Kılıçdaroğlu Aday Olmalı mı, Olmamalı mı?

İyi niyetle söylüyorum ki yerel alanın dışında “gözde”liğini bir türlü kavrayamadığım Mansur Yavaş’a neden dokunulmuyor ki? Değil dokunmak ara sıra selam bile çakılıyor. Peki, Ekrem İmamoğlu’nun üzerine bir değil beş değil neden gidilir? Biraz sorgulamak gerek! Kimi tepelerdeki odaların varlığı boşu boşuna olmasa gerek. Her bir oda ayrı bir think tank (akıl oyunları) odasıdır

 

HAMZA KİE

Ben dememiş miydim, potasına bir şeyler atmaktan ziyade irdelemeleri isabetsiz çıkan siyasi gözlemci, denilmesine rıza göstererek yazıyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını neden istemediğimi tik-tok dozlarıyla sabırsızlığa evrimleştirilen ergen aculluğuyla değil de geniş ölçekli tablo içerisinde analitik bir irdelemeyle anlatmak istiyorum. Sorun ülkeseldir, duygusal yaklaşımlardan azade reel sosyolojik kriterlerin öne çıkartılma zorunluluğu vardır. Ondandır ki son dem olacak bu seçimin muhalefet için önceliği, herhangi bir kişinin ihya edilmesi değil, illaki kazanacak bir adayın çıkartılmasıdır.

Kılıçdaroğlu’nun adaylık meselesi, yakışıp yakışmama ya da ahlaki bir sorun değildir. Aksine çok yakışır. Hem de bir beyaz kâğıt kadar temiz olduğu için yakışır. Mesele başka meseledir. Cumhuriyet rejiminin rövanşının alınması için son merhale olarak yapılacak bu seçimin, Kemal Bey’in adaylığıyla daha kolay alınabileceği üzerine kurulu olan ince stratejiye karşı durma meselesidir. Kaldı ki Kemal Bey’in renksizlik üzerine kurulu ideolojisinin halk egemenliğine dayalı cumhuriyet rejiminin geleceği açısından zafiyet yaratacağını düşünüyorum.

(Konu konuyu açar açmasına da yazının ana omurgası dağılmasın istiyorum.  Dağıtmamak için parantezi hemen kapatacağım. Kemal Bey’i getirmek için yapılan Baykal operasyonu öyle sıradan bir kotarma işi değildi. Asıl itibarıyla önce gırtlaklanıp sonra yıkılacak olan rejim bariyerlerinden birini temizleme operasyonuydu. Baykal, Ergenekon’un avukatıyım, demeseydi başına gelmezdi gelenler. O nedenle komployla önü açılan Kemal Bey’e “getirildiği” ilk günden itibaren karşı çıktım.

Parantezi kapatacakken bakınız işte durup dururken yaram depreşti. Memurdan lider olmaaazzz, olamaz! Yeri gelmişken sırça köşke de taş atayım. Esas itibarıyla memurdan yazar da olamaz. Hemen aklıma düşen memurluktan dönme Erhan Bener, Orhan Veli, Cemal Süreya, Asım Bezirci vd. gibi anıtları saymayınız. O zamanki memurluk başkaydı ve saydığım bu istisnai örnekler bugünkü anlamda köreltilmezlerdi. Geç de olsa parantezi şimdi kapatıyorum.)

Kemal Bey, sivil toplum kuruluşları için bulunmaz bir kaftan olabilir. Kendilerini STK’lara yakıştırmamın dışında bir kamu ajanı olarak da işinin ehlidir. Hakiki ve namuslu bir maliyecidir. Keşke hep teknokrat kalaydı.

Çok “saf” davranabilen bir adamdır. Politik aklı çoğunluklu patinajlarla maluldür. Toplumsal hareketlilikten ürker. Öğretisi, sağcılaşma ve gericilerle uzlaşmak suretiyle sözde seçim başarısı kazanma üzerinedir. Saplantıya dönüşen bu iki takıntısı değil bir seçim başarısı sağlamak, ülkenin bugünkü yönetimsel krizlere sürüklenmesine yol vermiştir. (İkisi birbirine bulaşabilir ama sağcılıkla gericiliği ayrı kavramlar olarak alalım. Her sağcılıkla gericilik birebir örtüşmez.)

Hani altılı masanın altında parlamenter rejimi yeniden çıkartacağız, diyorlar ya tamam işte ben de onu diyorum. Peki, sorun rejim sorunu mudur yoksa bir kişiyi ihya etme sorunu mudur? Rejim meselesi unutulup aman efendim, cumhurbaşkanlığına Kemal Bey ne de yaraşır ya da onun hakkıdır yapaylığına dayandırıldı. Bu bir tuzaktır. Oyun içinde oyun var!

Nedir o oyunlar?

Birinci oyun, Kemal Bey’in seçim yenilgilerinden sonra muhteşem finalle kendini onurlandırma sendromudur. Oysaki onca yenilgiden sonra istifa etmemekle siyasi onurunu kendisi zedelemiştir. Aslında bu birinci unsura oyun demek haksızlık olur. Takıntı ya da kompleks giderme, diyelim.

İkincisi, CHP başkanlık makamını çökülecek bir ganimet olarak gören “parti içi kliklerin” deh dehleme oyunlarıdır. Kemal Bey gitsin ki iç hesap kulvarından fırlayanlar genel başkanlık koltuğunu ele geçirsinler. Genel iktidar olma hedefleri yok. İktidarsız bir parti ne işlerine yarayacaksa tek idealleri parti içi iktidarı ele geçirmektir! Bunlar parti küçük olsun yeter ki bizim olsun, diyen boşboğaz politika esnaflarıdırlar.

Üçüncüsü, tepe yerlerin rakip olarak görmeyi arzuladığı tek kişi olmasındandır ki Kemal Bey’i güçlü-sempatik algılatma oyunlarıyla kabartıp adaylık hevesini kışkırtma oyunudur. Kendileri zaten yukarıda değindiğim psikoloji nedeniyle adaylığa dünden teşnedir. Adaylığa kalkışırsa rakip cenahın akıllıca kurduğu stratejik oyuna girmiş olacaktır.

Kemal Bey’in benimle misiniz, değil misiniz tez elden konuşun, diyerek kızıp kükrediği iki belediye başkanının adaylıklarına dair teknik çekincelerin olmasına rağmen yine de en ideal aday İmamoğlu’dur. Fakat İmamoğlu çifte kıskaca girmiş durumdadır. Hem merkezi iktidarın hem parti içi iktidarın kıskacına alınıp paketlenmiştir. Muhalefet, iktidarın seçim psikolojisini kesinlikle okuyamıyor. İktidarın İmamoğlu’nu esaslı rakip görme psikolojisi, İmamoğlu hakkında açılan temelsiz davanın yürütülmesinde okunabilir.

Bu psikolojinin somutu nedir, denilecek olursa iyi niyetle söylüyorum ki yerel alanın dışında “gözde”liğini bir türlü kavrayamadığım Mansur Yavaş’a neden dokunulmuyor ki? Değil dokunmak ara sıra selam bile çakılıyor. Peki, Ekrem İmamoğlu’nun üzerine bir değil beş değil neden gidilir? Biraz sorgulamak gerek! Adam, iki seçimi hatta üç seçimi kazanmayı becerebilmişken dördüncüyü de becermesinden mi korkuluyor acaba? Kimi tepelerdeki odaların varlığı boşu boşuna olmasa gerek. Her bir oda ayrı bir think tank (akıl oyunları) odasıdır.

Önceleri Kemal Bey’in sırf gerçek aday yıpranmasın diye tampon oluşturmak için aday kendisiymiş gibi bir şaşırtmaca içerisinde olduğunu düşünüyordum. Sonra gide gide kendisini kendine inandırdılar. Aldığım kokuya göre altılı masaya kendi adaylığını dayatacaktır.

Kemal Bey, karşı durulduğunda çok da çabuk ikna edilebilen bir tavizkârdır. Meral Hanım, reel politik ve dahi sosyolojik gerçeklik takozunu eline alıp dur, demelidir. Bu tevatürlere karşın hâlen tampon görevine sadık kalacağı umudumu sıfırlamadım. Kemal Bey usta bir oyunculuk çıkartabilir. Beni zınk diye şaşırtsın ki taktisyenliğine şapka çıkartayım.

Akil bir lider olarak, “sırf yıpranmasın diye sakladığım adayı ortak mutabakatla ilan ediyorum” derse o adayı önceden bildiğimin delilini buradan sizlere sunacağım. Zira potansiyel gizli adayı biliyorum.

Ekran yüzü kimi dostlarımın, içlerine sinmeyeceğini bildiğim hâlde Kemal Bey’i desteklemeye çalıştıklarını görüyorum. Belki de sırf Kemal Bey’in inadı karşısında tatsızlık çıkmasın diye rejim hatırına olumlamak zorunda kalıyorlar.

Kazanılacağına inandıkları seçimin farklı önsel tartışmalarla yara almaması için reel sosyolojinin dayatmalarını unuttuklarını düşünüyorum. Haklı sebepleri var. Öncelikleri rejimin selametidir. Ki ben de ekran yüzü olsaydım aynı stratejiyi izleyecektim. Gelinsin görülsün ki ekran yüzü değilim. O zaman aday belirleme saatine kadar alttan alta baskı grubu oluşturma eğilimindeyim.

Olabilirlikleri ve olmazlıkları baştan tartışmak gerekiyor. Ancak aklın gereği odur ki adaylık ilanından sonra bu tartışmaların bitmesi gerekiyor. En azından benim için biter.

Gelecek yazıda görüşelim.

 

paylaşmanız için

1 yorum

  1. İlk kez okuyorum sizi. Bu platformda ilk misiniz yoksa diğer yazılarınızı kaçırdım mı ; üzülürüm öyleyse? Ne güzel bir yazı kurgusu, bir solukta okuyuverdim ; keşke bitmese dedim. Ama yazının finalinde yazacağınızı açıkladığınız için de mutlu oldum.. Bir not da Eskimiyen Etitoryallerine : Hamza KİE gibi yazarlarınızın çoğalması sizi inan çok büyütecektir. Bundan diğer yazarlarınız kötü anlamını çıkarmamanızı dilerim. Hamza KİE lerin çoğalması dileğimle…

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*