Keder, kediler kuyruklarını dikip mutlu mutlu sürtündüklerinde dağılır gider

Elbet, Tekir ve Başkan gelir. Bir güneşim var o doğar; biraz denizim var, o mavileşir. Gizli bir hazinem var o gün yüzü görüverir. Sözcükler, aşk ve kediler, ölümsüzlük üçgeni böyle bir şey işte.

ASLIHAN TÜYLÜOĞLU

BAŞKAN

– Ben Başkan, Feliks benim!

Smokin denen siyah beyaz, vakur bir kediyim. Siyah ve beyazlarım için şiir yazan bir kadın bile oldu.

Kadının bir dükkânı var.

Dönerci.

Ben sadece tavuk yerim.

Öğlen oldu mu soluğu orda alıyorum. Kapının önünde sırtımı kamburlaştırıp, başımı dikiyor, siyah kuyruğumu beyaz patilerimin üstüne koyup onları izliyorum. Hep birlikte “Başkan gelmiş.” diye çığrışıyor dükkândakiler. Beni sırayla seviyorlar. Sonra usta tablaya tavukları koyup birkaç kez maşayla vurarak benim cevabımı bekliyor. En ince sesimle cevap veriyor ve tavukları kapıyorum. Ama öyle açgözlü değil nazlı nazlı yiyiyor ardımda mutlaka birazını bırakıyorum.

Bu sokakta beni tüm dükkânlar tanır.

Uğurlu bir kediyim.

Önünde konakladığım dükkân iş yapar.

Öyle ki sevgiyle, ilgiyle karşılandığım kapım çoktur.

Ama bir süredir başım belada. Tekir cinsi bir erkek kediyle sürekli savaş halindeyim.  Kadının dükkânındakiler Tekir’i değil beni tutuyorlardı. Sonra ona da yemek vermeye başladılar. Ben sinirlendim biraz, daha az gider oldum oraya. Ama iyi etmedim. Tekir gittikçe daha sahiplendi onları. Onlar da bu yüzden Tekir’le daha çok ilgilenmeye başladılar.

Şu Tekir gıcık bir erkek kedi ama görseniz. Anlayışı kıttı daha küçüktü. Yolun ortasına yatıp sürekli açmış gibi miyavlıyordu. Gelden gitten anlamıyordu.

Ama ne, bir baktım laf dinlemeye başlamış.

Üstelik geceleri kavga ediyor benle.

Büyüdü.

Artık beni alt edip dükkânın önünde durmayı kazanıyor.

Benim çok sevenim var ama niye oradan vaz geçeyim?

Tekir görünmediği zamanlar soluğu orda alıyorum. Gene seviniyorlar. “Sen nerdesin, niye gelmiyorsun?” diyorlar.  “Tekir yüzünden.” diyemiyorum. Yemeğimi verip beni seviyorlar. Ben de Tekir gelir, hır çıkartır diye başka bir dükkânın önüne gidiyorum. Ardımdan; “Bak! Başkan yedi gene kaçıyor.” diye bana kızıyorlar. Ah n’apalım kedi dünyası da yeterince acımasız ama nerden bilsinler.

Ama olsun benim sıra dışılığım başka.

Hiç bozuntuya vermiyorum. Kendi isteğimle gidiyormuş gibi yapıyorum. Gururlu bir kediyim ben. “Asil” olduğumu da derler.

Hem o kadın Tekir’e değil de bana şiir yazdı ya, n’aber. Çatlasın şimdi Tekir.

….

TEKİR

-Ben Tekir.

Birazcık serseri olduğum doğrudur.

Ürkek, “sepelek” ve cılızdım eskiden.

Bir de şimdi bakın formumdayım.

Bana Sepelek Tekir diyen o kadın bile şimdi beni seviyor. İnatçıyım.

Böyle sıradan bir kürkünüz varsa hayat biraz zor. Onun dükkânına ürkek ürkek gidiyordum. Yolun ortasına yatıp müşterilere olur olmaz miyavladığım için bana kızıyorlardı. Yine de tavuk döneri bir şekilde koparıyordum. Bir keresinde ıspanaklı börek, diğerinde yere düşen ay çöreğini yediğimi görünce kadın beni çok sevdi. İşte dedi “Tam bir sokak kedisi.”

Sevincim öyle çok ki onlara da bulaştırıyorum. Öyle miyavlıyorum ki büyük bir iş oluyor bana yemek vermek. Sürtünüp hemen teşekkür ediyorum. Yüreklerini kazandım.

Benden önce orada siyah beyaz bir dişi kedi otağ kurmuştu. Adına “Başkan” diyorlardı. Gerçekten de makam sahibi bir bürokrat gibi kurum kurum kuruluyor, yetmiyor kendini asilden sayıyordu. Ona pek ihtimam gösteriyorlardı.

Ama ben erkek bir Tekir’im. Onunla dükkân için geceler boyu kavga ettim. Sonunda da dükkânın önünde durmayı ben kazandım. Zamanla kendimi sevdirdim. Beni de sahiplendiler. Hatta bir süre görünmediğim zaman dört gözle beklediler, bana bir şey mi oldu diye endişelendiler.

Sonunda dönerci benim mekânım oldu. Sokak sokak gezecek çok yer var. Ama onlara göre ben onların kedisiyim. İstediğim zaman gelir, uzanır, gerinir miyavlarım. Artık ne dediklerini, ne istediklerini de anlayabiliyorum. Başkan ben gelince yavaştan uzaklaşıyor. Orası benim.

Geçenlerde kadının onun için yazdığı bir şiir varmış diye etrafta konuşup böbürlendiğini duydum.

Hadi ordan!

Şiirin İsmi “Feliks” bir kere, dergide gördüm. Kendine pay çıkartmış olmalı. İşin aslı hiç de öyle değil. Onunla tek ilgisi siyah ve beyazdan bahsetmesi. Hem bir şiire girecek kedi varsa o da benim. Benim bağlılığım, şirinliğim ve uysallığım, nedensiz sevinçlerim şiire tam denk düşmez mi?

KADIN

-Hiç durmamacasına yağmur yağıyor bugün.

Martın koca-karı soğuklarıyla birleşince insanın kanı donuyor. Uzun, geçmeyen, hüzünlü bir gün.

Bazen durup hiçbir şey yapmadan akan sulara bakası gelir insanın.

Dalıp bütün yaşadıklarını gözden geçirmesi gerekir sanki. Acıtan, kanatan şeyleri, bitişleri, başlangıçlardaki tedirginliği, elden çıkartmak zorunda kaldıklarını, gözden çıkartılışını filan…

Her yer öyle ıslak ki; bir taburem kuru kalmış sanki. Kedilerim de gelmedi bugün. Başkan ve Tekir… Kuru bir yer bulup sığınmışlardır umarım. Islanmamak için yemeğe bile gelmediler.

Kediler güzel ve gizemli yaratıklar.

Yalnız ve yaralı yerlerimizin çaresi gibi olan sargın canlılar. Bu iki kedi de öyle.

Başkan, siyah beyaz bir kedi. Öyle minnetsiz ama kendinden emin durur. Hoşlanmadığı şeyler için açıkça tepki verir. Canı isterse yanaşıp sevdirir. Yalvarmaz acındırmaz. Çok sahip çıkanı var. Şanslı bir kedi sayılır. Şans getirdiği de söylenebilir. Özel ilgi ve hürmet bekler. Yemeğini yer biraz uzanır ve başka bir dükkâna boncuk dağıtmaya gider.

Tekir ise tam bir sokak kedisi. Öyle şaşkındı ki küçükken ona “sepelek” diyordum. Az daha adı öyle kalacaktı. Yemek verdiğimiz halde hiç doymuyordu, gözü öyle tezgâhtaki dönerde sanki hepsini kesip versek hepsini yiyecek gibi aç. Birinin ağzı oynamasın hemen miyavlamaya başlıyordu. Seven, sevmeyen müşterilerin üstüne atlıyordu. Ama çocuklar sevsin diye usluca yatıyordu. Bazen kedi sever biri onun aç görünüşüne aldanıp “ Kediye de benden döner!” diyor ve Tekir verilen döneri sanki o gün hiç yemek yememiş gibi nefes almadan mideye indiriyordu. Bir gün dedim ki; “Tekir seni de işe alacağım. Birkaç porsiyon da sen satıyorsun nasılsa. Yevmiyen çıkıyor!” Sanki anlamış gibi yüzüme sevimli sevimli baktı.

Çoğu insan hayvanların insanlardan daha iyi olduğunu söyler. Ninem de dünyanın durumuna bakıp “Kızım, kızııım öyle bir zamana geldik ki insanlar hayvan oldu, hayvanlar insan!” derdi. İşte bunu doğrulayan bir durum:

Geçen haftalarda yavrulamış bir anaç kedi de dükkâna gelmeye başladı. Sarkan memelerinden yavrularını emzirdiği belli oluyordu. Araba ve insanlardan çekinse de onun güvenini kazanıp ona da yemek vermeye başladık. Başkan’a yemeğini kaptırmayan Tekir’i bir görün. Geri çekilip anaç kedinin önce yemesine izin veriyor, hatta kendi yemeğini de ona ikram ediyordu. İşte bu düşündürücü bir davranış… Aynı şeyi insanların yapmadığını bilmek de üzücü. Böylece Tekir bizim sevgimiz kadar saygımızı da kazandı.

Çok kapalı ve durmadan göğün ağladığı bir gün oldu. Başkan ve Tekir uğramadı.

“Kırgınım, dağılmış bir nar gibiyim” dizesi sık sık yokluyor Behçet Aysan’ın. Başımı kaldırıp kapalı göğe bakınca yine aynı şiirden bir dize daha düşüyor günüme; “Aynı gökyüzü, aynı keder…” diyorum.

Keder, kediler kuyruklarını dikip mutlu mutlu sürtündüklerinde dağılır gider biliyorum.

Elbet, Tekir ve Başkan gelir.

Bir güneşim var o doğar;  biraz denizim var, o mavileşir.

Gizli bir hazinem var o gün yüzü görüverir.

Sözcükler, aşk ve kediler… Ölümsüzlük üçgeni böyle bir şey işte.

Onu tamamlamaya çalışan ben değil miyim şu sıra?

PAYLAŞMAK İÇİN