Gezi günlükleri: Birikmiş öfkenin patlaması

METİN CENGİZ

Günümüz Türkiye’si çok şeye gebe. Siyasi olaylar karmaşık ve bakılan yere göre farklı yorumlanmaya çok elverişli. Kimilerine göre her şey Erdoğan’ın iktidarda kalma mücadelesine göre şekilleniyor. Özellikle hükümetin dış politikada etkili olacak her atılımı içteki oyları arttırmak amaçlı. Muhalefet ise tam da iktidarın istediği dozda şekillendiriliyor yine hükümetin politikalarıyla. 

Kimilerine göre de iktidar güçlü ve çok doğru yolda gereğini yapıyor. Olup bitenler de bunun göstergesi. 

Bizce bugüne saplanmadan yakın geçmişi Gezi Olayları üstünden anlamaya çalışmak gerekli. Bir başkası farklı olay ve olgulardan kalkarak günü okuyabilir. 

Peki Gezi Olayları neydi? O günlerde tuttuğum günlükten iz sürerek bir cevap oluşturabiliriz belki.

4 HAZİRAN 2013 / SALI

Gezi olayları başlayalı beri başbakan ( Recep Tayyip Erdoğan ) ısrarla olayların dışarıdan sevk ve idare edilen örgütlü ideolojik bir kalkışma olduğunu ima eden demeçler veriyor, özellikle gerici, bağnaz, çağdışı Fetö’nün  desteği olduğunu söylüyor; sert bir dille tehdit edercesine yeriyor. Taksim’i istedikleri gibi dizayn edeceklerini bastırarak, o yörede oturanların istek ve dileklerini hiçe sayarcasına söylüyor. Olayın birkaç ağaç, bir Taksim olmadığını belirtiyor. Başbakan olayın birkaç ağaç meselesi olmadığını doğru okuyor ve olayın ardında dış güçler olduğunu söylemesi, olayı karalamaya çalışması da bundan kaynaklanıyor.

Gerçekten de olay birkaç ağacın kesilmesine bir tepki olarak başlasa da çığ gibi büyümesi ve bütün yurtta büyük bir kitlesel hareket haline gelmesi, hatta bir kalkışma görüntüsü vermesi,  bir süredir olup bitenlere tepki duyan halkın çeşitli kesimlerinin kendiliğinden muhalefetinden kaynaklanmaktadır. İşte hükümeti ve özellikle de başbakanı çileden çıkaran bu gerçektir. Olayların hükümetin temelini sarsacak bir eyleme dönüşmesi bir kabusa dönüştü. Hükümet ve başbakan bu muhalefeti marjinal bir grup gibi göstermek istemesinin, küçümsemeye, gözdağıyla korkutmaya kalkışmasının altında bu gerçek var ve olayları istedikleri zaman sona erdiremeyeceklerini de biliyorlar.

Dışardan sevk ve idare edildiğini söylemelerinin sebebi hükümet karşıtı bir isyan gibi gösterip sert tedbirler almanın, asker ve polis gücüyle neye mal olursa olsun bastırmanın yolunu açmak ve yapacaklarını meşru göstermek amaçlı. Bütün diktatörce yaklaşımlar halktan gelen tepkiyi hep böyle algılamak, böyle göstermek istemiştir. Kendisine verilen oyun bir yumruk gibi hep kendisinin ardında olduğunu sanma yanlışı, tarihte sonu kötü biten acı ve ders verici olaylarla doludur. Hitler de son nefesine değin kendini bırakın Almanya’nın, halen bütün dünyanın hâkimi olarak görüyordu. Bu yanılsamanın ardında yatan olgu, bir zamanlar Almanya’nın bir bütün olarak kendinden geçmişçesine ve coşkuyla Hitler’in büyüsüne kapılmış olmasıydı. İktidarın bugün bir kesiminde bu yanılgı ne yazık ki sürüyor. Hele de Ankara’nın çapsız, küfürbaz, kışkırtıcı ajanlar gibi konuşan belediye başkanı… Öyle sanıyorum ki muhalefeti boğacağını sandığı tükrük bir gün gelecek kendisini sandığın en dibine boylayacaktır.

Olup biten, halkın çeşitli kesimlerinin kendiliğinden birikmiş öfkesinin patlak vermesidir. Ardında başka şeyler, ideolojik tavırlar, olmayacak manipülasyonlar aramaya kalkışmak… nafile, sonuç vermeyecek ve olayları daha da tırmandıracak bir bakış tarzıdır.
Erkin olayların ideolojik olduğunun altını çizerek belirtmesine gelince… İdeoloji her alanda hâkim, toplumda insanlar ideolojilerle yaşıyorlar, siyasi partiler, sivil örgütler, meslek kuruluşları, tarikatlar, odalar, sokaklar… birbiriyle örtüşüp çelişen, birbiriyle mücadele halinde onlarca ideolojinin sarmalında. İktidarın kendisi bizzat canlı renklere (liberaller, neolibareller, muhafazakârlar, ortanın sağı, dinciler, modern dindarlar, Osmanlıcılar, İslamcılar, tuhaf sol klikler, vb.) sahip. İşte o renklerin her birine “ideoloji” denir. İdeoloji sanki tarih dışı, iktidarın sahip olmadığı bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılsa da bugün asıl olarak ideoloji iktidar tarafından üretilmektedir
Bizlere düşen ise basittir. Halkın tepkisini iyi okumak, muhalefetle, halkın sivil inisiyatifleriyle diyaloga girmek, bir zaman başbakanın bizzat kendisinin bağırarak söylediği gibi “tek kişinin haklarını koruyacak” bir demokratik ülke inşa etmektir.

8 HAZİRAN 2013 CUMARTESİ

Bugün Taksim Gezi Parkı’ndaydım. Tam bir devrim şenliği. Özgürlüğün ne olduğunu insan daha iyi anlıyor. Solun her rengi, sol olmayanın her tonu, iki kişilik sevgililerden oluşan gruplar, üçerli, dörderli arkadaş grupları… Her yaştan insanlar, kadınlı kızlı herkes kendi devrimini yaşıyor. Böyle bir olay daha önce dünyada yaşanmış değil. Ama herkesin yüreği gerçek demokrasi için çarpıyor. Ortak payda bu. Özgürlük, kardeşlik en çok özlemi duyulan hava. Çocuk yaşta insanlar demokrasiye ilişkin özlemlerini duvarlara çiziyorlar. Gördüğümüz resimler çok şey anlatıyor. Ama şunu söylemek gerek. Taksim, yıllarca özlemi duyulan bir havayı yayıyor ülkeye: insanlar kaderlerinde söz sahibi olmak istiyorlar. Yani yaşamlarıyla ilgili konularda söz sahibi olmak istiyorlar. Bu da insanımızın siyasete aktif katılımı demektir ki ancak sevinmemiz gerekir.–

Şiirli günler dilerim

(Sürecek)