Kasabaya kazandırdığı mandalina ağaçlarının hatırına Balıkçı’ya hoş bir selam

Teknenin Ölümü, deniz gerçeğini birlikte yaşadığımız, yaşlandığımız nesnelerle birlikte duyurur bize. Denizde aşkı, aşkta denizi bulan bir şiirdir bu. Samim Kocagöz’ün öyküsü ise yaşamın acımasız bir savaşım içerdiğini anlatır. Yaşam, denizde, karada, gökte hep bir savaşım istemektedir insanoğlu’ndan.

 

HİDAYET KARAKUŞ

 

Melih Cevdet’in bilgelikle dolu Teknenin Ölümü şiiri, bize uzaktan Arthur Rimbaud’nun Sarhoş Gemi’sini çağrıştırsa da bu bambaşka bir şiir, bambaşka bir yaratımdır.

 

                 TEKNENİN ÖLÜMÜ

                  Kara yakındı önce, hem çok yakın,

                 Elimi uzatsam tutardı.

                  Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,

                  Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz…

                  Kara yakındı önce, hem çok yakın,

                  Denizleyin inip çıkan önümde

                  Bir tanrının atardamarı.

                  …..

                  Deniz en ince hayvanı belleğin

                  Nerden kalktım, o rıhtım, o çan…

                  Bilmiyorum bu gök kıyı nereye gitti!

                  Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz.

                  Deniz en ince hayvanı belleğin

                  Bir kuşluk vakti tanrının sevdiği

                  Görünür zamanı yaratan.

                  …..

                  Bir tekne her zaman düşüncelidir.

                  Bizimle demirledi gece.

                  Karaya çıktı tayfalarım uykulu.

                  Pruvamda çok acaip bir yıldız

                  Konmak istercesine gider gelir,

                  Suları budanmış bir yolculuğu

                  Sürdürmek isterdi kendince.

                  …..

                  Yalnızlıktır denizin tek yasası,

                  Aşkın altın yasasıdır o.

                  Bir gün kum uyanır, ay gıcırdarsa

                  Çalınırsa bir gün gömük kapımız

                  Kalamazsın sabaha inen suda,

                  Kalk kürek, yola düşmenin sırası,

                  Aşkın altın yasasıdır o.

                  …..

                  Çalıştılar bir hafta, ağustosun

                  Altısında bütün iş bitti.

                  Kesik baş çapa, iplerim, küreklerim

                  Kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi.

                  Tüter el ayak, tüter ıslak odun,

                  Denizin uzaklardan getirdiği

                  Yabancı, anlamsız bir şeyim.

                 (Melih Cevdet ANDAY)

Türk şiirinin büyük ustalarından Melih Cevdet Anday’ın unutulmaz şiirlerinden biriyle, “Tekne’nin Ölümü”yle başladık güne.

Garip Şiiri’nin üç atlısından biriydi biliyorsunuz Melih Cevdet Anday. Orhan Veli, Oktay Rıfat, Garip kitabından sonra hepsi şiirde ayrı yollara gittiler ama yalnız Orhan Veli genç ölümü nedeniyle şiirinin sonraki aşamalarında neler yapacaktı bilinmez.

Melih Cevdet’in bilgelikle dolu bu şiiri, bize uzaktan Arthur Rimbaud’nun Sarhoş Gemi’sini çağrıştırsa da bu bambaşka bir şiir, bambaşka bir yaratımdır. Teknenin Ölümü, bir denizci gerçeğini, deniz gerçeğini birlikte yaşadığımız, yaşlandığımız nesnelerle birlikte duyurur bize. Deniz de aşkı, aşkta denizi bulan bir şiirdir bu.

SAMİM KOCAGÖZ

Bugün İzmir’den bir yazarın, 1992’de yitirdiğimiz Samim Kocagöz’ün bir öyküsünü dillendirmeye çalışacağım ama ondan önce yazarımızı, yazdıklarıyla bir kez daha anımsamanın tam zamanı.

1940’lardan sonra canlı bir öykü dünyası vardır Türk yazınının. Sait Faik’in, Sabahattin Ali’nin, Memduh Şevket Esendal’ın, Oktay Akbal’ın, Orhan Kemal’in, Samim Kocagöz’ün döneme damgasını vurduğu yıllardır.

Samim Kocagöz, 1938’de İkinci Dünya romanıyla başladığı yazarlığı 1941’de Telli Kavak’la sürdürmüş, o yıllardan sonra öyküde romanda ölünceye değin peş peşe yapıtlar yazmış, yaratmıştır. Sığınak, Sam Amca, Cihan Şoförü, Bir Şehrin İki Kapısı, On Binlerin Dönüşü, Kalpaklılar, İzmir’in İçinde, Yılan Hikâyesi, Alandaki Delikanlı… gibi nice yapıta imza atmıştır.

Bugün sözünü edeceğimiz öykü bir deniz kıyısı öyküsü olmakla birlikte bu atmosferde deniz insanlarının günlük küçük ilgileriyle gelişen bir kedi öyküsüdür.

KEDİLERİN BELALISI

Balıkçıların her sabah ağ çektikleri saatte kasabanın kedileri kıyıya dizilip balıkçıların kendilerine atacakları balıkları bekler.

Balıkçılar kadar, yaşamları denizde geçmiş ama artık denize açılamayacak denli yaşlanmış eski kurtlar, kıyıdaki çınarın altında ağların çekilmesini heyecanla gözlerler.

Kedilerin de kasabanın da belalısı Sarı Korsan adlı kedi, ortalarda görünmez ama ne eder eder, ağlardan çekilen balıklardan birini hem de oldukça iri bir balığı kapıp kaçar her sabah. Öteki kediler, balıkçıların verdikleriyle yetinirken o, kendi balığını kendisi adeta zorla çeker alır ağlardan. Bu yüzden Yusuf Reis, kedinin adını Sarı Korsan koymuştur.

Bir tek Kahveci Hasip’in kedisi Sarı, kedilerin arasına karışamaz. Çünkü Sarı Korsan, onun belalısı olmuş, gördüğü yerde kıstırıp, gözünü korkutmuştur.

Kasabalı, Sarı Korsan’ın peşine ne kadar düşerse düşsün bir türlü yakalayamaz. O da kendisini unutturacak kadar ortadan kaybolur, bir gün ansızın ortaya çıkarak kedilere de balıkçılara da yapacağını yapar.

DENİZ İNSANLARININ YÜREĞİ

Bir gün Kahveci Hasip, o güne kadar evden çıkmayan Sarı’nın iki gündür eve gelmediğini görür. Sarı Korsan’ın kedisine bir şey yapmasından korkmaktadır.

Nitekim çok geçmez Sarı, kan revan içinde görünür, Hasip’in kahvesinde bir masanın altına yığılır kalır. Hasip onu alıp bir yumuşak minderin üzerine yatırırsa da bir gözü sürekli kanamaktadır kedinin. Onu çeşmede yıkayıp evden getirdiği sütle karnını doyurduğu Sarı, birkaç günde kendine gelir ama yine bir gün evden kaçar. Kasabalıya göre Sarı, bir kediye tutulmuştur.

Hasip, Sarı’yı izler, komşusu Ali Cefer’in ahırında döverlerin üstünde bir dişi kediyle bakıştıkları sırada bulur. O sırada Sarı Korsan da gelir ama iki komşunun saldırısıyla kaçar, kaybolur.

Kasabalı, Sarı Korsan’a diş bilemektedir. Kim yakalasa öldürecektir Sarı Korsan’ı ama deniz insanlarının yüreği yumuşak olur. Yusuf Reis, Sarı Korsan’ı bütün zorbalığına karşın korur.

HALİKARNAS BALIKÇISI’NA HOŞ BİR SELAM

Sonunda bir sabah bütün kasabanın kedileri balık beklerken hepsi çil yavrusu gibi kaçışır, çınara tırmanırlar. Sarı Korsan da peşlerindedir. Bütün kasabalı çınarın altına toplanır. Dallardaki kedileri izlemeye başlarlar. Ağaca tırmanan kediler arasında bir gözü kör kalan Sarı da vardır. En üst dallardan birindeki Sarı’nın peşine düşen Sarı Korsan, onu tek başına sıkıştırır orada. Yalnız bu kez Sarı, bir üstteki daldadır, bu kez öyle kolay teslim olacağa benzememektedir. Bütün tüylerini kabartmış, kulaklarını kısmış Sarı Korsan’ın tepesine dikilmiştir. Sarı Korsan, kendinden emindir ama hiç beklemediği anda Sarı, Sarı Korsan’ın üzerine atlar, birlikte ağaçtan yere düşerler. Sarı’nın dişleri Sarı Korsan’ın boynundadır. Tahta sandalyeye çarpan Sarı Korsan’ı bırakan Sarı, geri çekilir. Korsan, belini sürükleye sürükleye uzaklaşırken o ana değin elde tüfek bekleyen Hasip’in elinden tüfeği alan Yusuf Reis, Sarı Korsan’a arkadan ateş eder. Sarı Korsan, olduğu yere yığılır.

Yusuf Reis, zaten çok yaşamazdı, beli kırılmıştı, der.

Yaşamın böylesine acımasız bir savaşım içerdiğini anlatır Samim Kocagöz öykülerinde. Bu da öyle öykülerden biridir. Denizde, karada, gökte yaşam hep bir savaşım istemektedir insanoğlu’ndan.

Bu öyküde güzel olan, Halikarnas Balıkçısı’nın kasabaya kazandırdığı mandalina ağaçlarının hatırına birkaç kez Sarı Korsan’ın bağışlanmasıdır ki bu hem Balıkçı’ya hoş bir selam olur; hem kasabanın Bodrum olduğunu söyler bize.

Bir başka Deniz öyküsünde buluşmak dileğiyle esenlikler diliyorum sevgili okurlar.

PAYLAŞMAK İÇİN