“Din halkın afyonudur” ama ilaç olarak mı, zehir olarak mı?

Marks’ın bu sözünü bağlamında anlayan ilk ben değilim elbet. Kendilerini “Liberal Sol” diye tanımlayanlar ve “İslam Sosyalizmi”ni savunanlar da var olguyu doğru algılayanlar içinde. Bir farkla ki, biz Marksistlerin derdi din olgusunu bağlamına doğru oturtmak iken, “Liberal sol”cuların derdi destekledikleri tarikatların iktidara gelmesi, “İslam Sosyalizmi” yanlılarının derdi ise kutsal kitapların dogmasının egemen olması…

 KÖKSAL ÇİFTÇİ

İlkokulda, çocuk yaşlardayken de tanrıtanımazdım ben.

Kendi kendime sormuş, yanıtını aramışımdır hep, nasıl oldu da dayıları hafızlık derecesinde dini bütün, babası her Allah’ın günü Kur’an okuyacak kadar inancına sadık, tanıdıkları dini ritüellere aşırı özen gösteren bir ailede büyüdüğüm halde böyle tanrıtanımaz oldum ben?

Doğruluğundan emin olmasam da tek bir yanıt bulabiliyorum buna. O da en büyük amcamın tutum ve davranışlarının beni bir hayli etkilediğidir.

Amcam; 1,85-1,90 boylarında atletik yapılı, Cumhuriyet okullarının ilk öğrencisi olmuş, ilkokul diplomalı ama özel bir adamdı. Çevresinde fiziksel gücünden çok aklı ve bilgi birikimiyle saygı uyandırmaktaydı. Dini hiçbir ritüeli uygulamazdı. Ezan okununca camiye gitmez, ramazan geldiği halde saklama gereği duymadan oruç tutmaz, alenen her öğün yemeğini yerdi, kandilleri asla kutlamazdı. Benim açımdan ilginç olan, herkesin içinde köyün imamıyla girdiği diyaloglardı. Örneğin, Allah yok demezdi ama Kur’an’ın gökten inmediğini, onu, bozulmuş toplum düzenini yeniden sağlamak amacıyla aklı başında bir adam olan Muhammed’in oturup yazdığını, Musa’nın İsrail kavmini med-cezir sayesinde Kızıldeniz’den geçirmiş olabileceğini, peygamber mucizelerinin de bu akıllı adamların çapsız müritlerinin uydurduğu masallardan ibaret olabileceğini üstüne basa basa söylerdi.

Hem onun yeğeni olmanın verdiği öz güvenden hem de fikirlerinin herkesten daha tutarlı ve mantıklı gelmiş olmasından olacak, çocukluğumda yapılan onca telkin ve dini eğitime karşın o gün bugün, bende tanrının varlığı fikrine dair en ufak bir eğilim olmadı.

Lise yıllarında karşılaştığım Marksizm’i sevişimin ve hızla kabullenişimin nedeni kim bilir, belki de bundandır. Çünkü o yıllarda solcular “Din halkın afyonudur!” demeyi bir erdem sayarlardı ve bunu hemen her yerde yinelemekten de onur duyarlardı. Bu söylem benim çocukluğumdan beri oluşturduğum kimlikle bire bir örtüşüyordu. Ayrıca Marks da benim gibi patronların, ağaların düşmanı, yoksulların, gariplerin ve ezilenlerin dostuydu.

Gün geldi, “Madem Marks’la aynı düşüncedeyiz, öyleyse ben de Marksist’im.” dedim.

Bunu söylediğimde sanırım yirmili yaşlardaydım. “Din halkın afyonudur!” söylemini -Marks’a saygımdan olacak- altmışlı yaşlarıma dek hiç sorgulamadım. Çünkü çevremdeki lider konumuna gelmiş bilgili hiçbir Marksist, dinin bir uyuşturucu olduğu çıkarımında sorun görmüyor, sorgulamıyor, aynen benim gibi düşünüyordu.

Luther bildirisini kilise kapısına çakıyor. Luther ve Müntzer aynı fikirdeler, henüz sınıflarını seçmemişler.

Dinlerin sanatla ilişkisini irdelemeye merak sardığım zaman kabul görmüş Marksist metinler dışında da kaynak okumaya başladım. Kısa sürede beynimdeki “koruyucu” çitler bir bir yıkılmaya başladı. Marks’ın ve Engels’in pek çok söyleminin sol liderlerin iddia ettiklerinin tam tersi yönde olduğunu hayretle gördüm. Bunların başında da elbette bağlamından koparılmış “Din halkın afyonudur!” söylemi geliyordu.

Şimdi izniniz olursa konuyu iki temel eser, Marks’ın “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” ve Engels’in “Köylüler Savaşı” metinleri üzerinden tartışmak istiyorum.

Marks “Din halkın hem ağrı kesicisi hem de uyuşturucusudur” diyor.

“Din halkın afyonudur!” Bu ünlü sözü Marks 1844’te, gençlik yıllarında “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı” başlığıyla oluşturduğu -bana göre muhteşem- metnin dördüncü paragrafında şöyle kaleme almıştır:

“Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din halkın afyonunu oluşturuyor.” (Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, s. 192, çev. K. Somer, Sol, 2009)

İzninizle işin başındayken kafalarda muğlaklık yarattığı söylenen yukarıdaki çeviri metni diğer çeviri metinlerden derlediğim anlatım ve sözcüklerle zenginleştirerek konunun uzmanı olmayanlarca da anlaşılabilecek forma sokmayı denemek istiyorum.

“Dinsel acı ve üzüntü, gerçek acı ve üzüntünün dışavurumu, aynı zamanda gerçek acı ve üzüntüye karşı bir başkaldırı, bir protestodur. Din baskı altında ezilen insanın içli ezgisi, iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Din, halkın afyonudur.”

Bir fark yokmuş gibi görünse de metin bu haliyle daha bir anlaşılır oldu sanki. Gene de dileyen doğru olduğuna inandığı metni esas alabilsin diye burada tutuyorum her ikisini de.

Burada kafa karışıklığı yaratan, Marks’ın konuyu açıklarken kalp, ruh, çığlık, protesto, iç çekiş, afyon ve benzeri metaforlar kullanmış olmasıdır. Yanlış anlama beynimize bu kadar kazınmamış olsaydı, her şey gayet açık der geçerdik. Ama bu haliyle metin bugün biraz düz mantık düzeyinde irdelenmeye muhtaç görünüyor.

Öncelikle Marks ve Engels’in “Alman İdeolojisi” kitabı üstünden giderek din -özellikle Hıristiyanlık- hakkındaki bildiklerine değinelim. Bu, yukarıdaki metni daha kolay algılamamızı sağlayacaktır. Batı’nın egemen dininin kutsal kitabı olan İncil’de -daha fazlası aşağıda Engels’in “Köylüler Savaşı” metni incelenirken verilecektir- şu bilgiler vardır:

“Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin.” (Matta, 6)

“İsa öğrencilerine, ‘Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliğine girmesinden daha kolaydır.’ dedi.” (Matta 20)

“İnsanların topluluğu yürekte ve düşüncede birdi. Hiç kimse sahip olduğu herhangi bir şey için ‘Bu benimdir.’ demiyor, her şeyini ortak kabul ediyorlardı. Aralarında yoksul olan yoktu. Çünkü toprak ya da ev sahibi olanlar bunları satar, sattıklarının bedelini getirip elçilerin buyruğuna verirlerdi; bu da herkese ihtiyacına göre dağıtılırdı.” (Elçilerin İşleri 4)

Marks “baskı altında ezilen insanların”, yani emekçilerin, yoksulların, özellikle de köylülerin dinden bunları anladığını bildiği için, dini, onu ele geçirip baskı unsuru olarak kullanan egemenlere karşı bir başkaldırı unsuru olarak nitelemiştir. Bu metinde Marks, dinin devrimci ve komünist yönünü saptamış ve emekçilerden tarafa övmüş, onun bu haliyle yoksulların, ezilenlerin, kimsesizlerin, çaresizlerin feryadı, çığlığı ve başkaldırı aracı olduğunu söylemiştir. Kısacası Marks’a göre din, çaresizlerin “acı dindirici, ağrı kesici afyonu”dur.

Marks’ın ünlü “Din halkın afyonudur!” sözünü söylediği eseri. Hegel ve Marks.

Marks aynı metinde devamla şu özet tespiti de yapmaktadır: Ezilenlerin, kimsesizlerin, çaresizlerin feryadı, çığlığı, başkaldırı aracı olan bu din, egemenlerin, zenginlerin, az sayıda sermaye sahibinin eline geçtiğinde halkın “uyuşturucusu, afyonu” olmaktadır.

Sonuç olarak söylersem, Marks “Din halkın afyonudur.” derken konuya toptancı tavırla yaklaşmamış, dinin sınıflar elindeki fonksiyonuna özenle işaret etmiştir.

Marks’ın tutumunu daha bir ete kemiğe büründürebilmek için Engels’in “Köylüler Savaşı” metnine biraz yakından bakmaya gereksinmemiz vardır; bakalım öyleyse.

Engels de emekçi dininin devrimci, hatta komünist olduğunu söylüyor.

Marks’ın bu sözünü bağlamında anlayan ilk ben değilim elbet. Aklın yolu bir, örneğin kendilerini “Liberal Sol” diye tanımlayanlar ve “İslam Sosyalizmi”ni savunanlar da var olguyu doğru algılayanlar içinde. Bir farkla ki, biz Marksistlerin derdi din olgusunu bağlamına doğru oturtmak iken, “Liberal sol”cuların derdi destekledikleri tarikatların iktidara gelmesi, “İslam Sosyalizmi” yanlılarının derdi ise kutsal kitapların dogmasının egemen olması…

Marks’ın söylemini doğru anlamamda rehber olan kişi, Engels’tir. Eğer Engels’in “Köylüler Savaşı” adlı eserini ve Thomas Müntzer üstünden yaptığı analitik çözümlemeyi okumasaydım, yaklaşık 15 yıldır tektanrılı dinlerin birer sınıfsal başkaldırı şeklinde ortaya çıktığı fikrini inceleyip işlediğim halde Marks’ın, din halkın afyonudur sözüyle gerçekte ne demek istediği konusunda yanılmaya devam edecektim.

Engels, Hegel’in öğrencisi Jonchim Zimmermann’ın “Thomas Müntzer” adlı çalışmasını okuyana kadar Alman köylü ayaklanmalarını fazla önemsememişti. Zimmerman konuyu el yordamıyla sınıfsal bağlamına oturtmaya çalışmış, fakat tarihsel materyalizm yönteminden yoksun olduğu için pek çok ayrıntıyı eksik bırakmıştı. Engels rahipler önderliğinde yürütülen bu ayaklanmar üstünden ilerleyerek Marksizm’in dine ve din kökenli eylemlere ilişkin kuramını olanca açıklığı ve sağlamlığıyla yerli yerine oturttu.

İzin verirseniz önce Alman Köylü Savaşları nasıl başladı, özetle ona bakalım.

Yaygın söylenceye göre Reform hareketini; dini merkez Roma’ya karşı başkaldırı anlamına gelen, “Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler” başlıklı metnini Wittenberg Saray Kilisesi’nin kapısına çakarak Luther başlatmıştır. Luther, bildiride “Kurtuluş kiliseye gitmek, rahibe itaat etmek ve hayırseverlik için bağış yapmak değil, Tanrı’yla kişisel ilişki kurmaktır.” fikrini işliyordu. Yalnızca ruhban azınlık tarafından okunmasına, geniş kitleler üstünde tahakküm aracı olarak kullanılmasına karşı çıkarak İncil’i sıradan insanın okuması ve anlayıp rehbersiz yorumlaması görüşünü savunuyordu. Bir bakıma kutsal kitaba geri dönüş anlamı taşıyan bu fikir, yoksul köylüler başta olmak üzere geniş halk kitleleri arasında karşılık buldu. Bu fikre hemen hemen aynı yaşlarda olan bir başka önder, akademisyen teolog, Thomas Müntzer de katıldı. İlk zamanlar insanlar arasındaki zenginlik-yoksulluk ayrımı başta olmak üzere pek çok toplumsal farklılığa karşı ortaklaşa hareket ettiler.

Engels’in esinlendiği, Zimmerman’ın Thomas Müntzer eseri ve Engels.

Köylüler Luther’in açtığı yoldan ilerleyip İncil’i okuyunca orada “Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin.”, “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Siz hem Tanrı’ya hem de paraya kulluk edemezsiniz.”, “Eğer eksiksiz olmak istersen, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver.”, “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı egemenliğine girmesinden daha kolaydır.”, “Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan, meydanlarda selamlanmaktan, havralarda en seçkin yerlere ve şölenlerde baş köşelere kurulmaktan hoşlanan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını mülkünü sömüren, gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha ağır olacaktır.”, “Hiç kimse sahip olduğu herhangi bir şey için ‘bu benimdir’ demiyor, her şeyini ortak kabul ediyordu.”, “(İsa onlara) Kılıcı olmayan, abasını satıp bir kılıç alsın, dedi.” yazdığını gördüler ve 1523’te bu ilahi yol haritasını rehber edinerek ellerine oraklarını, dirgenlerini, çapalarını, baltalarını, tırpanlarını alıp feodal egemenlere karşı İngiltere, Fransa ve Almanya’da ayaklandılar.

1525’te köylü ayaklanmaları ciddi boyutlara ulaşınca Luther çileden çıktı. Çünkü o İncil’i halk okusun, anlasın, diye Almancaya çevirmiş, işin buralara geleceğini hesap edememişti.

Çok geçmeden her iki teolog da sınıfının yanında yer aldı:

Müntzer İsa’yı bir insan, bir peygamber, bir öğretmen olarak gördüğü için takipçilerine “İsa sizin gibi birisiydi, içinizden biriydi!” diye seslenerek yoksul köylülerin lideri oldu.

Luther ise gecikmeden, burjuvaların finans baskısı altına aldıkları prensleri ve gene burjuvaların borçlandırarak “gebe bıraktıkları” büyük prensleri destekledi, onların köylüleri ezmek için başlattıkları askeri müdahale hazırlıklarına onay verdi. İlerleyen dönemde de şu sözlerle onları yüreklendirmekten geri durmayacaktı:

“Kudurmuş (köylü) köpekleri gebertir gibi, gizlice ve açıktan açığa, bunları parçalamak, bunları boğmak, bunları boğazlamak gerek! … Benim aziz beylerim, bunları boğazlayın, bunları gebertin, bunları boğun, burasını, şurasını kurtarın! Eğer bu savaşımda ölürseniz, bundan daha kutsal bir ölüm olamaz! … Köylülerin kafası yulaf samanı dolu; onlar Tanrı’nın sözlerini duymaz, onlar budaladırlar; bu nedenle onlara kamçıyı, arkebüzü (ağızdan doldurulan tüfek) duyurmak gerek; bu, onlara iyi gelecek. Boyun eğmeleri için dua edelim. Yoksa, acımak yok! Arkebüzleri konuşturun, yoksa daha kötü olacak.” (Engels, Köylüler Savaşı, s 46, Eriş, 2003)

Hikaye acıklı ve uzun, şu kısa bilgiyle serüvenin sonucunu vereyim: Köylüler yaklaşık 50 yıl binlerce insan feda ederek savaştılar, yenildiler, liderleri Müntzer de yakalanıp idam edildi.

Merak edilen soru şu: Engels, din adamları tarafından yönetilmiş bu savaşlar hakkında ne düşünüyordu? Karşı mıydı, taraf mıydı? “Köylüler Savaşı” eserinden rastgele seçtiğim birkaç bölümü arka arkaya alıntılayarak soruları yanıtlamak istiyorum. Diyor ki Engels:

“Gelecekteki tarihin bu zorlu ama halk takımı bölüntüsünün yaşama koşulları göz önünde tutulursa çok anlaşılır öncelemesine, ilkin Almanya’da, Thomas Müntzer ve yandaşlarında rastlıyoruz. Daha önce Taboritlerde, ama sadece salt askeri düzeyde bir tedbir olarak, bir tür chiliastique mal ortaklığı vardı. Bu komünist çınlamalar, ancak Müntzer’dedir ki, gerçek bir toplum bölüntüsünün özlemlerinin ifadesi durumuna gelirler. Ancak ondadır ki, bu komünist çınlamalar belli bir açıklıkla formüle edilmişlerdir ve ondan sonra, bu çınlamaları, modern işçi hareketi ile kaynaşmalarına kadar, her büyük halk ayaklanmasında bir kez daha duyarız.” (Engels, Köylüler Savaşı, s 42 Eriş, 2003)

“Resmi toplumun tamamen dışında yer alan sınıfın, proleteryanın ilk ögelerinin temsilcisi olan Müntzer’in komünizmi önceden sezmesi…” (Engels, s 93)

Solda Müntzer köylüleri savaşa hazırlıyor. Sağda söylüler savaşta.

“16. yüzyılın din savaşları adı verilen şeylerde bile, her şeyden önce, çok olumlu maddi sınıf çıkarları söz konusuydu ve bu savaşlar da daha sonra İngiltere ve Fransa’da ortaya çıkan iç çatışmalar kadar sınıf savaşımları idiler. Eğer bu sınıf savaşımları o çağda dinsel bir nitelik taşıyor, eğer çeşitli sınıfların çıkar, gereksinim ve istemleri din maskesi altında gizleniyor idiyseler, bu hiçbir şeyi değiştirmez ve çağın koşullarıyla kolayca açıklanabilir.” (Engels, s 38)

Sonuç olarak; “halkın ağrıkesici afyonu” olan din, “halkın uyuşturucu afyonu” şekline döndü.

Engels bu metni 1850’le Londra’da yazmış, aynı yıl Hamburg’da çıkan ve “Din halkın afyonudur!” demiş olan Marks’ın editörlüğünü yaptığı Neue Rheinische Zeitung (Yeni Ren Gazetesi) adlı gazetenin 5. ve 6. sayısında yayımlamıştır. Marks’ın metne, yayımlandığı sırada da, kitaplaşıp defalarca baskısı yapılmış haline de bir itirazı olmamış. Buradan hareketle şunu söylememiz olasıdır: Marks da halk kitlelerinin inandığı şekliyle dinin devrimci, hatta komünist olduğu konusunda Engels’le aynı fikirdeymiş.

Dinin egemenlerin eline geçince uyuşturu şekline dönüştüğü konusunda da “Alman İdeolojisi”nden biliyoruz, fikir birliği içindeler.

Nitekim Müntzer’i yenip inisiyatifi Luther, sonrasında ardılları ve onların hizmet ettiği burjuva sınıfı ele geçirince İsa’nın komünist dinini, sermayeci Protestan din, karşı devrimci din haline getirdiler ve bunu her türlü silahı kullanarak toplumlara kabul ettirdiler.

Böylece “halkın ağrıkesici afyonu” olan din, “halkın uyuşturucu afyonu” şekline döndü.

Bir başka ayrıntı da şudur: Köylü isyanları tüm Avrupa’da patlak verince burjuvazi dehşete kapılmış, bu görkemli komün isteğini büyük çabalar ve bedellerle bastırmıştı. Yeniden böyle bir kabus yaşamamak için ne pahasına olursa olsun köylülüğü yeryüzünden silme kararı aldı ve bunu yıllara yayarak maalesef başardı. Köylüleri toprağından, köklerinden koparıp şehirlerin varoşlarına tıktı, proleterleştiremediklerini lümpenleştirdi.

Proletaryanın zaman zaman greve giderek zam isteyip huysuzluk edişini saymazsak şu an dikensiz gül bahçesinde yaşar gibi kendilerini güvende hissetmekteler.

Köylülerin neden devrimci sınıf olduğu ise başka bir yazının konusu.

PAYLAŞMAK İÇİN