Kendimizden başlamalıyız insan olmaya

Kişisel ve toplumsal tarihler düşe kalka oluşuyor. Önemli olan insan kalmak. Geleceği şekillendirme mücadelesinden vaz geçmemek. Önemli olan yolculuktur. Yolun kendisidir.

hayrettingeckin@gmail.com

Nefesimin ucunda bir çiçek açsa
Genzime doğru yayılsa dünyanın kokusu
Bu oğlumdan mektuptur deyip
Bastırsam içimde kanayan harflerin yarasına

“Herkesin kendi bildiklerinden emin yaşadığı, anne baba kalıplarının, düşünme tarzlarının kolaydan değişmediği, değişemediği; ‘gemisini yürüten kaptandır” yargısının genel kabul gördüğü, insanın kendisine ait olan şeylerin dışındaki şeylere karşı sorumluluğun pek fazla gelişme şansı bulamadığı, bu yüzden de başkalarının sorunlarına kayıtsız kalındığı, yarı Batı, yarı da Ortadoğu coğrafyasında dünyaya gözlerimi açtığımda, bu olup bitenleri,  hemen oracıkta, anlayıp anlamlandırmam beklenemezdi benden. Kuşkusuz zaman alacaktı.”

Söze giriş cümlesi bu oldu oğlumun.

Sözünü kesmedim, devam etti:

“Bana herhangi bir şeyi dikte etmeye kalkışmadığını, bir inanca, bir düşünceye, bir davranışa zorlamadığını, basit yollardan çocuk yetiştirme kolaylığına düşmediğini ama boşluklar buldukça ve yeri geldikçe de olup bitenler karşısında beni şaşırtmaya çalıştığını rahatça söyleyebilirim.  Bu gün bunun bendeki özeti şaşırmayan öğrenemez şeklindedir baba.”

Kendimi bir an sınava çekiliyorum zannetmedim değil. Ama telaşa da kapılmadım. Hatta devam etsin istedim. Çünkü Can’la, 35 yılı aşan yaşamında bu perdeden pek konuşmamıştık. Daha doğrusu zamanımız da olmamıştı. 10 yılı aşkın sürede içinde birkaç kez kısa buluşmanın ve üç beş telefon görüşmesinin dışında bir araya gelememiştik. Diyecekleri önemliydi. Birlikte geçireceğimiz on gün bu bakımdan önemliydi. Bana bu süreyi ayırması, yanıma gelmesi önemliydi.

Benim de iyi bir dinleyici olmam tutmuştu:

“Annesi ve babası 12 Eylül yaşamış, acı çekmiş, işkence görmüş, sürgüne uğramış arkadaşlarım oldu benim… Genellikle o tip anne babaların önemli bir kısmı çocuklarını sınırlamaya kalktılar, gözlemledim bunu; ‘ben çektim oğlum ya da kızım çekmesin’ diye çocuklarını yurt ve dünya sorunları karşısında ilgisiz kalmaya zorladılar. Kitaplardan, adil ve demokratik bir ülke yaratma düşünden, düşüncesinden, eyleminden uzak tuttular.

12 Eylül’ü derinlemesine yaşayan bir aile olarak ne ağabeyim ne de ben bunları yaşamadık. Gezi Direnişi’nde yer aldığımızda da birkaç kez telefon görüşmesi yapmıştık seninle, kayıplar verildiği bir süreçti; “eve dön ya da hep bizler mi ön saflarda olacağız” demedin; “arkadaşlarınızı yalnız bırakmayın, birbirinize dikkat edin”  şeklinde bir tembihte bulunduğun gibi şeyler kalmış kafamda. Bana sevgin, özlemin, güvenin sesine öyle bir yansımıştı ki anlatamam. Aksi olsaydı çok incitici olurdu zaten, kişiliğimde büyük çatlaklar oluşurdu.  

Ben kendi adıma çok sayıda mizah dergisinin, çocuk kitaplarının içinde büyüdüm. Ne çok masallar, fabllar anlatıldı bana. Ekonomik durumumuz oranında güzel oyuncaklarım da oldu. Çeşitli yerler gezdik, hep birlikte tatiller yapabildik. Yaşıtlarımla, hayvanlarla ve doğayla haşır haşır neşir büyüdüm diyebilirim rahatlıkla. Arkadaşlarımın yanında küçük düşürülmedim, hiçbir şeyden korkutulmadım, ‘sen daha çocuksun’ gibi sözler duymadım örneğin.Yanlışlarım ve doğrularım arasındaki farkı benim bulmama özen gösterdiğinizi net anımsıyorum: Yeterince şefkat de gördüğümü söylemem abartı olmaz. Çok iyi diyebileceğim eğitim olanakları da sunuldu bana. Dönüp baktığımda kişilik incinmelerim gerçekten yok. Bunları söylemekle her şey mükemmeldi, hiç sorun yaşanmadı da demiyorum.”

Konuştuğu süre içinde sürekli soru fırlatır gibiydi gözleri. Baktım kalbim bir nehirden daha hızlı. Özlem gidermenin, önümüzdeki birkaç gün içinde daha keyifli zamanlar geçirmenin sevinci ve heyecanı ile dopdoluydu.

Anladığım kadarıyla bana, “babalık karnen fena değil” demek istiyorsun. Yanılıyor muyum?

Güldü. “Hayır, öyle demek istemiyorum baba! Konu bu değil. İnsanlık dışı zamanlarda (ki halen öyle) insani amaçlar için arayışların yapıldığı büyük mücadelenin içinde bir adamdın, hiç kopmadın üstelik. Herkes çocuklarını yurtsever yetiştirseydi, insani amaçlar başa alınsaydı, demokratik insan tutumları, özgür düşünce biçimleri hedeflenseydi, kısaca her şey doğru yapılmış olsaydı bugün  ülkemizde insan iradesi hiçe sayılamaz, insanların kendilerini ifade etmesinin önüne geçilmez, anti demokratik bir yaşam ülkemiz insanının kaderi haline gelmezdi. Dahası doğa böylesine tahrip edilmez, insanlar geleceksizleştirilemez, güvencesiz bir sürece bırakılamazlardı. Topal da olsa var olan bir cumhuriyet bu topluma çok görülmezdi en azından.

Buradan şuraya varmak istiyorum: Sizin kuşağın mücadelesinin de belki çocuklarını eğitme biçiminin de problemler vardı bana göre. İnsanlık dışı zamanlarda insani amaçlar için verdiğiniz mücadeleyi sekteye uğratan nedenler üzerine mutlaka sen de düşünüyorsundur. Birini söyledim zaten. 12 Eylül ve sonraki zamanlarda baskıcı tutumun yol açtığı anne baba tutumları… İşin bilincine varanları susma tercihi… Zaten imparatorluktan beriye susmuş, itiraz yeteneği kalmamış, sorma-soruşturma alışkanlığı edinememiş bir toplum. 12 Eylül sonrasında ise uyuyan devi harekete sokacak lokomotif iyice sakatlanmış. Bugünler biraz da bunun sonucu.

Bir diğeri, genelleme yapmamakla birlikte “başka türlü bir dünya mümkündür diyen insanların bugünkü davranışları, onların evdeki, sokaktaki tutumları. Karşı oldukları şeylere benzer yanları, tercihleri, kapitalizmin tüketim ve hız politikalarına karşı çaresiz olmaları… Kendimle ilgili söylediğim şeyler seni suçlamadığımı bilmen içindi. Genelle ilgili söylediklerimse şu an ne düşündüğünü merak ettiğimden, toplumu dönüştürmeye yönelik çabanızı birbirinizi dönüştürmeye karşı da gösterip göstermediğinizi, hatta bir özeleştiriye gereksinim duyup duymadığınızı meraktan…”  

Söz sırası bendeydi: Seni anladım Can. Çok uzatmayacağım, ancak bir iki şey var ki söylemesem olmaz: Çocuklarımı çok sevdim. Öğrencilerimi, ülkemi ve insanları da… Dağı, taşı, toprağı, çiçeği, böceği… Benim 8-9 şiir kitabım var ancak en önemli şiirlerim iki oğlum, öğrencilerim ve insan ilişkilerimdir, ülke ve insanlık sevgimdir. Daha güzel olsun diye dünya, verdiğim mücadeledir. Bu konudaki ısrarımdır. Kurdun kuşun yanında olmamdan, başkalarının yaşam hakkını kendi yaşamımın ön koşulu saymamdan hiç pişman olmadım. Aslında bugün toplumun önünde çözüm bekleyen sorunları sizlere bırakmak istememişti bizim kuşak. . Ama başaramadık. Mahcubiyetimiz bu yüzden. Kendi adıma düşündüklerimin, savunduklarımın ve yaptıklarımın cahili olmadım diyerek kendimi temize çıkarmaya çalışmak işime gelmez. Ancak hepimiz hayatın öğrencileriyiz, yanlışlarımızın ve doğrularımızın öğrencileriyiz. Kişisel ve toplumsal tarihler düşe kalka oluşuyor. Önemli olan insan kalmak. Geleceği şekillendirme mücadelesinden vaz geçmemek. Önemli olan yolculuktur. Yolun kendisidir. Sonuç odaklı olmamak lazım.

Bugün bildiklerimi önceden bilmiyordum oğlum. Ama bu gerçeklik geçmişi değiştirmeye yetmez ne yazık ki. Yararı olacaksa bundan sonraki şeylere yarar. Ben de hayatın acemisiydim, halen de öyle. Sizleri büyütürken de hatalarım oldu kendi adıma. Ülke meselelerini anlayıp anlamlandırırken de. Kolay mı! Öğrendiğim şu:  Kimseyi kurtarmak haddime değil. Herkes nasıl bir ülkede yaşanması gerektiğini anlamak, bilmek ve bunun için gereken bir mücadele içinde bulunmak mecburiyetindedir. Ben şahsen kendi çıkarlarıma ve kendi sorunlarıma kıvrılarak yaşamadım. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz demeyi bir davranış haline getirmiş bir insanım. İsteseydim çalmanın çırpmanın yolu bulunurdu, bulurdum, bu bir tercih, böyle bir utanca bulaşmadım. Kendimi paranın pulun uzantısı durumuna düşürmediğim için mutlu sayılırım. Zarar gördüm ama kimseye zarar vermedim. Kimseyi hiçbir şeyden ötürü sorumlu tutmuyorum. Çünkü herkes bildiği kadarını yapar, bildiği kadar yaşar. Adil, demokratik ve özgürlükçü bir dünya istemek; hukukun üstün, insan ve doğa haklarının önde olduğu, demokratikleşmenin hedeflendiği bir ülke için mücadele etmek bir bilgi, bir bilinç ve daha önemlisi bir vicdan işidir. Sadece bunları söyleyebilirim.

Neyse, daha birkaç gün buradasın, yine konuşuruz dedim bunları. Kendimizi Boğaz’ın serin sularına bırakmadan önce, onlu yaşlarındayken kendisi için yazdığım ve “Düş Lekeleri” adlı kitabımda da yer alan “Kinde Çiçek Yetişmez” adlı şu şiirimi okudum ona:

“bütün ırmaklar sevdamıza dökülüyor oğlum
dağların renginde akıyor aşkımız

biraz yürümek, okumak, düşünmek
bu işte bizi insan eden yanımız

sevginin önünde eğilmeli oğlum
diz çökmeli çiçeklerin önünde
en zor anımızda bile
eksilmeden yaşam sevincimiz
yüzyıllar ötesine kanat çırpmalıyız
kendimizden başlamalı insan olmaya

yarın kokmalıyız
tek renkle bahçe olmaz

kolay kurulmaz arkadaşlıklar da
emek ister
tıpkı bir çocuğu büyütmek gibi
karşılıksız

önce sen vazgeçmelisin ki
hiçbir dala tutunamasın düşmanlıklar
kinde çiçek yetişmez

unutma yalnız değiliz
bütün ırmaklar sevdamıza dökülüyor oğlum
dağların renginde akıyor aşkımız”