Leylek patikleri

Küçük kız apartmanın bahçesinde bir kaplumbağa gördü. Dokundu, kabuğu çok sertti. Babasının eli gibi nasır tutmuş sandı sırtı. Baktı kaplumbağanın göbeği yumuşak, tersine çeviriverdi. Kaplumbağa gökyüzüne açtı karnını.

GİZEM PINAR KARABOĞA

Küçük kız apartmanın bahçesinde bir kaplumbağa gördü. Dokundu, kabuğu çok sertti. Babasının eli gibi nasır tutmuş sandı sırtı. Baktı kaplumbağanın göbeği yumuşak, tersine çeviriverdi. Kaplumbağa gökyüzüne açtı karnını. Bacakları havayı adımladı; böylesi bir hafifliğe alışık değil ki. Alışmış yük taşımaya, bunu “yaşamak” sanıyor.

(Bilmem şimdi kim ayıplayacak beni. Yük olur mu hiç kabuktan diye. Kabuk ki çatıdır, anılardır, ‘iyi ki…’leşecek yaralardır.)

Üst katlardan Gülümser Hanım gördü kız çocuğunu. Adı gülümser olan hiç kaş çatabilir mi?

(Ama nasıl da zordur, ismini taşımak. Buna karşı çıkmayın bari. Adı Gizem olan hep bir sır saklamaya yazgılı, Pınar olanın bir damlası ötekine uymaz; hep coşkular taşırmalı)

Gülümser Hanım diğer komşular gibi değildi. Hiç dememişti dudağını büzerek “bunlar!” diye. Böylece topladı eteklerini, çöktü kızın yanına.

“Kabuğu onun bavuludur, kaplumbağa yavaş bir yolcudur.”

Yolculuk lafını duyduğundan mı içlendi öyle; kara gözleri kızıl harelendi küçük kızın?

“Benim bavulumdaki oyuncağı attı babam ama bebeğim de benim evimdi”

“Benim evimde patikler var, bebeğimindi düştü.” dedi yine de gülümse(r)di.

“Bebeğin mi bir düştü abla? Patikler mi yere düştü?”

“Bebeğim yalnızca bir düşmüş meğer.”

Bilge çocuk konuştu:

“Bir leylekle aynı düşü görürsen o yola koyulur, pencereni bulur sana bebeğini verir. Leyleği uykusundan uyandırmışlar demek. Bir sıçrayışta düşürmüş bebeğini”

“Kim uyandırmışsa patiklerin ipleri dolansın ayağına. Ayakkapları bir daha misafirlik yolu görmesin!”

“Savaş uyandırmıştır abla. Beni de savaş uyandırdı mesela. Ben de annemle aynı düşü görüyordum. Sabahına annem gelip öpüp uyandıracaktı beni. Annem bavulsuz çıktı yolculuğuna. Annem çok hızlı bir yolcu oldu.”

Kaplumbağayı düzüne çevirdi Gülümser Hanım. Yine gülümsedi ama kaplumbağa gülümseyişiydi bu; nasırlı bir dudakbüküm.

“İster misin sana bir oyuncak bebek hediye edeyim?”

Omuz silkti kız.

“İstemem, benimki evimde kaldı. Evim taş toprak altında kaldı. Taş taş üstünde kalmadı.”

“Öyleyse benim evdeki patikleri vereyim sana. Bu gece bir düşe yat bakalım, belki oyuncak bebeğinle aynı düşü görürsün. Çıkar taşın toprağın altından, silkeler üstünü, tarar saçlarını, düşer yollara; patiklerini ayaklarına geçirivermeye gelir yanına?”

“Ben de sen de buna inanmayız ya abla, gene de sen Gülümser olduğundan ben de Rakide, kibarca susarız şimdi”

(Bilirim bu küçük kız da bu cümleyi kuramaz ya, yine de hissi kelimelere bölünüp dizilse bu cümle olurdu sanki.

Geçip gittim apartmanın yanından. Niye buradaydım bilinmez, o gizemimden. Neden geçip gittimse de pınarlıktan.)