“Anlamın Yaşı Küçük”. Dünyaya ve insana dokunmaya devam et.

Belki bunları sana yazmamda bu şiirin de payı var. Çünkü hayat beni getirip Kaz Dağları’nın eteklerinde bir yere bıraktı. Bir hikmeti olmalı bunun: Ağaçların, kuşların ve suların imdadına koşmak; karacalara, sincaplara arka çıkmak gibi…  Diyeceğim bu şiir de adamakıllı dokundu içime.

hayrettingeckin@gmail.com

Şiir senin yurdundur Şükran, bilirim… Dizelerinden öğrendim, inceliklerle döndüğünü yüreğinin diyarlarından. “Anlamın Yaşı Küçük” bir şiirsin  “Mürekkep Acısı”ndan sonra…

“yarın
kadın olmak kolay
bu yüzden çocuk olurum
bugün”

Diyorsun ya! Bence, çocuk ol ve çocukluğundan fazla uzaklaşma. Birkaç zeytin fidesi ekmeyi de unutma düşucuna. Bu senin de sözcüklerin de ruhuna iyi gelir.

“bir adama soyunurum ince
sarar
tenime buyururum” şeklinde bir çıkış yolu akla yatabilir. Sonuçta bir seçim. Fakat diyorsun ki:

insanım
kaçmaya korkanları düşündükçe
kaçtım” 

Her kaçış bir hüzündür Şükran. Ve her hüzün insanın kalbinde leke bırakır.

“ölümlerin hangisidir en kötüsü
yaşayıp ölümü kepaze etmeyelim”  

Öyle ya!

“yiten anlamları dünyaya çağırayım” derken iş hepten sarpa sarabilir. Unutma ki bir kalbe inmek için yol uzundur. Dil öğrenmek gerekir taşlardan. Suyla çakılın uyumunda beklemek gerekir belki de. Ayrıca aşk uçurumlar ister, bir dağın derinliğinden gelen şu tanrısal sessizliğe eşlik ettikten sonra sınayabilirsin kendini:

 “sesini al
beni çağır
boşlukları kilitle gidelim”

Bak o zaman, nasıl da tatlı bir eğim var önünde. Ve göreceksin ki

“unuttuğun her yerinden
ölüm ne kadar güzel”

Kendine ve hiçbir şeye geç kalma Şükran. Sözcüklere barışı anlatmayı sürdür, şimdiye kadar sürdürdüğün gibi. Kalbi saydam olanlar şiddetten çok fena inciniyor çünkü. Ağaçların, kuşların ve suların imdadına koşanlarınsa gereksinimi var buna.

“kırmızı bir eve girdi asker
düğümledi içimizi”

Hangi savaş olursa olsun ve hangi gerekçeyle çıkarılırsa çıkarılsın sadece insana değil; kurdun, kuşun geleceği için de bir pusu.  Öyle ya! Bilmiyoruz ki;

“biçe biçe bizi ölüm
nereye götürür tohumumuzu”

Geçenlerde, “gelecek beklenen bir şey değil; yapılan, yaratılan bir şeydir” diyen birine senin şu dizelerinle seslendim:

“hiç olmasa taş ustası olayım
kalbinin duvarında”

“Kuşlara, çekinerek uçmayacakları bir gökyüzü ısmarlamakla işe başlayabilirsin” dedi o biri… İyi mi ettim kötü mü ettim bilmiyorum, tutup senin şu “Mürekkep Acısı” şiirini okuyarak başladım işe:

“ölümün kitabında kaç sayfadır yaşam
değdikçe sevdanın elleri neden eskir yapraklar
çekingen zaman en büyük çile
gümüş damlalar en kutsal sessiz iz
içinden içime aka

huzur renginde sıcak topraklar
portakal renginde birkaç gün
o kısa o küçük o noktalı harflere nasıl sığar
rüzgara emanet sevda ekini

hiç sevmemişler hiç sevilmeyecekler
neden ciltçi dükkânında çalışır
daha mürekkep acısı yutmamışlar

Sahi bir şiir savaşa karşı çıkabilir mi Şükran? 

“mülksüzlüğün keyfini sürdüm evet de
neden herkes benim sahibim” diye kendine sorduğun soruya
“gördün boşluğun da fazlalığı var”
diye verdiğin yanıt gibi açık olsun benim soruma vereceğin yanıt da.

“seni de anlayanlar olur
olsun
deme
dayanamazsın
anlaşılmak noktadır o hep sona konur” diyeceğini biliyorum.

Şiir de olmasa;

 “köprüyüm
bir’imden diğerime”  desek bile; kendimize, başkalarına ve doğaya karşı yabancı kalacağız büyük olasılıkla.

“seninle hiç konuştuk mu
bir çığın sesi olduk mu mesela?”  Eğer bir gün şiir bizi görüştürürse bu soruyu yine sorarım sana.

“adaydım
çaydım
yeni bir çağa demlendim
kapattım ocağı
çünkü yeteri kadar yandım”  dersen, önceden uyarmış olayım, çünkü bu sorumun yanıtı olmaz, şimdiden bilesin.

Ha!Bu arada;

“kendini öldüren adamı
gördüm
yalanın kalbini kırdı”

Bu tanıklık bile kendi başına az şey mi?

“aynaları severim
bulup bulup getirirler beni bana” Şiirlerini ayna bildim Şükran!

Unutmadan söyleyeyim: Şiirlerin arasında “Kaz Dağı” diye bir şiir var:

“Sarı Kız’dı Kaz Dağı
şimdi sarı altın
yarın sarı beniz

siyah zeytindi kaz dağı
şimdi siyah siyanür
yarın siyah bulut

dağdı kaz dağı
şimdi düzlük
yarın çukur

Kaz Dağı
kaz dağı mı demekti?”

Belki bunları sana yazmamda bu şiirin de payı var. Çünkü hayat beni getirip Kaz Dağları’nın eteklerinde bir yere bıraktı. Bir hikmeti olmalı bunun: Ağaçların, kuşların ve suların imdadına koşmak; karacalara, sincaplara arka çıkmak gibi…  Diyeceğim bu şiir de adamakıllı dokundu içime.

Son bir şey daha: Şiirlerinden anladım ki insan da bir ağaç Şükran. Meğer ne acılar yürürmüş gövdesinde, ne sevinçler… Dallarında ne çiçekler açarmış,  ne acılar akarmış yapraklarından… İçindeki gökyüzünü gördüm desem yeridir. Irmaklarını, ovalarını… Kendine has söz diziminde bala dönüşen şarkılar duydum. Eşlik etti yalnızlığıma. Sessizliğinde durup anlam aradım. Dedim “ne hissettinse odur.”

Şiir şiir git yine, sözcük sözcük ilerle Şükran. Nasıl olsa “Anlamın Yaşı Küçük”. Dünyaya ve insana dokunmaya devam et.


(Bu yazı, Şair Şükran AYDIN’ın “Anlamın Yaşı Küçük” adlı şiir dosyasının incelenmesinden sonra kaleme alınmıştır. Mürekkep Acısı şairin ilk kitabının adıdır. HG).