Mevsimi Geldi, Balcan Delileri Çoğalmaya Başladı

Tarihi kayıtlar eşliğinde öğreniyoruz ki şu zavallı mor patlıcan, bir yandan yiyeni melankolik yaparken asıl itibarıyla kendisi Avrupa’da zulüm altında yaşayan bir özgürlük savaşçısıymış. Bundan sonra Türkiye’de özgürlük mücadelesi için kurulacak partilerin amblemi “mor patlıcan” olsun. “Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet!”

 

SAMİ GÜNAL

Yemeklere tarifsiz lezzetler katan patlıcanın baş gösterip mideye hizmet ettiği aylar temmuz-ağustostur. Malumunuz sebzedir. En çok yetiştirildiği üçüncü ülke Türkiye’dir. En çok sevildiği ve tüketildiği yer Antep olsa gerek. Sadece Antep’e özgü dolmalık türleri vardır. En sevdiğim yemek türü söğürmesidir. (Közleme)

Meğerse reçeli de oluyormuş. Antalya’da yedim, unutamadım. Geçenlerde satıcı komşumdan hevesle aldım, ağzımın tadı kaçtı. Zira kirece vurulmuş tatlılardan hoşlanmıyorum.

Heveslerimin içerisinde naçizane gurmelik de var. Her mahallede her lokantaya oturmam. Tat bakıcılığı sevdasına ilden ile gidebileceğim gibi tatil rotamı çeşnicilik keyfi üzerine kurabilirim. Bu sevdamdandır ki bir yolculuğumuzda yol arkadaşımla bozuştuk. Çok acıktığından hayvani bir güdüyle önümüzdeki ilk lokantada durmamı emredince Manisa’daki o gurmelik yere kadar bekleyeceksin, dedim. Yemekten sonra barıştık!

İl il gurmelik adreslerim vardı. Kitaplığımın bir bölümüyle beraber o da gitmiş. Gurmeleri okuyup izlemek benim için büyük keyif. Güvendiğim usta gurmelerimiz var. Vedat Milör, Artun Ünsal, Salih Seçkin Sevinç gibi. Oldukça emek verenlerden birinin de eski “Cambaz” Rıza Sönmez olduğunu görüyorum. Artun Hoca’ya artık TV’lerde niçin yoksunuz, dediğimde genel gidişata paralel soğuduğunu ve kitap çalışmalarına koyulduğunu söylemişti. Vedat ve Artun Hocalar asıl itibarıyla üniversitelerde ağırlığı olan bambaşka dalların profesör akademisyenleridir.

Tadabileceğim bir adres yakalayamaz mıyım diye TV’de haldur hurdur izlediğim lezzet durakçısı “Kürek Mehmet” (Yaşin) var. Bir tatil serüvenimizde Gazipaşa’da Oğulcan’la beni tatsız bir köfteciye sürükledi ki çocuğa mahcup düştüğüm için çok kızdım. Baba ya bu mu senin gurmeliğin, dedirtti. TV için bir yemek çekimi esnasındaki karşılaşmamızda artık benim için küreğinin sapı kırıldı Mehmet Bey, dediğimde asistanına dönüp o köfteciyi listeden çıkartalım, dedi. Kabul ettim ki kulaktan dolma bilgilerle bir adrese gittiniz. Lezzet yoksa yedim içtim ayıp olmasın, deyip övmeyeceksiniz. (Bu yorumum gayet sübjektiftir. Teşbihtir, diyelim.)

Delileri unutmadım. Sadedin içine gireyim. Sosyetik hayat içinde bazen aklım karışır kimi sözcük ve deyimleri kullanırken. Bu söz, bizim Antep ağzının mı yoksa genel Türkçenin malı mıdır, diye duraksadığım olur. Bunlardan birisi de “Patlıcan Delisi” deyimidir. Okuduğum bir yazıdan öğreniyorum ki “Patlıcan Delisi” genel geçer bir deyim olmakla kalmayıp tababet (tıp) içinde bile yerini bulan Avrupai bir kavrammış. Yaşa ki öğrenesin! Öğrenmenin iki özelliği var. Yaşının ve sonunun olmaması.

Hoş, yıllar önce Dr. Şebnem Fincan Korur’un bir yazısında “Balcan Delisi” tanımlamasını yakalamıştım ama asabiyet bilimi açısından bir bilinçlenmem olmamıştı. Zorunlu görev yeri bizim Antep’miş. Bu deyimi oradaki bir hatıratının içerisinde geçirince ha bu bizim yerel ağızdaki tanıklığından söz ediyor, diye düşünmüştüm. Yerelliğe vurunca Patlıcan Delilerinin evrensel boyutunu kavrayamamıştım. Evet ya evrenselmiş!

İnsanlar, kültürlerini oluştururken doğadaki olup bitenlerden bolca yararlanırlar. Örneğin patlıcanlar, güneşi yedikçe normalin dışına çıkıp pörsürler. Çocukluğumuzda bizim köyde kimi deyimler-seslenişler vardı. Zannederdim ki güneş yiyen patlıcanın normalin dışına çıkması gibi ergenlerin deli doluluk sergilemelerine karşılık büyüklerimiz o güzel edalarıyla onlara “Ay ay, yine ‘balcan delileri’ coştu!” derler sanırdım.

Köyümüzdeki çocukluğumun ünlü “Balcan Delileri”ni Midil Hüseyin, Köşger Ali, Apo Salman, Hafız Medet, Aço’nun Aziz’i, Ziyancıl Muzaffer, Köse Taner, Ali Ekber diye uzatırsam listenin ucu bana kadar gelir.

Şu “Balcan Delileri”nin evrensel boyutuna geleyim. Müjdem var! Aynı zamanda pahalılıktan kaçak rakıya vuranları sevindireceğim.

Meğerse o söz boşa söylenmezmiş. Altı varmış. Bilimsel bilgilere göre, tıka basa patlıcan yiyenler bir hoş olurlarmış. Bol miktarda yiyince iki duble rakı etkisi yaparmış. Zira patlıcanın içeriğinde nikotinle birlikte insanın kafasını dumanlayan daha başka maddeler de varmış. Tam kesin olmamakla birlikte patlıcanı çok yiyenler melankolik oluyorlarmış. O garip davranışları sergileyenlere bu nedenle “Patlıcan (balcan) Delisi” derlermiş. Deliliğin iyice ortaya çıkması için yan unsur olarak sıcaklığın da gerek şart olduğu söylenmektedir.

Bu “Balcan Deliliği” evrenselmiş, dedim. İşte insanları delirtiyor iddiasıyla 16. yüz yılda İngiltere’de bir süreliğine patlıcan üretimini yasaklarlar. Bu delirtme özelliğinden dolayı İngilizler patlıcana “Deli Elma” lakabını takmışlar. Aynı şekilde İtalya’da yasak getirilmiştir. Fransa’daysa yüksek ateşe ve “sara”ya neden oluyor diyerek mutfağa sokulması yasaklanmış.

Tarihi kayıtlar eşliğinde öğreniyoruz ki şu zavallı mor patlıcan, bir yandan yiyeni melankolik yaparken asıl itibarıyla kendisi Avrupa’da zulüm altında yaşayan bir özgürlük savaşçısıymış. Bundan sonra Türkiye’de özgürlük mücadelesi için kurulacak partilerin amblemi “mor patlıcan” olsun. “Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet!”

Araştırdım gördüm ki patlıcan nelere sebep olmamış ki! Şimdi haydaaa, diyeceğimiz şeyler duyacağız. Patlıcan mevsiminin doğurduğu delilik adli yargılamalarda mücbir sebep kapsamına sokulur. 1965 yılında Almanya’da görev yapan bir Amerikalı asker baba, patlıcan mevsiminde küçük kızını pencereden atmak suretiyle ölümüne sebep olunca atmosferik etki hesaba katılarak hafif cezaya çarptırılır.

Paralel bir yaklaşımla benzer sonuçlar üzerine resmî istatistiklerle yine bizim Antep’e dönelim. Antep Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi bilmem kim der ki “Havanın ısınmasıyla tıpta ‘hemosidal’ denen saldırganlık ve çevreye zarar verme davranışları artmaktadır.”. Nitekim cumhuriyet başsavcısı da der ki özellikle bu mevsimde bıçakla yaralamalar artmaktadır. Polis kayıtlarını baz aldığımız yılda “Patlıcan Sıcağı” diye adlandırılan 40 günlük dönemde 81 kişi yaralanırken 21 kişi ölmüş. Hadi kendine güvenenler varsa bu mevsimde Anteplilere yan gözle baksınlar bakalım!

Daha neler neler! Desem ki İstanbul’da patlıcan yangınları olurdu! Kim neyi kavrar ki? Vala, bilmiyordum, öğrendim.

 

İnsanlar, bu mor patlıcanın lezzet deryasına dalma uğruna İstanbul’u tarihte birkaç kez yakıp kül etmişler. Bu yangınlar genellikle ağustos ayında çıkınca adına Evliya Çelebi’nin çağdaşı olan yazar Eremya Çelebi tarafından “Patlıcan Yangınları” denilmiştir.

Bilindiği üzere eski zamanlarda (18, 19. yy) İstanbul’un tarihi semtlerindeki evler ahşap yapılardan oluşmaktaydı. E tabi, mahalle kültürünün hâkim olduğu zamanlardı. Kadınların kapı önlerinde komşularla laf kaynatmayı yaya yaya bitiremedikleri yıllardı. Yemekler gaz ocaklarında veya mangallarda pişiriliyordu. Havanın poyrazlı olduğu bir günde patlıcanlar mangalda közlenmeye ya da ocakta kızartılmaya bırakıldıklarında kadınlar kapı önü daimi faaliyetlerindeyken es kaza sıçrayan çıngıların oluşturduğu yangın, evi sarıp kapıdaki hazır kıta kadınları da yaladıktan sonra tüm mahalleye yayılıyordu. Yangını körükleyen rüzgâra kadınlar “Patlıcan Meltemi” adını takarlar. En büyük Patlıcan Yangını Cibali semtinde çıkar. Üç gün üç gece. Haliç kıyısından Cerrahpaşa’ya kadar olan evleri küle çevirir.

Bununla birlikte bu yangınların bazılarının Yeniçeriler tarafından gerek ekonomik gerekse siyasi olarak kasten çıkartıldığı iddia edilmektedir. Yangın çıkartıp geri de söndürmek için mahalle halkından para sızdırmak ya da istemedikleri sadrazamların otoritesini zayıflatmak için yangın çıkartırlar.

Demedin, denilmesin. Bu yazımda hayati derecede önemli mesajım var. Okuyanlar okumayanlar, bir Antepli olarak beni tanıyıp ona göre davranış modeli geliştirsinler (!). Mevsim tam o mevsim!

 

paylaşmanız için