Paranın bir yüzü roman, öteki yüzü karşı-roman

Böylece roman tarihi içinde, ender rastlanır “romanın sildiği roman” örneğiyle karşılaşmış oluyoruz. Ama bir kez Orhan Pamuk okuru olmayı seçmişseniz, ilk uyacağınız oyun kuralı, yazara (tanrıya) inanmak, boyun eğmek, onun şakalarını, şaşırtmacalarını, eğlencelerini bile hak edilmemiş bir bağış gibi algılamaktır.

ZEKİ Z. KIRMIZI

Orhan Pamuk’un önerdiği varlıkların, içinde yaşadığımız dünyada bir boyut silindiği, eksiltildiği için sağlıklı karşılıklarını bulma, kusurlu imgeyi gündelik nesneye iliştirme konusunda okuma güçlüğü yaşadığımız için varlıksız varlıkbiliminden söz etmemiz belki yadırganabilir. İki boyutluluk nasıl bir imgelemsel tasarım ise üç boyutluluk da gerçekte bir imgelemsel tasarım ya da kısaca imge değil mi? Bizim varlıkbilimimiz hâlâ Kant’ın eşiğinde duralayan bir varlıkbilimi değil mi? Orhan Pamuk’tan mı bekliyoruz çözümü?

Elbette felsefenin ana sorununa ilişkin bir çözümü bir yazardan beklemeyeceğiz. Bir şey umabiliriz ama… Eskil (arkaik) döngü konusunda sanatçı seçiminin deneysellik başlığı altında sunulmasını…

Ya biri çıkar da dümdüz bir dünyada, sürünen iki boyutlu yaratıklar, görüntüler olduğumuzu ileri sürerse…

Eski çözüm sanatçının yine de yeni çözümüdür ve dönülmez değildir. Çünkü sanat yapıtı bir yandan daha önceki tüm yapıtları içerir bir yanıyla da öncesizdir. Eski diller, biçimler, dizimler, canlandırmalar, sanat yordamları yine ve yine kullanıma gelir, gelmeli. Ama sanatçı konumunu yitirir, konumlanışını, yerlemini dert etmez, hatta bunu (konumlanmayı) baskı olarak yorumlar, buradan kendini özgürlük direnişçisine dönüştürürse gölge ister istemez düşer yapıtının üzerine. Felsefenin sorusu, yani tartışmasını yine de ‘ilerleten’ şey, bu sözcüğü yarattığı tüm irkintilere karşın kullanıyorum, çünkü ilerlemeden biraz Edgar Morin’in ‘karmaşa’ (kaos) kuramına yakın bir şeyi anlıyorum ve kendi eytişmeli uslamlama çizgime ters düşmüyor, evet, felsefenin sorusunu ilerleten şey, sanatın sorusunu da ilerleten şeydir. Bu bir durumdur, kendini bir durumun içinde bulmadır ama (herhangi) bir durum aslında olanaksızdır. Bir durdurma, örnekleme, tanımlama çıktısıdır. Demek ki nerede olduğumuz konusunda geçmişi gelecek tasımıyla arakesite zorlayan, şimdi onu yadsıyanı bile içine alan bir bağlam, zaman tinidir. Zaman, tin sözcükleri de kullanıldığı anda yok olan geçici tanımlar olarak anlaşılmalı. Ama arkadaki her koşulda içeriğinin bakışıyla koşullu, açık kalan sonsuz bağlamın (kaos) saçılımı, genleşmesi sürer. Karmaşa (kaos) sürer. (Lars Von Trier, Deccal, 2009.) Karmaşa tükenişe, sıfıra süren (bozunum: entropi) ilerlemedir. Uscul kavrayış, anlama çabası karmaşaya dalıp ona verilen geçici biçim, düzen, şimdi burada’nın düşlemi, imgelemi, dolayısıyla felsefesi, bilimi, sanatıdır. Us içeriden, varlığın arkasından konuşur, bir tür yakınsar insan eylemi, hatta tutkusudur. Varlığa boyut ekler, yeni zamanlar uzamlar akışlar çevrenler önerir, yasalarını sınar, saltıklık taslamaz. Yalnızca us taslamaz saltıklık ve bu yüzden eleştiriden ayrı düşünülemez. Başka ve ikincil tüm anlatımlar özeleştiride sıkışabilir, çıkmaza girebilir ama us kendine bu hakkı asla bağışlayamaz. Tanrının hakkını Tanrıdan alır ama Şeytanın hakkını da hakmış gibi sınar.

Peki ya döngüler, geri savrulmalar, eskil (arkaik) dilden nağmeler nerede konuşlanır? Yine ve birileri için kötü haber; ilerleyen karmaşanın içinde… Açı büyüdükçe büyüyecek, varlık için düzlemsel, küresel, uzaysal boyutlar açılacak, ama diğerleri yanı sıra sanatın örneklemesi de sürecektir. Bir an eğlenceli oyun olarak görülecek bir sanat sunumu ne zaman gerici bir karşıcıllığa dönüşür peki? Deneysel girişimini hakikat girişimi olarak sunduğu zaman. Yapılan hem bir geriden yazma-okumadır hem de töz savlıdır. Var olan tüm anlama girişimlerini aştığını savlamaktadır. Oysa görülen, tanıklık edilen ve eğlenceyle sınırlı olarak katlanılan şey, tüm bu dünya yazarlarında, deneme hakkıdır ve şimdiliktir. Çünkü okur varlık deneyimlerinde yazarın sunumunun çok ötesine varmıştır ve eğer geri dönüp bakacak, bunu onayacaksa yazarın önerdiği oyuna oyuncu olarak katılma isteği, sevinci, hazzıyla yapacaktır bunu. Ama kendi yerini asla ödünlemez. Oysa Pamuk aynı zamanda okurunu de yersizleştirme, yerleminden çıkartma çabası içindedir, yani yerlemsizleştirme (koordinatsızlaştırma)… Bilimden, sanattan vb. tanışlık kurduğumuz tüm soyutlama girişimleri, anlatıların içeriden, etkileşimle ve eşitlikçi görüşlerle geçici uzlaşımlar olduğunu öğretti bizlere. Yapıt bağlamı içinde usumuza yatmasa da bir uzlaşma oyununa hayır demeyiz, değerli de buluruz. Ama ya biri çıkar da dümdüz bir dünyada, sürünen iki boyutlu yaratıklar, görüntüler olduğumuzu ileri sürerse… (Edwin A. Abbott, Düzdünya: Flatland, özgün dilde ilk basım 1884.)

Bir kez Orhan Pamuk okuru olmayı seçmişseniz

Durum bizi hemen felsefenin bilgi soru(n/s)una taşıyor. Ama Orhan Pamuk bağlamında bizim soracağımız şey bilginin ne’liği değil bilginin erkiyle (iktidar) ilgili. Yani bildiğimizi sandığımız şeyi bir sava dönüştürmek, inanç konusu yapmak, sanatın imgecil algılatma gücüyle saltıklaştırmak… Bilgisiz (içeriksiz) bilgibilimi denebilir. Seçilen bilmemek değildir, yazarın bildiği gibi bilmektir. Dikkatle bakılırsa sorun varlık oyunlarının bilgi oyunlarında yankılanmasıyla sınırlı da değil. Aynı ilke burada da geçerli. Bilgi kendini yıkarak yapan bir ‘ilerleme’dir. Yazar (anlatıcı) konumunu tartışma dışı tutuyor ve üçüncü kişi anlatımını bir biçim-yapı öğesine dönüştürüyorsa bu söyleme kipinin çıktısı ‘tartışmasız doğru’dur. Yazar sizinle tartışmıyor, anlatacaklarını ya dinler ya da dinlemezsiniz. Dinlemezseniz Nobelli bir dünya yazarını okumamış, atlamış olmanın ezikliğiyle baş etmek zorundasınız. Ama bir kez Orhan Pamuk okuru olmayı seçmişseniz, ilk uyacağınız oyun kuralı, yazara (tanrıya) inanmak, boyun eğmek, onun şakalarını, şaşırtmacalarını, eğlencelerini bile hak edilmemiş bir bağış (lütuf) gibi algılamaktır. Elbette bilgi oyunları da geçici olarak katılmaktan hoşnut kalacağımız deneyim paylaşımlarıdır ve yine belli bir düzeyde sorun yoktur. Ama arkada tüm bunları içine alan bir bakış açısı vardır ve bilgisini (kurgusal evreninin ana ve kişisel yasasını) tartışma üstünde tutmaktadır. Aslında haksız da değildir. Bir yazarın evren kurması kolay değildir ve bunu savunması da bir insan ömrüne bağışlanır. Ama bir insan tarihteki kişisel yeri, seçimiyle de tartışılabilmeli. Bunu da öngörebilmeliyiz. Tarihe sığmasak da dışında hiç değiliz. İndirgenmiş varlığın indirgenmiş bilgisi kurmacanın deneyimi içine girmesine girer ama bu bir yazınsal tutuma, hele önermeye dönüşürse işler çatallanır. Birçok yazarın ortak sorunudur bu. Güçlükle yaratılan düşsel evrene sıkı sıkıya yapışmak, vazgeçememek, dolayısıyla canla başla savunmak. Savunulan bir şey değildir elbette, bir bakış açısı, bir dünya yordamıdır, sanat ürününde, romanda yankılanan. Bir, iki, üç… Sonra? Bu indirgenmiş bilgiyle yetinecek miyiz, yazarın ısrarına nereye dek anlayış gösterebileceğiz? Bilginin ve sanatın evrimi içinde oluşan içkin doğaları donmuş önermelerle yaşamlarını sürdürebilir mi?

Romanın sildiği roman

Zaman düzeyinde bilgi siyasetleşirken aktörel seçimlerimizle baş başa kalmamız kaçınılmazdır. Aktöresiz aktöre derken yazarın seçkinci doruğundan bakarak günün değer yargıları karşısında yansızlığı seçiyormuş gibi davranışını tartışmaya açmış oluyoruz. Pamuk ne varlığı ne bilgiyi, ne (ak)töreyi aslında yorumlamakta, bükmektedir. Bunların dışından kurmaktadır dünyasını. Onun kayıtsız, soğuk gülmecesinde (humor) bile sevimli (sempatik) olamayan anlatıcı tini (ruh), tam da bununla ilgilidir. Sanki uzaydan gelmiş, bu dünyaya ayak uyduramamıştır. Kendi yarattığı evrenin yabancısı kalmayı yeğlemiş gibidir, tersi yönde bir anlatıcı dilini yokluyor olsa da. Yerden, insanların (okur, roman kişileri) düzeyinden konuşmasında bir zorlama vardır, gerçekte başka düzlemlerden konuşulduğuna ilişkin bir gönderim. Yalnızca onun dediklerini anlayalım diye bizim dilimizden konuşur, gönül indirirmiş gibidir. Bu sarmal tabii ki kötü bir sarmaldır ve okunmak mı, bu insanlarca okunmak mı, gerilimi hemen her yazarın gelgiti, sarkacıdır düşünülürse. Ne olursa olsun okunmak (satmak, ödüller, vb.) kolay göz ardı edilemeyecek bir seçenektir. Aktörenin yara aldığı yerler, alanlar bunlardır. En büyük ortak bölen (EBOB) nasıl oluşturulacak, tüm bu insanları yazar aynı çatı altına nasıl toplayacaktır? Bereket iş yalnızca onun girişimlerine kalmaz. Koca bir anamal dünyasından ve onun güncel yapı ve gereksinimlerinden, davranışlarından söz ediyoruz. Tüm bunlara karşın sözünü ettiğim aktöresiz aktöre kitabın yayın serüveniyle ilgili değil, yazı(m) serüveniyle ilgilidir. Yarattığı evren içinde yazarın kendini yasladığı değerler dizgesi önemli bir yazınsal (sanatsal) konudur ve sayısız uygulayım değerlendirilmek zorundadır. Sanatçının arkasındaki belirleyici zaten yazar üzerinden yapıta bir dizi değer yargısı sızdırır. Ama sanatçı değer yargılarıyla hesaplaşır yine de, bir bölümünü yönetmek ister ve kendi yetki alanı içinde bunu hak olarak görür. İşte bir yazar yazdıklarının dışında insan olarak da yaşadığı dünyayı değerlendirdiği için, dürüstçe ve çekincesiz yazar-kişi seçimini ve yargılarını doğrudan ya da dolaylı biçimde yapıtına yansıtır. Ya yazarımız gerçekten bir yazı ustası ise ve tüm bu varlık, bilgi, aktöre vb. konularındaki kişisel seçimlerini yapıta ustalıkla yansıtmamayı doğru buluyorsa? Bunun için günümüzde de geçerli ve sayısız nedenleri vardır sanatçıların (yazarların) elbette. Ama okur bunca geriye, yazarın ardına giderek birbirini tetikleyen düzenekleri araştırma zahmetine girmez. Yapıtı izler, okur ve yapıtının sokaklarında gezinir gibi görünse de yazarın aslında dışarıda, uzakta olduğu izlenimini kasıtla verdiğini sezinler ya da anlar. O bir dünyalı değer yargısına bağlanmış görünmek, oradan yargılanmak istememektedir. Yargılar ve değerler üstünde kalmalıdır. Aktörenin diline kendini kaptırıp yarattığı kişisinin bakış açısına, yargılar demeti içine giremez. Nesnellik; yansızlık, kapsayıcılık mıdır? Balzac’ta doğrulanan burada geçerli olur mu? Ama ben durumu saptamakla yetineceğim ve dili en yalın durumunun aktarım kipine sıkıştırmanın Orhan Pamuk özelinde hemen tüm içeriği (gösterilen şeyi) içeriksiz kıldığını belirtmekle yetineceğim: İçeriksiz içerik. Çünkü içerik yapıta kilitlenmiyor, yapıt bir içerik önermesi değil, yapıt aslında sözverisiz (vaat), genel bir göndermeden (ima) yoksun. Ayrıntıda, olay (olgu) düzeyinde sayısız (ne yazık yine sahte) çağrışımına, gönderimlerine karşın. Sahte sözcüğünü, çözümlememin beni getirdiği savsöz çerçevesinde kullanıyorum. Yani özetle ‘şeysiz şey’ anlamında. Var ama yok ve tersi. Yani uzlaşımlı göstergenin ya göstereni ya gösterileni olması gereken şey ya da yerde değil. Paranın bir yüzü roman, öteki yüzü ise karşı-roman. Böylece roman tarihi içinde, ender rastlanır ‘romanın sildiği roman’ örneğiyle karşılaşmış oluyoruz. Bu da bir yanıyla az şey sayılmaz.

(Bitti)

 

PAYLAŞMAK İÇİN