlık 2012’de kendi bünyesinde Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Uygulamaları Daire Başkanlığı açtı, Nisan 2013’de konuyla ilgili kapsamlı bir yönetmelik taslağı hazırladı, Ekim 2014’te ise Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği ismiyle bu taslağa son halini verdi. Bu uygulamalar arasında sülük, kupa çekme, hacamat, akupunktur, müzik, ayak masajı, bitkisel tedaviler, ozon… gibi geniş bir yelpazedeki 15 yöntem yer alıyor. Temel sorun, tıpta kabul edilmeyenin bilimsel olarak kodlanması ve hastalıklara iyi geldiği iddia edilen bu uygulamalara ilişkin hemen hiçbir bilimsel kanıtın bulunmaması olup; bunun istisnası olarak çok az sayıdaki bazı sağlık sorunları için ozon ve akupunktur tedavileri örnek gösterilebilir. Geleneksel ya da tamamlayıcı denilen diğer tedavi yöntemleri için ise durum tam tersi olup; onlarla ilgili çok yaygın söylenceler bulunmasına rağmen bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. Ama ne gam, Sağlık Bakanlığı için geleneksel olması yeterli oluyor. Öyle ki, Bakanlığın poliklinik hizmetleri kapsamına aldığı 15 geleneksel yöntemin, neredeyse her hastalığı iyileştirdiği iddia ediliyor. İnsanın bırakalım ilacı, tıbbı, tetkiki; yapıştıralım bacağımıza sülüğü, sırtımıza kupayı, kaynatalım otları, çiğneyelim sarımsakları, bitti bu iş diyesi geliyor(1).

Söz gelimi apiterapi (arılarla tedavi) yöntemi neleri iyileştirmiyor ki; sınırlama olmaksızın romatizmal hastalıklar, osteoartritler, multipl skleroz…Acaba yönetmeliği hazırlayanlar arı yetiştiricisi, bal üreticisi falan mı? Yoksa Sağlık Bakanlığı aktarlığa, kupacılığa, sülükçülüğe, arıcılığa mı başladı?… (1)

Bu durum aslında hem hasta haklarını ihlal ediyor, hem de piyasada bu alandan para kazanmak isteyenler için çok belirgin bir istismar alanının yaratılmasına katkıda bulunuyor.

Alternatif tıp denilen alan, 1980’lerden itibaren bir sektör haline geldi. Kapitalizmin ekonomik darboğaza girmesiyle hükümetlerin kamu fonlarıyla sağlık hizmetlerini finanse etmeyi istememesi üzerine, o dönemde Avrupa ülkelerinde tedavide doğal yöntemlerin kullanılması gerektiği propagandası ile, alternatif tıp desteklenmeye başlandı. Hastalar kamu fonları ile karşılanmayan geleneksel yöntemlere yönlendirilince, geleneksel tıpçılar bu ortamdan yararlandılar. Bugün sırf bitkisel ürünlerin dünyadaki Pazar payının yıllık 60-100 milyar Dolar arasında olduğu tahmin edilmektedir; bu, yıllık ilaç pazarının yaklaşık %15-20’sine denk gelmektedir. Bir ara bitkisel ürünleri sosyal güvenlik sistemi kapsamında ödeme listesine dahil eden İngiltere, bu harcamaları finanse edemez duruma düşünce bu kararından vazgeçmek durumunda kalmıştır. (1)

MODERN TIP KAPİTALİZMİN DAYATMASI MI?

32 yaşında meme kanseri tanısı konan İngilizce öğretmeni Merve Gülşah Şahin’in ‘alternatif tıp’ adı altında yapılan tedavi uygulaması sonrasında yaşamını yitirmesi, konuyla ilgili tartışmaları yeniden gündeme getirmişti. Bazılarına göre alternatif tıp değil, esas modern tıp ölümlere yol açıyordu ve modern tıp uygulamaları kapitalizmin bir dayatması idi. Kapitalizmin, şirketlerin, tekellerin tıbbı kendi çıkarları için kullandığı, ilaç tekellerinin tıp alanından para kazandığı, bu amaçla ar-ge yaptıkları, vb.. doğrudur. Ancak tüm bunlar modern tıbbın değil, kapitalist sistemin sonucudur, manipülasyonlarıdır; şirketsiz, tekelsiz kapitalist sistem olmaz. Tıp bilimdir, bilimin de alternatifi olmaz. Aslında ‘’modern tıp’’ nitelemesi de doğru değildir, çünkü tıp moderniteyi barındırır zaten, çünkü bilimseldir; ayrıca bir ‘modern’ nitelemesine gerek de yoktur. Tıbbın modern olarak nitelenmesi, başka kollarının da olabileceği yanılsaması yaratır. Bugün bilim ile şirketlerin ilişkisine itiraz edenler, bilime değil, kapitalist sisteme karşı çıkmalı; modern tıp değil, kapitalist sistem eleştirilmelidir.

ALTERNATİF TIPÇILAR BİLİMSEL SINAMADAN GEÇEBİLİR Mİ?

Alternatif tıp denilen alanın en büyük sorunu budur: önerdikleri yöntemleri bilimsel araştırma metodolojisiyle sınamaya yanaşmıyor olmaları… Kohort, vaka kontrol araştırmaları, gerekli istatistiksel analizlerle doğrulamalar.. Neden ? Çünkü bilimsel sınamadan geçemeyeceklerini biliyor olmalarından.

Modern tıp mı, yoksa alternatif tıp mı daha çok öldürür, sorusuna yanıt vermek ise, ampirik veriler ölçeğinde olası değildir. Çünkü bu konuda elde sağlıklı veriler bulunmamaktadır. Alternatif dünyası tam bir bilinmezlik içindedir. Kayıtları kim tutacak, sorunları kim, nasıl ve hangi havuza bildirecek? Tıbba alternatif arandığı zaman işin ucu mahalledeki üfürükçüye, cinciye, muskacıya kadar gidiyor. Bu alanda herkes oyuncu olabiliyor ve kamusal herhangi bir denetim altına alınma ihtimali de bulunmuyor. Sağlık Bakanlığı da kamusal denetim diyerek bu alanın önünü açtığında; kaosu, düzensizliği, alternatif terörünü desteklemiş oluyor. Ancak kesin olan şudur ki; bugün bulaşıcı hastalıklar (örneğin çocuk felci, kızamık,..) ortadan kalkmış, ortalama insan yaşamı 85’e çıkmış ise (20.Yüzyıl başında 30 idi), artık çocuklar basit bir boğaz enfeksiyonu nedeniyle böbrek yetmezliğine girmiyorsa, Bebek Ölüm Hızı 1960’ların ortalarında binde 163, 1980’lerin başlarında binde 121, 2012’de binde 10.2 ise, vb..; bu gelişmelerde modern tıbbın (aşılar, antibiyotikler, gelişen görüntüleme yöntemleri, vb..) ve sağlık hizmetlerinin kamulaştırılması mücadelesi yürüten pek çok hekimin, ve onların öncülüğünde Cumhuriyet döneminde temelleri sağlam atılan kamusal sağlık alt yapısının ve anlayışının çok önemli payı vardır. (Ülkemizde bu alanda hekimlerin öncüsü Prof. Dr. Nusret Fişek’i anarak..)

Bugün esas şirketleşme, ticarileşme alternatif denilen alanda yaşanmaktadır, çünkü modern tıp 20. Yüzyılın başından itibaren bütün dünyada önemli ölçüde kamunun denetimine alınmış durumdadır. Diğer taraftan alternatif alanda dönen paranın yıllık 100 milyar Dolar civarında olduğu tahminleri yapılsa da, olasılıkla bu tahminin çok düşük olduğu söylenebilir; çünkü o alanda bilinmeyen, denetimsiz çok şey bulunmaktadır… Orada yaşanan sorunlar, ancak uygulamalar ölümle sonuçlandığında (o da bir kısmı) bilinir hale gelebilmektedir.

Yapılması gereken şey, tıp uygulamalarını piyasadan kurtarmak ve tıbbi teknolojinin hasta ve toplum yararına kullanılmasını sağlayacak bilimsel ölçütleri geliştirmek olmalıdır; yani yine bilim. Eklemek gerekir ki alternatif saçmalığı, tıbbi teknolojinin bize göre daha mantıklı biçimde kullanıldığı Batı ülkelerinde de yaygınlaşıyor ve yine aynı nedenlerle:
1- Orada da hükümetler, kamu sağlık harcamalarını azaltmak ve sağlık maliyetlerini toplumun üzerine kaydırmak için, kamu sigorta sistemlerinin dışında olan alternatif alanı destekliyorlar,
2- Orada da muhafazakarlaşma, gericilik toplumları esir alıyor.

BİTKİLERLE TEDAVİ: FİTOTERAPİ

Alternatif tıp denilen alan yalnızca bitkilerle tedaviyi kapsamıyor. Bitkilerle tedavi olan fitoterapi dışında, alternatif olarak nitelenen yöntemlerin sayısı, en azından Sağlık Bakanlığı’nın ilgili yönetmeliğinde, 15’tir. Bunların da dışında; alternatifçilerin ayrı bir uzmanlık alanı olan (!), avuç içindeki çizgilere bakarak hastalık tanısı koymak gibi, daha niceleri söz konusudur. Yani bu alanda ele alınacak olan konuların, yöntemlerin sınırı belirsizdir.

Fitoterapiye gelince; hangi bitki, hangi hastalığa iyi geliyor, hangi dozda, hangi sıklıkta alınacak, o bitki hangi yöntemle içindeki zararlı olabilecek maddelerden ayrıştırılıp, insanların kullanabileceği preparatlar haline getirilecek, tablet formunda mı, yoksa şurup formunda mı alınacak, kaynatarak mı, kaynar suda bekleterek mi, hangi miktarda, kaç dakika, hazırlanan karışım hangi sıcaklıkta, kaç saat ya da gün bozulmadan etkisini koruyabilir? vs, vs… Tüm bunlarla ilgili sayısız öneri var piyasada. Nasıl yanıtlanacak tüm bu sorular? Kuşkusuz, yine bilimle. Evet, pek çok bitki kullanılmakta oldukları doğal haliyle pek zararlı değildir, ancak pek çoğu için de durum böyle değildir; hiç söylenmeyen şey, bunların zararlarının çok daha fazla oranda olabileceği gerçeğidir. Örneğin kanser tedavisinde çokça ve tedaviyi yürütmekte olan hekime de bildirilmeden kullanılan sarımsak, gingho, soya, ginseng, sarı kantaron, kedi otu, kaya koruğu, üzüm çekirdeği gibi bitkiler kanser tedavisinde kullanılan ilaçların etkisini azaltıcı ya da artırıcı etki gösterebilirler. Ayrıca pek çok yan etkiye de sahiptirler. Örneğin kantaron otu bulantı ve aşırı duyarlılık, kaya koruğu aşırı duyarlılık, ginseng baş ağrısı, ishal, hipertansiyon gibi etkilere neden olurlar. İlaç molekülleri tedavi amacıyla kullanılmadan önce nasıl yıllarca süren araştırmalardan geçiriliyor ise, bitkisel ürünler de aynı bilimsel süreçlerden (etkililik, güvenlilik, kalite) geçirilmelidir. Ancak bilimsel olmayan düşünce böyle işlememekte (‘ortaçağ aklı’); sırf doğada bulunuyor diye bitkinin bilimden muaf tutulabileceği varsayılmakta, bilimin elde ettiği ürün ise toksik olarak nitelendirilmektedir.   Eczacılık fakültelerinin farmakognozi bilim dalları zaten bu konularla bilimsel olarak ilgilenmektedir; fitoterapi denilen alternatif alan ise, aslında bilimsiz farmakognozi inşa etmeye çalışmaktadır.

Bu alanın temel kaynaklarından olan The Desktop Guide to Complementary and Alternative Medicine’de yer alan ve 685 geleneksel ve tamamlayıcı tıp yönteminin incelendiği bir araştırmada, bu yöntemlerin yalnızca 51’i (%7.4) hakkında bir dereceye kadar güvenilir bilgi olduğu sonucuna varılmış olup, bu 51 yöntemin arasında ise egzersiz, diyet, lifli gıda gibi bilinen klasik yöntemler de bulunmaktadır… Homeopati üzerine yapılan bir başka çalışmada ise, etkisinin plasebodan (nötr madde) daha farklı olmadığı gösterilmiştir.

İlaç firmaları ve eczacılık, tıp gibi bilim dalları, bitkilerin etkili oldukları iddia edilen hastalıklar üzerindeki etkinliklerini zaten araştırmaktalar. Eğer bu bitkilerin sözü edilen türden mucizevi etkileri olduğunu kanıtlasalardı, tekeller bu bitkileri zaten halka, aktarlara bırakmazlardı. Öz olarak söylemek gerekirse; fitoterapide sözü geçen bitkilerin çok önemli bir kısmının hastalıklar üzerinde hiçbir etkisi yoktur ya da en azından, iddia edildiği düzeyde etkisi yoktur. Sağlığa yararlı etkileri olan bitkiler ise, eczacılık ve tıp alanlarında araştırılarak, endüstrinin hizmetine sunulmaktadır zaten. Alternatif uygulamalar pek çok durumda tedavinin gecikmesine ya da hiç uygulanmamasına da neden oldukları için, hasta sağlığı açısından zararlı da olabilmektedirler.

Bir öğretmenin, meme kanserinin tedavisini radyoterapide, kemoterapide, cerrahide değil de, açlık tedavisinde aradığı için hayatını kaybetmesi, bu konudaki dramatik bir gelişmeye örnektir. Bu örnek, gericiliğin ve akıl/bilimden uzaklaşmanın toplumsal maliyetini göstermesi açısından da son derece çarpıcıdır. Kim bilir bu denetimsiz, kayıtsız, bildirimsiz alanda, daha ne çarpıcı gelişmeler yaşanmaktadır; bilemiyoruz…

Etkinliği kanıtlanmamış yöntemleri, onlarca hastalık durumu için etkili kabul edip, hastanelerde bu amaçla polikliniklerin açılması, bilimle açıklanamayacak bir sağlık politikası tercihi olarak düşünülebilir. Bu politika, kısa süre içinde genişleyen bu sektörü daha da büyütmeye yarayacak ve bu alana özel ‘patron’ sınıfı yaratmak bakımından da etkili olacaktır. Mevcut yönetici erk Türkiye’yi, kendi dünya görüşü doğrultusunda şekillendirmek isterken; doğurganlık, sezaryen, küretaj, aşı konularında olduğu gibi, ‘alternatif tıp’ alanını da bu amaçla kullanmaktadır.

İSTANBUL’UN GÖBEĞİNDE CİN HASTANESİ

Geleneksel, Tamamlayıcı, Alternatif Tıp (GTAT) geçmişte genellikle mahalle arası aktarlar, otacılar, şifacılar, hacamatçılar, üfürükçü-cinci-muskacı hocalar tarafından uygulanırken, şimdilerde televizyonlarda pazarlanmakta; ayrıca dini söylem ve pratikle de ilişkilendirilmektedir. Söz gelimi başka toplumlarda da var olan kupa terapisi, ‘Peygamber sünneti hacamat’ şeklinde, hadisler eşliğinde pazarlanmakta, Medipol Sağlık Grubu’nda kupa tedavisinin (hacamat) İslamiyette Hz. Muhammed’in bir geleneği olarak kabul edildiği vurgulanmakta, Tıbb-ı Nebevi (Peygamber tıbbı) kongrelerinde modern tıbbın konuları dini kavram ve söylemlerle sorgulanmaktadır. İstanbul’un göbeğinde ‘Cin Hastanesi’ kurulmasına cüret edilebilmekte, bitkisel ürün pazarlamada mahir bir kimyacı Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı’na atanabilmektedir. GTAT uygulamaları Sağlık Bakanlığı tarafından yasal hale getirilmiş; hipnoz, sülük, arı, müzik, kupa, hacamat, toksin, larva gibi uygulamalar halen on üç üniversite ve on bir devlet hastanesinde GTAT birimleri olarak hizmete girmiştir. Bu uygulamaların her birinin etkililik ve güvenlilik açısından değerlendirilmesi bilimsel zorunluluktur. Çünkü piyasa eline geçen her fırsatı para kazanmak için değerlendirir; malın işe yarayıp yaramamasının hiçbir önemi yoktur. Dünyada bu tür uygulamalar için yapılan yıllık harcama yaklaşık 100 milyar Dolar olup; bu, yıllık ilaç harcamalarının neredeyse beşte birine karşılık gelmektedir. Bu nedenle şimdilerde kamu otoriteleri bazı müdahalelerde bulunmaktadır. Örneğin ABD’de, reçetesiz satılan homeopatik ilaçların kutularına, tedavi edici bir etkiye neden olmadıklarına ilişkin uyarılar yazılmasına karar verilmiştir.

HOMEOPATİ

Peki, homeopati nedir? Homeopati, 1700’lerde Alman Hahneman’ın uygulamaya koyduğu bir yöntem olup; kısaca, hastalığa neden olduğu düşünülen toksik maddenin (hastalık etkeninin) seyreltilerek küçük dozlarda hastaya verilmesi ve bu yolla sıvı dengesinin sağlanabileceğine yönelik yaklaşımdır. O yıllarda hastalıkların nedeninin kan, balgam, safra gibi vücut sıvılarındaki/salgılarındaki dengesizlikten kaynaklandığı düşünülmekteydi. Alternatif alanda yine sülükle, hacamatla, bağırsakların boşaltılmasıyla da bu dengesizliğin giderilebileceği yönünde yaklaşım söz konusudur. Trajik olan, 300 yıl öncesinin bakış açısının, bu çağda ve hiçbir kanıta dayanmaksızın, bugün yeniden hastalıkların tedavisi için gündeme getirilmesidir. Homeopati yönteminde toksik maddenin suyla karışımı o denli seyreltik hazırlanır ki, içinde neredeyse sudan başka herhangi bir madde bulunmaz. Suyun da yan etkisi olmayacağından, yalnızca plasebo etkisi gösterir. Hastalar sadece psikolojik işlergeler üzerinden kendilerini iyi hissedebilseler de, bu iyilik halinin uzun süre devam etmeyeceği açıktır.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ SEMPOZYUMUNDA ÖNE ÇIKANLAR

Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu tarafından 2016 yılında düzenlenen GTAT konu başlıklı sempozyumda öne çıkan ve ortaklaşılan noktaları öz olarak vermek gerekirse:

  • -Geleneksel ve alternatif tıp uygulamalarının çok azında bilimsel kanıt olduğu, çoğunun ise etkisiz olduğu veya diğer tedavilerle etkileşerek insan sağlığı için zararlı olduğu vurgulanmış,
  • -Hekimlerin tüm hastalarına geleneksel ve alternatif uygulamaları kullanıp kullanmadığını sormalarının gerekli olduğu; hekimler için GTAT uygulamalarında sağlık sonuçları ile ilgili başvuru kitabı ve web sayfası düzenlenmesi gerektiği belirtilmiş,
  • -Günümüzde dünyada her üç kişiden birinin GTAT uygulamalarına başvurduğu ve bunun son 20 yılda arttığı belirtilerek, bu haliyle GTAT’ın bir ‘’pazar’’a dönüştüğüne ve artık devasa bir ekonomik boyutu bulunduğuna dikkat çekilmiş; bu bağlamda, GTAT reklamları ile ilgili harekete geçilmesi ve bunların denetim altına alınması için bir mekanizma gerekliliğinin altı çizilmiş,
  • -GTAT uygulamalarından çok azının etkinliğinin kanıtlanmış olduğu vurgulanarak, bu gerçeğin hekimlerle ve toplumla güçlü bir şekilde paylaşılmasının önemine değinilmiş. Sağlığı tehdit eden uygulamaların bildirilmesi için farkındalık oluşturulması gerektiği ve bunun bir hekim sorumluluğu olduğu vurgulanmış.

Son söz olarak; ‘ortaçağ aklı’nın egemen olduğu bu dönemde tıbba alternatif dayatması ile moderniteye saldırılmakta, cehalet bu yolla da örgütlendirilmekte, para kazanmaya yönelik yeni bir alan oluşturulmakta, ayrıca sağlık harcamalarını toplumun üzerine kaydırarak bu harcamaları azaltma hedeflenmektedir. GTAT uygulamalarının her birinin etkinlik ve güvenliliğinin bilimsel süreçlerle belirlenmesi bir gerekliliktir. Siyasi bağlamda gericilikle mücadele ise, toplum sağlığı açısından da gerekli bir koşuldur. Tüm dünyada yükselişe geçen ‘ortaçağ aklı’ da göz önünde bulundurulduğunda, insanlığın kurtuluşu için tek yol gösterici, her zaman olduğu gibi, akıl ve bilimdir.


Kaynaklar

1-İlker Belek. Sağlık Bakanlığı aktarlığa, kupacılığa…. www.canakkalematbuat.com http://haber.sol.org

2-İlker Belek’e sorduk: Nedir bu alternatif tıpla alıp veremediğiniz? Sol Haber Portalı

3-İlker Belek: Gericilik döneminde tıbba ‘’alternatif’’ dayatması. Toplum ve Hekim 32(1), 5-8, 2017.

4-İskit AB: Bilime karşı yalancı bilim örneği: Homeopati tıbbın alternatifi olmaz, 2016.

5-www.ttb.org.tr. Geleneksel, alternatif, tamamlayıcı sağlık uygulamaları