Acının en bilinen fotoğraflarından birinde, Aziz Nesin’in ve Metin Altıok’un yanında, elinde sopasıyla görünen Ali Cem Cilasun “Örgütlenmiş Nefretin Hedefindeki ALEVİLİK” kitabıyla çok cesurca bir iç hesaplaşmaya giriyor. Elbette Madımak Katliamı’nın failleriyle eninde sonunda asıl hesaplaşma yapılacaktır. Ancak; artık “Biz hangi hataları yaptık da düşmana bu kadar fırsat verdik? Neden ve nasıl?” sorularını da tartışmanın zamanıdır
HALDUN ÇUBUKÇU
Peki, Madımak katliamında bizler nerede hata yaptık?
Bu soru ne kadar az soruldu. Oysa gündemin her zaman ikinci sırasında olmalıydı.
Çok vahim yanlışlar, çok vahim hatalar tarihsel yobazlığın saldırısının ateşinde, dumanında, acısında gözlerden saklanmış oldu. Düşman ortada, saldırmış, yakmış, katletmiş; onu görmek, onu lanetlemek elzemdir ama kolay olanıdır da.
Oysa, anlaşılıyor ve biliniyor ki bizim tarafımızda; büyük insanlığın, Aydınlanmacıların, ilericilerin tarafında da vahim hatalar yapılmıştır. 29 yıl sonra da olsa, başka Madımak’lar olmaması için kim nerede, hangi hataları ve niçin yapmışsa dersler çıkarıp başka pratiklerin başarısı için, bütün yanlışların acımasızca ortaya konulması elzemdir. “Her ağacın kurdu özünden” olmuyor ama kurt ağacın özünü çürüttüğü için ağaç kolayca baltaya ya da ateşe gelir oluyor. Bu kapkara dumanın içinden gerçekleri çıkarmadan, o vahim hataların, yanılgıların üstüne gidilmeden, yüzleşmeden Madımak yangınını söndürecek suyu bulmak pek kolay olmayacaktır, olmuyor da.
Cesurca, kendimize bakan bir kitap
İşte Ali Cem Cilasun devrimcinin gerçeği arama, kendi yanlışlarımızı bulup çıkarma, ortaya koyma ve sorgulamada sanırım bir ilki gündeme, bilinçlere getirip öncü bir görev üstleniyor. Kitabı “Örgütlenmiş Nefretin Hedefindeki ALEVİLİK” ile bu son derece güç hesaplaşmada, manevi yükün ağırlığını, yanlış anlama ile yanlış anlama zorunluluklarının yaratacağı cadı kazanlarına atılmayı göze alarak bir anlamda akıntıya karşı kürek çekiyor. Kuşkusuz pek çok eleştiriyi ile serzenişi göze alarak. Ama “inkâr bir gün karelenir” Ve o bunu biliyor.
Arkadaşım Ali Cem Cilasun o gün Sivas’taydı. Madımak Oteli’ndeydi. Acının en bilinen fotoğraflarından birinde, Aziz Nesin’in ve Metin Altıok’un yanında, elinde sopası, solundaki Faslı’yla (evet Faslı, onun da hikayesi kitapta) konuşurken görünendir. Cem Cilasun Madımak hesaplaşmasının asıl yönünün elbette ve kesinlikle Ortaçağ karanlığının gericilerine ve destekçilerine çıkarılması gerektiğinde nettir.
Ancak; bunun ikincil yanında da nettir:
Biz hangi hataları yaptık da düşmana bu kadar fırsat verdik? Neden ve nasıl?
Bu soruları sormak o günden beri Cem’in ve az sayıdaki “bir de kendi hatalarımıza bakıp ders çıkaralım” derdindeki pek az insanın gündeminde olmuştur.
Çünkü net olan, hemen tanımlanacak olan asli faile saldırmak kolaydır, “biz nerelerde hata yaptık”ı araştırmanın ise hangi yaygaralarla karşılaşacağı ise tahmin edilebilir.
Madımak katliamının sadece yangını çıkaran, aydınlanma, laiklik, özgürlük, insanlık düşmanlarıyla hesaplaşmanın zaten varoluşumuzun doğası gereği kaçınılmazlığı oluşturduğu bilgisi yanında, öte yandan; düşmana açık alan bırakan, fırsat veren, topladığı canları güvence altına alamayan, koruyamayan; daha da beteri kişisel çıkarları, egoları, ben tatminleri için ne yazık ki körleşen bizim safımızdaki çoğu yakından tanıdık, çoğu dostumuz canların aymazlıklarıyla da mücadele görevini önüne koymuş adamdır Cem. Bu onun en başta yaşama, yitirdiklerimize, geleceğe ve kendine de borcudur. Hepimiz adına bu borcun altına girmiş ödemek için çırpınmaktadır.
“Örgütlenmiş Nefretin Hedefindeki ALEVİLİK” kitabını da bunun için yazmıştır ve hemen hemen diğer anılar toplamından da kendi içimize dönük hesaplaşma değeri taşıdığı için kanımca daha özel bir önem taşımaktadır.
Cem Cilasun sadece gerçeği, doğruyu arayan ve bulmaya çalışan, bulduğunda da onu kollektif bilginin ve bilincin bir parçası olarak bir daha aynı yanlışlara düşülmesini önleme çabasının insanıdır. Evet, bu dostun attığı gül yaralayacaktır belki ama eleştirdiklerinin bile yaralarını sarıp sağaltabilmeleri için yarayı kanatmak gerekmektedir.
Alevilik ticareti ağaları
Bu ara başlık benim de tanıklıklarımı yansıtıyor. Kuşkusuz bütün renkler kirleniyor ama beyaz en önce ve ağır kirleniyor. Alevilik bu toprakların, Uzak Asya’dan Anadolu’ya uzanan insanlaşmamızın ak tarihidir, en temiz yanı, demokratik halk kültürü, eşitlikçi kandaş Türkmen boylarının özgürlük mirasıdır; bütün milliyetlerden, bütün inanışlardan halkımızın kardeşlik cevheridir.
Ama Alevilik olmasa bile, kimi Aleviler kirleniyor ve beyaz kirlenmeyi daha çok belli ediyor.
Devran insanı insanlıktan çıkarma üzerine kurulu. yozlaşmanın, yabancılaşmanın ödülleri, getirisi, nimetleri o kadar bol görünüyor, o kadar güzel sunuluyor ki, birileri dayanamıyor işte!
Birileri var…
Alevi cemaatinin içindeki ilişkilerini gerek duyduklarında devrimcilikle, gerek duyduklarında ‘ocakcılıkla’, gerek duyduklarında CHP’cilik, HDP’cilik, vakıfçılıkla, dahasında ‘belediyecilik’le, daha da olmadıysa hatta AKP’ye yamanarak ve mutlaka, yorulmaksızın siyasete tebdil eyleyen birileri.
Onurlu, namuslu, laik Alevi kitlesi sanki bunların mülklerinin nesneleriymiş gibi üzerlerinde bütün tasarruf yetkileri tam, çoğunlukla maddi çıkarları, daha az ama daha hastalıklı bir tutkuyla da politik istikballeri için kullanabilme haklarına sahipmiş gibi davranırlar.
Son yıllardaki Alevi kitlesinin, bizatihi kendisinin de bizar olduğu yozlaşmanın ögeleri içinde bu tiplerin payı görmezden gelinmeyecek denli fazladır ve hatta artmaktadır.
Büyük Alevi kitlesinin bu tür insanlarıyla yüzleşmeden aşabileceği bir eşik yoktur.
İşte onlardan bazıları Ali Cem Cilasun’un kitabında karşımıza acı şekilde çıkmaktadır.
İç dağlayan bir kitap
Cem Cilasun, Sivas’a Pir Sultan Şenlikleri’ne hem katılmak hem de yurtdışında bulunan babası Ali Haydar Cilasun’un kitaplarını satarak harçlığını çıkarmak üzere gitmiştir.
Otobüsten indiğinde “kurşun gibi ağır” havayı, bindiği taksiden itibaren de “ötekilerin” hissettirdiği “Kötü şeylerin” olacağına ilişkin belirtileri öncelikle anlaması gerekenler ise “temmuzun ilk günü Sivas’taki sıcak ve kasvetli havayı ya algılayamıyorlar ya da fark etmezlikten geliyorlardır. Kitabın satırlarıyla: “Umursamaz tavırları, rahatlıkları; birilerine, bir yerlere fazlaca güvendiklerinin, sırtlarının sıvazlandığının, şımartıldıklarının göstergesidir adeta.”
İşte, olacakların hedefindeki insanlar üzerinde en çok titremesi gereken organizasyon ilgililerinin bu aymazlıkları derin dersler içermektedir.
Cem Cilasun’un an an tanıklığı Buruciye Medresesi önünde TGRT muhabirinin işaretiyle başlayan süreç başka başka tanıklıklara da açılıyor: “Hatırlamalıyım, bu çok önemli”
Çok önemli olan şeyler dizisi içinde kitlenin alabildiğine disiplinsizliği, etkin bir önderlikten yoksunluğu, “ötekilerin hassasiyetleri”ni de hiçbir biçimde umursamadan, sanki kesin güvenlik sağlanmış, gelişmiş olgunluğa sahip bir kültür bölgesinde etkinlik yapılıyormuş gibi davranılması ilk eldeki saptamalardır.
Her kişi, her gurup, her birim, her bir etkinlik organizasyonu istediğince gelişi güzel, net bir disipline, kurallara bağlı olmaksızın yönlendirilebilir durumdadır. Sadece Cem’in tanıklıkları değil, benim de pek çok kişiden dinlediğim gibi, ne yazık ki olgunlaşamamış solculuğumuzun birbirine gösteri yapma hamlığıyla; Pir Sultan temasının ağırbaşlılığınden uzaklaşan bir çeşit anarşizm egemen olmakta, bundan da Sivas’ın içindeki Alevilerin büyük kısmı tedirginleşip etkinliğe uzak kalmakta, sadece deneyimli, gelişmelerin olası yönlerini görebilen az sayıdaki kitle önderi vahameti fark edebilmekte ama ellerinden bir şey gelmemektedir. Bütüncül bir basiret bağlanmasından da söz edilebilir kanımca. Durum, denetlenebilir olmaktan çıkmakta, insanlık düşmanı yobazlar saldırıya hazırlanırken; artık gerilimin kopma noktasına geldiği açık açık görülürken, disiplinli bir korunma eyleminden fersah fersah uzakta kaotik bir hal almaktadır.
“Orada Pir Sultan’ı anma etkinliği yapılmıyordu, orada herkes kendi dünyasında, kendi şovunu yapıyordu… asıl oyun çoktan planlanmıştı.”
Devrimci olmak bu oyunu görmek, kurşun gibi ağır havayı hissetmek, konuk olarak getirdiği canların yaşamını kendininkinden aziz bilmek ve deneyimleri asla unutmadan gerektiği an düzenli biçimde geri çekilmeyi içeren harekat yeteneğini de içerir.
Benim gördüğümü görmek istemiyorlardı
Ali Cem Cilasun’un o dehşeti, boğuculuğu an an yaşattığı saatlerde kitleye sahip çıkacak, yönlendirecek, koruyacak, olayların önüne geçecek esnekliği ve sağ duyu yu gösterecek bir akıl olmamasının ağırlığını da satır satır hissediyorsunuz:
“Benim gördüğümü bu insanlar ya görmek istemiyorlardı ya da bize kimse bir şey yapamaz havasındaydılar. Halbuki bu ülkede gericilik ve güdümlü faşizm planlı katliamlar yapmada oldukça becerikli ve sabıkalıydı.”
Cem tek başına, derdini anlaması gerekenlere anlatamaz.
Akıllarını yitirmiş, insanlıktan zerre nasipsiz gerici, aptal, nefret ve kin dolu yobaz güruhun ise oluk oluk kan içmeden doymayacağı Kültür Merkezi’ne yaptıkları ilk saldırıdan belli olmuştur.
Yazarın dikkat çektiği ve yine benim diğer tanıklardan da dinlediğim düpedüz saçmaya varan, akıl tutulması bir tavır da “halay çekme” saplantısıdır. Saldırılar planlanırken, başlarken ve olurken bir nice genç hemen her müzikli etkinlikte ve sahne gösterisinde yerli yersiz, zamanlı zamansız halay çekmekte, bu da Alevi kültür ve geleneğinin adabının dışında görüntülere neden olmakta ve tepki toplamaktadır. Ama hele o yıllarda ve o günlerde etkinliklerin içine nüfuz etmekte gayet başarılı ve ısrarcı Kürt Hareketi’nin simgesine dönüşmüş bu anlamsız şov engellenememektedir…
1 Temmuz akşamıdır ve Pir Sultan Abdal şenliklerini düzenleyenler Madımak Oteli’nin asma katında toplantı yapma gereğini duyarlar.
Tam o sıralarda, Cem Cilasun Aziz Nesin’in koruma polisiyle, dışardan gelen sonradan sorduğunda kendini “İl Turizm Müdürü” olarak tanıtan kişinin konuşmasına tanık olur.
Konuşma her şeyi açıklamaktadır…
Cem Cilasun derhâl bu bilgileri toplantı halindeki organizatörlere sunar.
Aldığı karşılık, kendine göre, küçümseyici bir tavırla “şimdi toplantı halindeyiz” yanıtıyla sepetlenmek olur.
Cem Cilasun’un saptamasıyla böylece “çok kıymetli, yaşamsal bir buçuk saat” yitirilmiş olur.
Cem Cilasun’un sonu bilinen, çok acıklı ve öfkeyle, dehşetle okunan 2 Temmuz anıları kitabın yaklaşık 50 sayfasını kaplıyor. Geriye kalan sayfalar ise dipnotlardan alıntılardan da anlaşılacağı üzerine 2 Temmuz Olayları da dahil, özel olarak Alevilerin karşılaştığı kırım, baskı ve zulüm ile “şiddet ve fanatizm”min çağdaş nedenleri üzerine incelemeleri kapsıyor.
Ağırlıklı olarak doğru saptamaların ve vargıların bulunduğu, çağdaş psikoloji, sosyloji, davranışbilim ve hatta marksizim kaynaklı referansları ile Cem Cilasun toplumdaki bölünmenin bu şiddetli düşmanlığa yol açan politik ikliminde, insanları ve olayları, nedensellikleriyle birlikte anlamaya ve anlatmaya çabalıyor.
Ne var ki, burada örneğin kendi adıma “bu ülke hiç laik olmadı” gibi bazı tespitleri duygusallığına vererek itiraz şerhi düşebilirim, ancak bunlar ikincil önemde kalıyor.
Asıl olan, Madımak Katliamı’nı çözümleme uğraşısı, çok derin dersler içeren “biz neler yapmalıydık ve neden yapamadık” sorularına içten yanıt arayışı yanı sıra, düşman zaten belliyken ne yazık ki, bir anlamda ona bahaneler verenlerin, dahası iktidar ortağı sosyal – demokratlara güvenip medet umanların da kendileriyle açık yüreklilikle hesaplaşmaları, gerçekte birleşilmesidir.
Elbette, er ya da geç Madımak Katliamının asıl failleri ortaya çıkarılacak, ölmüşlerse bile hesapları kesilecek ve o alçakça, en gaddarından insanlık suçunun hesabı görülecektir. Bunun için de kendi hatalarımızdan dersler çıkarmak ve vicdan muhasebemizi yapmak bir olanaktır. İşte Ali Cem Cilasun’un kitabı aynı zamanda bu arınmanın çağrısını da içermektedir.
Okumak tanıklık, okumak hesaplaşmaktır
“Örgütlenmiş Nefretin hedefindeki ALEVİLİK” Aleviliğin tarihi kadar kısa bir dinler tarihi ile heteredoksi üzerine ansiklopedik kaynak oluşturma değerine de sahip. Kızılbaş Türkmen geleneği ile Orta Asya’dan taşının mirasın İslam ile buluşması, İslamın ve diğer dinlerin kendi içlerindeki mirasları, bölünmeleri ve etkileşimleri sektirilmeyen bir bilgi akışı içinde verilirken, bu bilgi akışının sonuna ise Alevilik üzerine bugünün kayıtları, kuralları, törenselliğinin eklenmiş olması kitabı daha da zenginleştirmiş.
Şunu belirtmeliyim; Ali Cem Cilasun’un son bölümde çıkardığı sonuçlara katılamıyorum. Hatta öyle ki, kitabı yazanla son sayfadaki cümleleri yazan sanki ayrı ve birbirine taban tabana aykırı düşünceleri olan ilki kişi gibi.
Bu da, umulur ki bu derin ve nitelikli çaba ürünü olan kitabın okunup tartışılmasında ayrıca bir nedensellik oluşturur.
Madımak Katliamı birçok şeyin yanı sıra çözümü; yegane doğru ve güzel çözümü de gösteriyor: Dinci ve mezhepçi gericiliğin her prangasından kurtularak aklı özgürleştiren Aydınlanmacı, bilimin yol gösterip adaletin hukuk halini aldığı demokratik, laik ve bağımsız bir ülkede kardeşliği perçinleyerek yaşamaktan başka yol yok. Bu da Cumhuriyet devrimini yenilemek ve aşmakla olabilir ancak.
Madımak Oteli’nde katledilen, sonradan yaşamını yitiren her canımızı özlem, saygı ve onurla anıyoruz.
“Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil”
paylaşmak için