Ma’mûret-ül-aziz valisi Mehmet Ali Aynî’nin anılarından

CEM BAYINDIR

            Yazıda adı geçen Türk devlet adamı, akademisyen ve eğitimci Ordinaryüs Profesör Mehmet Ali Aynî Bey, 1869-1945 yılları arasında yaşamış, Mektebi Mülkiye’yi (Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitirmiş, Lazkiye, Yanya, Kosova, Halep, Trabzon, Taif, Amara, Elaziz ve daha birçok yerde yöneticilik yaptıktan sonra, üniversite öğretim kadrosuna geçmiştir. Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Darülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Millî Mecmua ve Fağfur gibi dergi ve Yenigün, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde yazılar yazmış; batı dillerinden önemli çeviriler yapmış, birçok da özgün yapıt üretmiştir. Tasavvufa ve genel felsefeye ilişkin önemli kitapları bulunmaktadır.

            Mehmet Ali Ayni Bey’in aşağıdaki anıları, “Canlı Tarihler” adlı yayının 76, 77 ve 78. sayfalardan alınmış bir özet olup, tüm dil özelliği korunmuştur.

            “…İstanbul’da iken, Hüseyin Hilmi Paşa sadrazamdı. Onun kabinesinde sadr-ı esbak (eski sadrazam) Ferit Paşa , Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) sıfatıyla bulunuyordu. Beni pek beşuş (neşeyle) karşılayan Ferit Paşa ‘Mamuretülaziz’ valiliğine tayin edildiğimi bildirdi. Fakat bir gün sonra Nazaret makamında (Bakanlıkta) değişiklik oldu, Talât Bey (Paşa) Dahiliye Nazaretini (İçişleri Bakanlığını) deruhte etti. Tebrike gittim.O gün nazaret (bakanlık) çok kalabalıktı. Talât Bey:

-Yarın gel, uzun uzun görüşelim. Benim de size bazı söyleyeceklerim var, dedi.

Tabii, ertesi günü Talât Bey ile tekrar mülâkî oldum (buluştum). Sözlerinin bütün hulâsasını (özünü) bir noktada toplamak mümkündü: ‘İttihad-ı anâsırı tahakkuk ettirmek’ (unsurların birliğini gerçekleştirmek).

Ben de ayni ümit ile İstanbul’dan ayrıldım. Mamuretülâziz Vilâyeti’nin merkezi olan Mezraa’ya gittim. Bu vilâyet o zamanlar Ermeni ve Kürt unsurlarının daimi bir mücadele halinde bulundukları bir yer idi. Şimdi birkaç vilâyeti ve bir de Umumî müfettişliği ihtiva eden sınırlar içinde gürültü patırtı hiç eksik olmuyordu. Keseb’de çıkan ve Lâzkiye’de sükûnet bulan Ermeni Vakasında oynadığım rol diyebilirim ki oraya Vali seçilmeme de âmil (etken) olmuştu.

Mamuretülaziz’de iken Lâzkiye’deki Ermeni vakasının zeyli (devamı) ile karşılaştım, Beyrut’taki Papa’nın vekili murahhası Mezraa’ya kadar geldi. Onun bu uzun kara seyahatını göze almasının, meğer sebebi varmış!

Papa, Ermeni vakasındaki hizmetimi mükâfatlandırmak istemiş, bana ‘Le grand St. Gregoir’ yani ‘Gregoryos-ı kebir’ nişanını vermiş. Bunu bizzat talike de (iletmeye de) Beyrut’taki vekil murahassını memur etmiş. Kardinal efendi de nişan ve beratını hamilen (alarak) yola çıkmış. Bu nişanın resmi günlerde taliki (asılması) esnasında giyilmesi lazım gelen hususî bir esvabı (elbisesi) da vardı. Bunu yaptırmak arzu edip etmediğim hakkında ayrıca, İtalya’nın maruf (ünlü) terzilerinden de mektup almayayım mı?

MAMÛRETÜLAZİZ’DE

Mamuretülâziz’e İstanbul’dan gittiğimi söylemiştim. Fakat bu yolculuk sükûnet ile geçti zannedilmesin. Benim için merasimli, külfetli, bir program yapmışlar.

            Vilâyet hudutlarına (İl sınırlarına) girerken bunu elime tutuşturdular. Konaklıya konaklıya, nutuklar dinleye dinleye ve bunlara da cevaplar vere vere Mezraa’ya vardım.  

            Burası yemyeşil bir kasaba idi. İşe başlar başlamaz Ermeniler ile meşgul oldum. O vakit Ermeniler her tarafta anarşi çıkarmağa çalışıyorlardı. Fakat aldığım tedbirler ile memuriyet dairem içinde tek bir vaka (olay) tahaddüsüne (çıkmasına) imkân bırakmadım. Bu arada Kürt unsuru da gözden uzak tutmuş değildim. Ehvali (durumu) izaha muhtaç olmayan Dersim çevresinde de tam bir emniyet tesis ettim.

Mamuretülaziz valiliğine 16 Ağustos 1325 (1909) tarihinde başladım ve bu hizmette 19 Birinciteşrin 1327 (Ekim-1911) tarihine kadar bulundum. Memuriyetim esnasında belli başlı şu işlerle meşgul oldum:

A-        Dersim, Pötürge, Kâhta gibi yerlerin asayişini temin,

B-        O havalinin ziraî hayatını inkişaf ettirmek maksadı ile ziraat aletleri getirtmek,

C-        Bunlar için depo ve fidanlık tesis etmek,

Ç-        “Gölcük” su ameliyeleri için mühendisler getirtmek ve plânlar yaptırarak işe başlatmak,

D-        Maarife reel bir veçhe vermek (eğitime gerçekçi bir yön vermek),

E-        Keban Madenini tekrar işletmek,

F-        Hasanmansur ile Halep arasında şose inşasına teşebbüs etmek ve bütün vilâyet yollarını tamir eylemek.

Mamuretülaziz’de bulunduğum sıralarda bir meseleye daha ehemmiyet veriyordum: Halkın işini günü gününe yapmak. Bu sebeplerden dolayı gerek Müslüman ve Türk ahali gerekse diğer unsurlar benden hoşnut kalmışlardı. Bilhassa herkese aynı muameleyi yapmam neticesinde, hiçbir sızıltıya da meydan verilmemiş oluyordu.

Bitlis valiliğine tahvilim üzerine, tanzim kılınan (düzenlenen) mazbatada (belgede) “İnfikâk-ı nagihanimin (birden ayrılmamın) teessürat-ı umumiyeyi (genel üzüntüye) mucip olduğu” tasrih edilmişti (açıklanmıştı).

Mezraa’dan ayrıldıktan sonra Bitlis valiliğine gitmedim. Bunun üzerine beni Yanya Vilâyetine tayin ettiler. Memuriyet mahallime giderken Naip, bana, Yanya Kumandanı tarafından, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşaya gönderilen lâyihanın bir suretini verdi. Buna bir göz atılması Yanya’da iyi bir idare ve asayiş temin etmenin ne kadar müşkil (zor) olduğunu gösteriyor…)