Kazakistan üzerinden Çin-ABD ilişkileri

ABD ile Rusya Ukrayna üzerinden kozlarını paylaşırken Çin, Ortadoğu’da atağa geçti. İran, Körfez Arapları ile ilişkilerinde önemli adımlar attı. ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin dinamiği giderek bir büyük savaş olasılığını da içeren kaygı verici gelişmeler sergilemektedir.

ERSİN DEDEKOCA

Kazakistan, Washington’un özel önem verdiği bir ülkedir. Bu ilginin temelinde, Kazakistan’ın jeopolitik konumu, zengin enerji kaynakları, Rusya ve Çin’le komşu (ülkenin Rusya ve Çin ile ortak sınırları sırasıyla 7 bin ve 1.5 bin km.) olmasıyla; söz konusu ülkede büyük yatırımları olan ABD’li petrol şirketlerinin çıkarlarını korumayla büyük ilişkisi bulunmaktadır. Bu nedenlerle ABD, Kazakistan’daki gerilimden yararlanmak, gösterilerin yönünü, hedefini saptırmak istemektedir.

3.2 trilyon Amerikan Doları ($) döviz rezervine sahip, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve en büyük ihracatçısı olan Çin yönünden de Kazakistan’ın yadsınamayacak bir önemi bulunmaktadır. İki ülkenin ilişkileri son dönemde hızla gelişmektedir. Petrol ve doğalgaz zengini olan, buğday üretim kapasitesiyle dikkat çeken Kazakistan, Çin’in en büyük “doğalgaz tedarikçilerinden” biridir. Çin; ABD, Türkiye ve Rusya’yla birlikte ülkedeki büyük yatırımcılar arasında olup, yatırımda Rusya’yı geçmiş durumdadır.

Akaryakıt zamlarını protesto etmeye yönelik olarak başlayan, giderek büyüyerek kitlesel nitelik kazanan Kazakistan’daki eylemler/ayaklanma; Cumhurbaşkanı Tokayev’in Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nden destek istemesi üzerine, Rusya’nın liderliğinde Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan, Belarus ve Ermenistan’ın asker yollaması, bölgedeki ABD-Çin ilişkilerini yeniden gündeme taşıdı.

Bu haftaki yazımızı, Kazakistan’da yaşananları fırsat bilerek ABD-Çin ilişkilerinin güncel durumu ve bunun realist pencereden değerlendirilmesine ayırdık.

ÇİN’İN BÖLGESEL YAKLAŞIMLARI ve ÖNCELİKLERİ

Çin’in Batı dünyasındaki yarattığı algı, savunma harcamalarını hızlandırdiği, hipersonik füzeler geliştirdiği; küresel mali piyasalarda Batı’ya bağımlılığını azaltmaya çalışırken, Batı’nın Çin piyasalarına bağımlılığını arttırmayı hedeflediği şeklinde özetlenebilir.[1]

  • Ülke ekonomisinde son durum

Çin’in 2021 GSYİH büyümesi beklentileri aşarak yüzde 8,1 oldu. Fakat bu büyümeye kademelerden bakmak gerekmektedir: Yıllık olarak bakınca “büyüme gayet yeterli”. Son çeyrekteki yavaşlama “düşündürücü”. Yılın son ayı ise tehlike işaretleri vermektedir.

Krizden çıkışta devreye giren “mali teşvikle”, görece “gevşek para politikası”, küresel toparlanma ile gelen “ihracat patlaması” gibi “kısa vadeli faktörler” Asya’yı ayrıştırdı. Bu bağlamda Asya içinde de Çin olumlu ayrıştı. Son çeyrekte ise, küresel enerji krizi ile birlikte “enerji kullanımı rasyonalize edildi”. Bir diğer anlatımla “konut lehine sanayi üretiminde yavaşlama” tercih edildi. Diğer yandan, Evergrande ile başlayan konut krizi ülke çapına yayıldı, inşaat üretimi ve konut satışları zarar gördü.

2022 yılının daha sorunlu geçeceği anlaşılmaktadır. Şöyle ki:

İlk sorun konut sektöründen gelecektir. Büyük konut geliştiricilerin ödenemeyecek seviyedeki borçları ve ilk kez merkezi yönetim tarafından kurtarılmayışları gerçeği bir “güven sorunu” yaratabilecektir.

İkinci sıkıntı ise, eski ekonomik modelden (fazladan kamu yatırımı, bol üretim ve ihracata dayanan ve çevreyi kirleten yapı) yenisine geçişin aksaması (daha fazla tüketim, rasyonel yatırım ve temiz çevre) olarak belirmektedir.

Keza iki haftadan az kalan Olimpiyat Oyunları “için sıfır Covid-19 vaka hedefleyen” Çin işi oldukça sıkı tutmaktadır. Bu da neredeyse “sıfır ekonomik getirisi” olan ve sadece “itibar değeri” olan bir aktivite için epey bir harcama yapılması söz konusu olacaktır. Bu iş, kısa vadede Çin büyümesini ve emtia fiyatlarını doğrudan etkileyecek faktörlerin başında gelmektedir.

Söz konusu kaygıları yatıştırmak için devreye alınan önlemler de bulunmaktadır. Bunların ilki, konut sektöründe alınan kısıtlayıcı tedbirlere gelen rahatlatma. İkincisi, beklendiği gibi açıklanan faiz indirimleri. Sonuncusu ise yine Merkez Bankası (PBOC) tarafından atılan likidite adımları. Hem yaklaşan Çin Yeni Yılı öncesinde sisteme bol likidite sağlamak için hem de sinyal etkisinden faydalanmak için sisteme likidite pompalanmaktadır.

Kısaca, küresel ticaretin çeşitli nedenlerle 2023’e kadar büyüyemeyeceği beklentisi dış talepten gelen katkıyı azaltacak olması ve inşaat sektöründe devam eden sorunlar, büyümenin önemli bir bölümünü etkileyebileceğini söyleyebiliriz. Sonuç olarak, 2022 yılında ülkede “sert bir ulusal gelirde büyüme yavaşlaması” ve “yüzde 5 civarında büyüme” beklentisi ağır basmaktadır.

  • Enerji bağımlılığını azaltma

Son yıllarda ”açık denizde petrol arama ve üretme” adına hayli yol alan “enerjide dışa bağımlı” olan Çin, bir taraftan nükleer santral yaparken, diğer yandan kendi kaynaklarını (hem fosil yakıtlar hem yenilenebilir enerji kaynakları) devreye alarak, hem dışa bağımlılığını azaltmayı hem de kendi kaynaklarını kullanmayı amaçlamaktadır.

“Açık denizde petrol arama ve üretme” yöntemiyle sağlanan artış, ulusal petrol üretimindeki artışın yarısını bulmaktadır. 2021’de “yenilenebilir enerjiye dayalı kurulu güç” 1 milyar kilovatı, “yeni enerji yöntemlerine dayalı elektrik üretimi” 1 trilyon kilovatı geçmiştir.

  • Üretim ve talep yönünde gelişmeler

Çin’de iç pazar büyümesi sürmektedir. Bu gelişmenin temelinde yatan gerçek, ”orta sınıflaşmanın” güçlenmesi. 2021’de 11 milyon kişiye istihdam sağlandı. Bu, halkın tüketim, alışveriş, tatil, eğlence, turizm tercihlerine de yansıyor. Üretime, ticarete, alışverişe ilişkin şu bilgiler dikkat çekici: Çin’de hızlı kargo sektörünün büyüklüğü bu yıl 182 milyar $’a ulaşacağı öngörülmektedir. Postalanan kargo sayısı geçen yıl 100 milyara ulaşmış. Şanghay Limanı, işlem yapılan konteyner hacmi açısından 12 yıldır dünyada ilk sıradadır. 2021’de dünyada verilen toplam 1846 yeni gemi siparişinin 965’ini Çinli şirketlerin verdiği görülmektedir. 

  • Ulaşımdaki gelişmeler

Sadece 2016 – 2020 arasında Çin’in ulaştırma sektöründeki yatırımları 1.2 trilyon $’ı bulmuştur. 150 bin km’yi geçmiş olan (bunun 40 bin km’lik bölümü yüksek hızlı trenler için)  demiryolu ağına 2022 yılında 3.3 km. yeni hat eklenmesi plânlanmıştır. Hâlihazırda 831 km. hat uzunluğuyla Şanghay Metrosu dünyada birinci durumdadır. Geçen yılın ilk 11 ayında Çin ve Avrupa arasında toplam 13.8 bin sefer yapılmış, 1.3 milyon konteyner taşınmıştır. Tüm bu sayılar, Çin ve Avrupa arasındaki ticaretin yükselen hacmini de yansıtmaktadır.

Bu gerçeklerin yanında 2022 yılı içinde Çin, 7 bin 646 yeni sivil yolcu uçağını, 650 kargo uçağını filosuna katmayı ve sivil helikopter sayısını da 2040’a dek 10 bini aşmasını hedeflemiştir. 

  • Bölgesel ekonomik/ticari ilişkilere yaklaşımlar

Pekin’in çok önemsediği ve 15 ülkeyi kapsayan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması/Regional Comprehensive Economic Partnership (RCEP) 1 Ocak 2022’de yürürlüğe girdi. Kapsamına aldığı 15 ülkenin “toplam nüfusu, ekonomik büyüklüğü ve ticaret hacmi, dünya toplamının yüzde 30’unu” temsil etmektedir. Çin’in, 14 RCEP üyesiyle arasındaki ticaret 2021’in ilk 11 ayında 1.7 trilyon $’ı geçmişti. Çin’in Kuşak ve Yol projesine katılan ülkelere doğrudan yatırımı da 2021’in ilk 11 ayında yüzde 12.7 arttı.[2] Bu arada “Çin ve Rusya arasındaki ticaret hacmi” ise 140 milyar $’ı aşmış durumdadır.  

Çin sadece ABD, Rusya ve Uzak Doğu’yla değil, Avrupa’yla da ticaretini, diplomatik ilişkilerini geliştirmektedir. Geçen yıl toplam mal dış ticaret hacmi 6 trilyon $ olan Çin’in en büyük dış ticaret ortağı AB idi. Afrika’yla arasındaki ticaret 208 milyar doları geçmiş olup bu sayı, ABD’nin Afrika’yla yaptığı ticaretin üç katını aştığını göstermektedir. Çin’in Afrika’ya yönelik ilgisi ve kıt’adaki artan etkisi çok başat bir gelişmedir. 

  • Ortadoğu atağı

ABD ile Rusya Ukrayna üzerinden kozlarını paylaşırken Çin, Ortadoğu’da atağa geçti. İran, Körfez Arapları ile ilişkilerinde önemli adımlar attı. Bu bağlamdaki gelişmeleri aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:

Pekin’in bu konudaki en önemli adımı, İran’la geçen yıl imzalanmış olan “25 yıllık stratejik anlaşmayı” resmen yürürlüğe sokmak olmuştur. Aktarılan bilgilere göre anlaşma, “Çin’in İran’dan düzenli olarak petrol satın almasını”, ayrıca “iki ülke arasında askeri ve stratejik alanda ortaklık” kurulmasını öngörmektedir.

Çin’in geçen haftaki bir başka adımı ise, Esad yönetimi ile Suriye’nin resmen Çin’in kuşak-yol projesine dâhil edilmesini öngören anlaşma olmuştur.

ABD’nin Esad rejimine yönelik tek taraflı yaptırımları düşünüldüğünde bu anlaşmanın, aynı hafta içinde Pekin yönetiminin Washington’a, İran ile yürürlüğe koyduğu anlaşmadan sonra “ikinci resti” olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Söz konusu bu anlaşma çerçevesinde Çin, Suriye’de altyapı projelerine dâhil olup, Esad yönetimiyle ciddi bir ticaret ilişkisine girmektedir. Böylece İran’dan sonra Şam’a yönelik Amerikan baskısında da yine büyük bir gedik açılmaktadır.

Pekin’in geçen hafta ayrıca Körfez Arap ülkelerinden de çok sayıda üst düzey ziyarete sahne olduğu izlenmiştir. Çin Dışişleri Bakanı Wang, Suudi Arabistan, Kuveyt, Umman, Bahreyn Dışişleri Bakanları ve Körfez İşbirliği Konseyi Genel Sekreteri’ni ağırladığı; BAE Dışişleri Bakanı ile bir telefon görüşmesi yapmıştır.

Çin’in bu temaslarda üzerinde durduğu konunun, Körfez Arapları ile 2004’te başlayan ancak bir türlü sonuçlandırılamayan “serbest ticaret anlaşmalarını” tamamlamak olduğu açıklandı. Körfez Arap ülkeleri için Çin’in, 2012 yılından bu yana ”ihracat rekortmeni” olduğu düşünüldüğünde, serbest ticaret anlaşmasının önemi daha da ortaya çıkmaktadır.

Bilindiği gibi, Çin’in petrol dış alımının yüzde 47’sinin tek başına Suudi Arabistan karşılamakta ve Arap ülkelerinin tümü Çin’in “kuşak-yol projesine” de dâhil edilmiştir.

ABD’NİN BÖLGESEL ve ÇİN KONUSUNDA YAKLAŞIMLARI

Asya Pasifik, değişen güç dengesi ve giderek artan çekişmeli büyük güç rekabeti ile karakterize edilen derin bir değişim dönemine girdiği çok açıktır. Bu bölüme girerken temel alacağımız realite, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon)’nın birinci sıradaki rakibinin Çin olduğu ve Tayvan’ı savunmaya hazırlandığı gerçeğidir.  Washington yönetiminin liderleri orduyu, Tayvan’ı savunmak için güvenilir plânlar geliştirmeye yönlendirdi ve Başkan Joe Biden, ABD’nin bu ada demokrasisinin Çin tarafından ilhak edilmesine izin vermeyeceğini “güçlü bir şekilde ima” etti.[3]

  • Washington’un Bölgeye ve Çin’e Bakışı

Biden yönetimi, Çin’i defalarca ABD’nin en önde gelen dış politika sorunu olarak tanımladı. Savunma Bakanı Lloyd Austin, Çin’i Pentagon’un en büyük önceliği olarak nitelendirdi. Dışişleri Bakanı Antony Blinken de Pekin’i, yirmi birinci yüzyılın “en büyük jeopolitik sınavı” olarak tanımladı. Keza Başkan Joe Biden, Washington ile Pekin arasında “aşırı rekabet” öngördüğünü belirtti.[4]

ABD Yönetimi, ulusal güvenlik, ulusal savunma ve Hint-Pasifik dâhil olmak üzere bir dizi strateji belgesi yayınlamaya hazırlanırken, büyük ölçüde Çin’i özel ilgi için seçmesi beklenmektedir.

  • ABD’nin ekonomik ve ticari üstünlükleri

ABD, dünya finans piyasasında “hâkim oyuncu” olmaya devam etmektedir. ABD’nin Hint-Pasifik’teki başarılı ekonomik katılımı, “Hint-Pasifik ekonomik çerçevesine” dayanmaktadır. Şu anda, ABD’nin Çin’e karşı en güçlü karşı ağırlığı ve Hint-Pasifik ekonomik çerçevesi için en iyi beklentiler “güvenlik” alanında bulunmaktadır.

Dünyanın “şimdilik birinci büyük ekonomisi” olan Birleşik Devletler’in, ticarette gerçek bir liderlikten yoksun bir konumda olduğu da ayrı bir gerçektir.[5]

Ticari konuda eklenecek bir diğer yeni husus, 2021’de Biden yönetimi, sosyal konuları ticaret anlaşmalarına dâhil etmekte ısrarcı olmasıdır. Washington’un Bölgedeki Ticari Temsilcisi Katherine Tai, Amerikan orta sınıfını geliştiren ve yurt dışındaki çalışma standartlarını yükselten ‘işçi merkezli’ bir ticaret politikasını öncelik verdiği izlenmektedir. Bu bağlamda Biden yönetimi yetkilileri, iklim değişikliği, işçi hakları ve dijital ekonomi konularının Hint-Pasifik ekonomik çerçevesinin odak noktaları olacağını söylemektedir.[6]

  • Stratejik sıkışma

ABD’nin uluslararası ekonomik ve siyasi ilişkilerde “belirleyici olma” durumuna geri dönme şansı artık yok gibi durmaktadır. Bu durumda Washington’un önündeki en iyi seçenek, büyük güçler arası rekabet ortamında “ekolojik üstünlüğünü” (diğer büyük güçleri etkileme kapasitesinin, onların ABD’yi etkileme kapasitesinden daha yüksek düzeyde kalmasını) güvenceye almak olmaktadır.

“Ekolojik üstünlük sağlama” seçeneğine Çin tarafından baktığımızda ise, Pekin’in kısa dönemde “küresel çapta belirleyici düzeye ulaşması”nın olanaklı olmadığı görülmektedir. Ancak Çin, Hint-Pasifik Havzası’nda ve “Yol-Kuşak İnisiyatifi” coğrafyasında, kredi verme kapasitesine, stratejik teknolojiler alanında hızlandırdığı gelişmelere dayanarak bir “ekolojik üstünlüğe” ulaşmayı hedefleyebilir.

Fakat şurası bir gerçek ki, bu stratejik seçeneklerden biri diğerini oyun dışına çıkardığından, “tehlikeli ve belirsizliklerle dolu bir ortam” için en uygun çevre koşulu olmasıdır. Bu durumda herhangi bir tırmandırıcı hamlenin, çatışmanın yoğunluğunu artırma riski taşıyacağı açıktır.

  • Tayvan konusu

Tayvan konusunda silahlı bir çatışma, mevcut zayıflıkları ve Hint-Pasifik bölgesi için mevcut stratejisi göz önüne alındığında, ABD çıkarlarına uymayacağı açıktır.

Bu nedenle Washington’un yapması gereken “rasyonel yol haritası”, zaferi aşağı doğru tanımlamak olacaktır. Çünkü nükleer silahlı büyük güçler arasındaki bir savaş, rejim değişikliğiyle veya bir tarafın diğerinin başkentini işgal etmesiyle bitmeyeceği çeşitli vesilelerle deneyimlenmiştir. Ancak müzakere edilen bir “uzlaşma” ile sona erebilir.

Bu durumda en rasyonel çözümün, “statükoya geri dönmek” olacağı açıktır. Çin, adanın resmi bağımsızlık aramayacağını ve ABD’nin bunu onaylamayacağını taahhüt etmesi karşılığında Tayvan’a saldırmayı durduracaktır. Anlaşmayı daha cazip hâle getirmek isteyen Washington, güçlerini Tayvan’dan ve Tayvan Boğazı’ndan uzak tutmayı teklif edebilir. Bu durumda Xi, Çin halkına, düşmanlarına bir ders verdiğini söyleyebilecektir.

Diğer yandan Birleşik Devletler, stratejik olarak konumlanmış bir demokrasiyi kurtarmadan vaz geçmiş gibi algılanabilir. Ancak bu durumda da, “her zorlu bir çatışmanın tatmin edici bir sonu olmayabileceği” ihtimali akla getirilmelidir. Çünkü büyük güçler arasındaki uzun bir savaşta, hayati ABD çıkarlarını korumanın yeterince doğru olduğu unutulmamalıdır.[7]

OLASI ABD – ÇİN İLŞKİLERİNE TOPLU BAKIŞ

ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin dinamiği giderek bir büyük savaş olasılığını da içeren kaygı verici gelişmeler sergilemektedir.

Asya Pasifik, değişen güç dengesi ve giderek artan “çekişmeli büyük güç rekabeti” ile karakterize edilen “derin bir değişim dönemine” girmiştir. Bölge ve ötesi için stratejik ufukta büyük görünen kilit sorular, bölgede barış, istikrar ve refahın ne ölçüde korunabileceğidir. Stratejik rekabet ve işbirliği arasında doğru dengeyi kurmak için hangi adımların atılması gerektiği de, çözülmesi gereken bir puzzle olarak durmaktadır.

Bu ortamda, ABD, Çin’in teknolojik gelişmesini sınırlamaya, finansal gücünü kullanarak diğer ülkeler üzerinde etki kurma kapasitesini engellemeye çabalıyor. Ekonomiden öte “güvenlik olgusunun”, ABD’nin Asya’daki ticaret angajmanını yönlendirmesi muhtemel görünmektedir.[8] Buna karşılık, Çin, teknolojik gelişmesini yavaşlatacak engelleri etkisiz kılmaya özellikle önem vermekte; devletin kaynaklarını teknolojik gelişmeyi hızlandıracak, askeri kapasitelerini artıracak biçimde yönlendirmeye çalışmaktadır. Çin, finansal kaynaklarını da, uluslararası alanda ekonomik/ diplomatik etkisini arttıracak, askeri üstler elde etmesine yardımcı olacak bir “borçlandırma stratejisi” için kullandırmaktadır.

Küreselleşme süreci ve iki ülke arasındaki karşılıklı ekonomik, finansal bağımlılık ilişkileri, tedarik zincirleri; bu rekabet alanlarındaki gerginlikleri, sınırlama ve kontrol altında tutma eğilimlerini ve olanaklarını, dolayısıyla iyimser yaklaşımı, yakın zaman kadar beslemekteydi.

Ancak, finansal krizin finansal hareketler alanındaki rolü, popülist politikacıların korumacılık eğilimlerinin dış ticaret konusundaki etkilerinin “küreselleşme sürecini çözmeye” başladığı bir süreç yaşanmaya başladı ve tüm hızıyla yayılmaktadır. Çin ve ABD’nin giderek artan içe kapanma eğilimleri, küreselleşmeyi geri çeviren basıncı güçlendirmektedir. Bu bağlamda ABD, Çin’in yeni teknolojilere ulaşmasını engellemek için Çin teknoloji ve sosyal medya şirketlerinin etkinliklerini, yatırım izinlerinin sınırlandırmaya; kimi Çin teknoloji şirketlerinin ABD’deki etkinliklerini sınırlamaya hatta yasaklamaya çalışmaktadır.

Genel tablo Pekin için oldukça çekici: Hint-Pasifik ve ötesinde ABD’nin giderek artan rolü ve buna eşlik eden sürekli büyüyen bir Çin varlığı.  Bu eğilimi tersine çevirmek kolay bir iş değildir. Yıllar alacak ve riskler içerecek bir çaba gerektirir. Diplomasi, bu risklerin azaltılmasına, sınırlı ve bir dereceye kadar yardımcı olabilir.  ABD’nin uzun vadede Çin ile daha istikrarlı bir dengeye ulaşmak için orta vadede artan gerilimi kabul etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Konunun bir diğer yüzü de, “mevcut kırılgan dengeleri potansiyel olarak yıkacak” bir yeni teknolojinin hızla gelişerek etkisini göstermeye başlaması, iki güçten birinin “geride kalıyorum” korkusu, ittifakların patlayıcı noktalarından birinden başlayan “güvenlik sorunları“ gibi gelişmeler, çatışma risklerini arttıracak riskler olarak göstermektedir. Bu iki ülkenin ekonomik olarak birbirinden kopmaya başlaması, bu risklerin getireceği bir savaş olasılığının önündeki engelleri giderek zayıflatacağı gözden uzak tutulmamalıdır.

23 Ocak 2022


[1] “China courts global capital, on its own terms”, The Economist, 11.12.2021, https://www.economist.com/leaders/2021/12/11/china-courts-global-capital-on-its-own-terms

[2] “Dev bölgesel ekonomik ortaklık anlaşması RCEP yürürlüğe giriyor”, Bloomberg HT, 4.01.2022, https://www.bloomberght.com/dev-bolgesel-ekonomik-ortaklik-anlasmasi-rcep-yururluge-giriyor-2295859

[3] Hal Brands ve Michael Beckley, “Washington Is Preparing for the Wrong War With China-

A Conflict Would Be Long and Messy”, Foreign Affairs, 16.12.2021, https://www.foreignaffairs.com/articles/china/2021-12-16/washington-preparing-wrong-war-china

[4] Richard Fontaine, “Washington’s Missing China Strategy”, Foreign Affairs, 14.01.2022, https://www.foreignaffairs.com/articles/china/2022-01-14/washingtons-missing-china-strategy 

To Counter Beijing, the Biden Administration Needs to Decide What It Wants

[5] Forteine, agm.

[6] “Raimondo: Commerce to co-lead Indo-Pacific economic framework”, Inside U.S. Trade’s”, 23.01.2022, https://insidetrade.com/daily-news/raimondo-commerce-co-lead-indo-pacific-economic-framework

[7] Brands &Beckley, agm.

[8] Gary Clyde Hufbauer ve Megan Hogan, “Security not economics is likely to drive US trade engagement in Asia”, East Asia Forum, 9.01.2022, https://www.eastasiaforum.org/2022/01/09/security-not-economics-is-likely-to-drive-us-trade-engagement-in-asia/

 

PAYLAŞMAK İÇİN